19 Ocak 2009 Pazartesi

yazmak istemediğim hikayeler

En son o da yüzüne kapatıvermişti telefonu; hem de hiçbir şey söylemeden. Yıllar birçok şeyi unutturmuş olsa bile, sesi hep aynı kalmıştı. Sesinden tanımış olmalıydı onu. “Hiç değilse ötekiler gibi, kedilerim, para durumum ve hayatta artık ne yapmam gerektiği ile ilgili bir söyleve girişmedi” diye geçirdi içinden. “Borç isteyeceğimi hissetmiş olmalı. Ne olacak, erkek işte!” diye söylendi. Erkek kedilerin tek düşündüğü şey zaten hep o iş değil miydi? İşleri biter bitmez kaçıp yok olmazlar mıydı? Yıllar sonra da arada bir ortaya çıkar ve akıl vermekten başka hiçbir işe yaramazlardı. Hele o yeni doğan yavruları niçin korunmasız bulunca yerlerdi ki? Dişi onlara yine yüz versin, diye değil mi?

Erkeklerden uzak durmalı, yavruları da onlardan uzak tutmalıydı. Yeni doğmuşlar aklına gelince, birden yerinden fırladı. Yeni yavrular ile daha kısırlaştırtamadığı dişileri kapattığı o odanın kapısına koştu. Koşarken de göremediği bir kedi kakasının üstünde ayağı kaydı. Neredeyse boylu boyunca koridora uzanıverecekti; son anda kurtardı kendini. Neyse ki kapı kapalıydı, açık unutmamıştı. Dişiler güvendeydi. Geçen seferki unutkanlığının sonucu o sekiz yeni yavruydu çünkü. “Olsun! Onlara da bakar, büyütürüm!” demişti. “Kim bilir bazıları ile nasıl da sevişiriz biraz büyüyünce?” Eli sütyeninin yenik meme uçlarına gitti. Her iki sütyeninin de meme uçlarına gelen yerinde çevresi yenmiş, büyükçe birer delik vardı. Her iki meme ucu da oradan dışarı fırlamıştı; neredeyse her an emilmeye hazırdılar. O ilaçları almaya başladığından beri memeleri büyümüş, süt gelmeye başlamıştı. Yavru pisiler de onun çocukları sayılmaz mıydı? Dilini bile emdirmiyor muydu onlara?

Telefon defterini bir kenara fırlattı. “Hepsinin canı cehenneme!” dedi. Hayır, artık kesin olarak kararlıydı. Eski defterleri bir daha hiçbir zaman karıştırmayacaktı; yeniler ise zaten çoktan tükenmişti. Ne ki parası da tükenmişti. Erken emeklilik de bir yarar sağlamamıştı. Eline geçen paralar hep hızla tükeniyordu. İki üç ayda bir taşınmak zorundaydı. Bu ev sahibi de gelip kapısını yumruklaya yumruklaya “Herkesi kandırdın! Nedir bu pislik? Apartmanın içine kokudan girilmiyor!” diye bağırmış, ay sonuna kadar evi boşaltıp temizletip badana yaptırmadığı takdirde belediyeye gidip kedilerini zorla attırmakla tehdit etmişti. Bu ise yeni bir ev, yeni harcamalar anlamına geliyordu. Kedilerin vitaminleri, ilaçları ve kısırlaştırma ameliyatları da bayağı tutuyordu. Fazladan hiçbir harcama çıkmasa bile eskiden borç aldığı birisi gelip şimdi de her üç ayda bir neredeyse gırtlağına basıyor, elindeki bütün parayı alıveriyordu. “Sana borç veririm, ama kedilerine değil” deyivermişti bir zamanlar en yakını olan o arkadaşı bile.Bir panik kapladı içini. “Pisi pisilerim ve ben aç kaldık. Hem de günlerdir!” diye tırnağını kemirmeye başladı. Kendisi o kadar önemli değildi. Zaten son zamanlarda durmadan makarna yemekten iyice şişmanlamıştı. Sonunda biraz zayıflardı ve bu da iyi olurdu, ama ya pisiler? Ya yeni doğanlar? Birkaç gündür memelerinden süt de gelmiyordu. Kedileri ile birlikte o da giderek huzursuzlanıyordu. Evin her yerinden, yatak odasından, koridordan, kapısı kapalı o odanın içinden, mutfaktan kedilerin sesleri geliyordu. Birbirlerini tırmalıyor, zaman zaman da ikişer, üçer gruplar halinde birbirleri ile dalaşıyor ve avazları çıktığı kadar bağırıyorlardı. Havada kedi tüyleri uçuşuyordu. Bağırışlar şiddetlenince, apartmanı, mahalleyi ayağa kaldırmasınlar diye bir süre için pencereleri bile kapatmak zorunda kalıyordu o zaman. Gidip kavgaya tutuşanları yatıştırıyor, onlara yemeğin çok yakında hazır olacağını söylüyordu. Ne ki, kısa bir süre sonra günlerdir evin içinde birikmiş kedi idrarı ve kakasından oluşan o yakıcı havaya kendisi bile katlanamaz oluyor, gidip yine pencereleri açıyordu. En son gelen temizlikçi bile on dakika dayanamamış, yol parasını bile istemeden kaçıvermişti. Kediler üçüncü kattan aşağıya düşmesinler diye pencerelere tel bile taktırtmıştı. Tele kadar sıçrıyorlar, bazen tırnakları tele takılıyor, kurtuluncaya kadar da öyle asılı kalmış, bağırıp duruyorlardı. Bazıları da gelip hafifçe ayaklarını, ellerini tırmalıyor, ısıracaklarmış gibi yapıp kaçıveriyorlardı; onlar kendisine hep yakın olanlardı.

Bir tanesini daha küçücük bir yavru iken yolun kenarında buluvermişti. Açtı ve öylece bir kenara sinmiş ağlayıp duruyordu. Yavru pisi onu görür görmez kafasını ona doğru çevirmiş neredeyse yalvarmaya başlamıştı. O da “İşte koruyucu meleğin geldi!” demiş ve kaptığı gibi eve getirip ötekiler ile tanıştırmıştı. Sanki bunu anlamıştı pisi. Yanından hiç ayrılmamıştı o günden sonra. O da annelik yapmıştı yavrucuğa. Böyle birkaç tane daha vardı. Onun eline doğmuşlardı ki soyunup pisilerinin yanına uzandığı zaman onları başka bir odaya götürüp kapatırdı.

Yiyecek birşeyler istiyorlardı birkaç gündür. Geriye tek birşey mi kalıyordu? Biraz daha düşünmeliydi, ama düşünecek birşey mi kalmıştı ki? Belki o güne kadar hiç borç istemediği, aramadığı birisi kalmış mıdır, diye sordu kendi kendine.Uçan kuşa borcu vardı. Bunu herkes biliyordu. Yüzünü kızartıp kimden biraz birşeyler isteyebilirdi şu anda? “Hayır!” diye düşündü, artık kimseden birşey istemeyecekti. Böyle durumlarda içtiği haplardan birisine uzandı eli. Bunalıma karşı son umut... Hem kendi açlığına hem de pisilerinin açlığına karşı son çare... Pisi pisileri için en güzel ziyafet! Bütün dünyanın umudu bunlara kalmamış mıydı? Herkes leblebi gibi kullanıp duruyordu. Bir başka son umut da aslında en son tanıştığı, daha doğrusu yıllar önce tanışmış olup da yıllar sonra aradığı o müzisyen eskisi olmamış mıydı? Belki birşeyler de olurdu aralarında. Hem “Kedileri çok severim ben” dememiş miydi? Ne ki kapıdan içeri adımını atar atmaz, arkasını dönmüş, “Kusura bakma, sonra uğrarım ben!” diyerek öğürmeye başlamıştı. “Bunlar da senin için” dedi, “Mide bulantına iyi gelir. Kimbilir bana gelirken kafanda ne hayaller kurmuştun?” Evet, çözüm yolunu bulmuştu şimdi. Bütün hepsini bitirecekti. Eline ne geçerse!

Evin içini sıcak mı basıyordu, ne? “Belki de pencerelerden birisini açmalı. En iyisi yine soyunmak,” dedi kendi kendine, “Bak sana hayal ettiklerini de göstereyim.” Elbisesini, iç çamaşırlarını yavaş yavaş çıkarırken pisi pisilerini de yanına çağırıyordu. Çamaşırlarını sallayıp sallayıp oyunlar yapıyor, onları havalara zıplatıyordu. Yatağının üzerine çırılçıplak uzanıverdi. Birkaçı üzerine atladı hemen. Orasını burasını koklayarak gezinmeye başladılar her yerinde. Gıdıklanıyor, kedi pençelerini çıplak bedeni üzerinde hissetmekten tuhaf bir zevk alıyordu. “Birlikte müzik mi yapacağız sanıyordun? Gelin pisilerim, gelin!” diyerek ötekileri de yanına çağırıyordu. “İşte, ben de pisi pisili Madonna’yım. Sahneye de böyle çıkmalıydım. Çırılçıplak ve bütün bedenim pisi pisilerim ile kaplanmış!... Sahnenin orta yerine böyle uzanmalıydım. Kediciklerim de üzerimde oynaşıp dururlardı. Her yerimi onlara vereceğim işte. Size hiçbir şey kalmayacak. Bu haplar da o alkışlar için!...”

Ya o sarhoş herif? Ona ne demeli? Ne kadar da gençti o zamanlar! Koca bir şişeyi devirivermişti de sonra “İlk erkeğin ben olacağım” diye tutturmamış mıydı? Bıyıklarını orama, burama sürtüp beni uyarmak için nasıl da uğraşmıştı? “Hani boşanacaktın da evlenecektik? Bak, bunlar da nikah şekerlerimiz yerine... Pembe hapları bunun için ayırdım. Sen de al. İyi gelir! Pisi pisiciğim, fazla acıtma canımı ama öyle. Ne biçim ısırmak bu böyle?”
Hele herkesin en akıllısı geçinen ne demişti elini bacağında gezdirip okşarken? “İyisi mi sen sokak kedilerinin sayısını azalt. Birilerine filan ya da bir kedi çiftliğine ver onları. En iyisi şu iyi cins olanları çoğalt ki bize para da kazandırsınlar. Meraklılarına yüksek fiyattan satarsın! Yoksa birlikte hiçbir zaman yaşayamayız!” Peki sokak kedileri ne olacaktı o zaman? O zaman onlara kim bakacaktı? “Bu yeşil haplar da senin için!” dedi, “Sokak kedilerinden kurtulmak isteyen senin için!” Gitti, kasetçalara hareketli bir parça koydu, “Hem de biraz dans etmiş olursun” diye ekledi.

Kendini yavaş yavaş bırakmaya başladı. Bu kadar hızlı etki yapacaklarını tahmin etmemişti. “Pisi pisilerim için en güzel ziyafet ve yemek müziği!” dedi kendi kendine, “Onlar bunun ancak tadını alabilirler, ama niçin olduğunu bir tek ben biliyorum!”

O sıralarda hâlâ kendindeydi; birşey hissetmemeye başlamıştı, ama hâlâ geriye dönüşü vardı herşeyin. Gözlerini kapadı. Kedilerin biri gelip diğeri geçiyordu üzerinden. Hepsi de onu ne çok sevdiklerini gösteriyordu. Hepsi de ondan bir parça koparıp gidiyordu. Etinin yavaş yavaş bir tüy yumağına dönüştüğünü ve kendisinin de bir pisi pisi olmaya başladığını hayal ediyordu. Onlarca kediye bölünmek nasıl bir mutluluktu ki? Birden aklına o çocukluk aşkı geldi. Gülümseyen yüzü ile ona bakıyordu. Bir tek o mu sevmişti onu da şimdi böyle hâlâ kapıda elinde bir demet çiçek ile bekliyordu? “Pisi pisilerimin yalnız prensi... O bembeyaz yavrucukları da nereden bulmuş öyle? Beni o zaman gerçekten sevdiyse, şimdi de tabii ki gelecekti” diye geçirdi içinden, “Pisi pisilere birşeyler versin, bari!”

Refik Algan

Hiç yorum yok: