14 Şubat 2013 Perşembe

Google Body ile insan vücudunu tanıyın

Google ilginç servislerine bir yenisini daha eklemiş.



 Son servisin adı Body yani Vücut.

Bu servis sayesinde insan vücudunda yer alan organları, dokuları, kemikleri vs. yakından tanıma fırsatı buluyorsunuz. Bazen şuram ağırıyor buram ağırıyor diyen ama orda hangi organın bulunduğunu bilmeyen biriyseniz bu sayfayı sık kullanılanlar listenize ekleyin. Ayrıca tıp okuyan öğrenciler için de eşi bulunmaz bir hazine.



Google, yeni uygulamasını resmi olarak çıkarmadan önce WebGL-destekli tarayıcılarda ya da Firefox ve Google Chrome beta versiyonlarında tanıtım amaçlı sundu. Google Body Browser buradan ( http://www.zygotebody.com/no_webgl.html)  yüklenebiliyor. WebGL’nin Firefox dahil internet tarayıcılarının çoğunun yeni versiyonlarında standart haline gelmesi bekleniyor.

12 Şubat 2013 Salı

Çalar Saatler

Teknolojinin gelişmesiyle çalar saatler insanları uyandırmak için çeşitli özellikler kazandı. Siz de normal çalar saatlerle uyanmakta zorlanıyorsanız bu saatler tam size göre:

Uyku Döngüsü Saatleri

Hareketlerinizden uykunuzun hangi evresinde olduğunuzu analiz ederek sizi en hafif uykunuzdayken uyandırır.

Kaçan Saat

Alarm saati odanın içerisinde tekerlekleri sayesinde bir oraya bir buraya döner durur.  Alarmın susması için saati yakalamak zorundasınız.

Pervane Saat

Alarm zamanı üzerindeki pervaneyi fırlatarak ötmeye başlar. Alarmın susması için pervaneyi yuvasına takmalısınız.

Para Saatleri

Siz ertele tuşuna bastıkça bir hayır kurumuna bağış yaparsınız. Miktar giderek artar. Ya da geceden saate yerleştirdiğiniz paranın alarm susturulmadıkça parçalanması esasına dayanan modelleri de vardır.

8 Şubat 2013 Cuma

binge eating nedir?

berbat bir hastalık. Aslında bunun gibi iki hastalık var.

Compulsive Eating Disorder: Yani "Zorlayıcı Yeme Bozukluğu", bu hastalığa sahip olan kişi sürekli ve sürekli bir şeyler yeme ihtiyacı hissediyor. Örneğin bir çikolata yiyor, salona oturuyor ama rahat edemiyor, gidip bir tane daha yiyor. Sonra sokağa çıkıyor, bakkalın önünden geçerken bir bisküvi alıyor ve yiyor.

Binge Eating Disorder: Aşırı yeme bozukluğuna sahip bir kişi ise yemeğe başladığı an kendisini asla frenliyemiyor. Ancak midesi yediklerinden iyice şişip karın kaslarına baskı yaparak dayanılmaz ağrılar oluşturmaya başladığı an (mecburen) durabiliyor. Bu hastalığa sahip kişilerin bazen bir günde 30.000, hatta 50.000 kalori tükettiği oluyor.

Her iki hastalığa sahip kişiler ikide bir yemek yiyor ve patlayana kadar yiyor. Sanırım anladınız.

Şimdi biri beni bu beladan kurtarsın!


Aşırı Yeme Sendromu


Kilo problemi olan hastaların büyük bir grubu tekrarlayan “tıkınırcasına yeme” ya da “kontrolü kaybederek yeme” dönemleri yaşar. Tıkınırcasına yeme sendromunda ne yenildiğinin ve ne kadar yenildiğinin kontrolü kaybolur.

·          Herzamankinden hızlı ve fazla yenir
·          Patlayacakmış hissi yaşanana kadar yenmeye devam edilir.
·          Fiziksel açlık çekilmemesine rağmen oldukça çok miktarda yenir.
·          Tıkınırca yerken utanma duygusu eşlik ettiği için genelde yalnız yenir.
·          Aşırı yemeden sonra suçluluk duygusu, iğrenme ve depresif bir durum görülür.
   
Eğer yukarıda sayılanlar sıkça tekrar ediyorsa kilo problemi ile birlikte ya da kilo problemi olmaksızın  Tıkınırcasına Yeme Bozukluğundan bahsedilebilir.

Görülme Sıklığı
Tıkınırcasına yeme  bozukluğu son zamanlarda tanısı konulan ama en yaygın yeme bozukluklarından biridir. Obezlerin yüzde 20'sinde görülmekle birlikte, kilosu normal kişilerdeki görülme sıklığı da azımsanmayacak kadar çoktur. Kadınlarda görülme sıklığı erkeklere göre daha fazladır. Genç yaştan beri diyet yapanlarda ve yo-yo diyeti (sık sık kilo alıp verme) yapanlarda daha sık görülmektedir.

Tıkınırcasına yeme davranışına şunlar neden olabilir:

·          Hoş olmayan duygudurumları: Kaygı, sıkıntı gibi olumsuz duygular ve depresyon en temel nedenidir.
·          Çok uzun aralıklarla çok az yemek: Bu durum fizyolojik mahrumiyet yaratarak kişiyi aşırı yemeye iter.
·          Aşırı sıkı diyetlere uymayı denemek: Mükemmeliyetçi bir tutum takınmak, kaçamakları ya hep ya hiç ilkesiyle değerlendirmek ve bir kere kaçamak yapınca diyeti terk etmek gerektiğine inanç tıkınırcasına yeme davranışını tetikler.

   Bu tip yeme dönemlerini durduracak yöntemler şu başlıklarla açıklanabilir:

·          Yeme stili oluşturmak. Yiyeceklerin nerede ve nasıl yeneceği önemlidir. Yeme üzerinde kontrol sağlanmasına yardımcı olur. Bu nedenle evde veya iş yerinde önceden belirlenen bir yer yemek yeme yeri olmalıdır. Böylece kişi bu yerin dışında yediği zaman atıştırma yaptığının farkına vararak zamanla kontrolünü arttıracaktır.
·           
·          Kaçınılan Yiyecekleri Yeme Listesine Eklemek . Eğer yiyecekleri “iyi yiyecek” ve “kötü yiyecek” olarak ayırıyorsanız ve asla “kötü yiyecekler”i seçmemeye eğilimliyseniz“ya hep ya hiç” düşünme stiline sahipsiniz demektir. Bu tip bir diyet katı ve kolay kırılır. Herhangi bir kuralı yıkma durumu algılandığında ise aşırı yeme davranışı ortaya çıkar.Eğer bu tip bir problem yaşıyorsanız aşamalı olarak yemek seçmeli ve kaçındığınız yiyecekleri zamanla listenize koymalısınız. Hiçbir yiyeceğin sakıncalı olmadığını bilmeli ve istediğiniz yiyeceklerden az miktarda yeme konusunda kendinize izin vermelisiniz.

·          Tıkınırca Yemeye Yol Açan Nedenleri Keşfetmek.  Tıkınırcasına yeme durumu söz konusu olduğunda, ne yediğinizi, ne kadar yediğinizi, yerken ne hissettiğinizi ve son günlerde neler yaşadığınızı not alın. Not almanız sizi nelerin tetiklediğini fark etmenize yardımcı olacaktır. Bununla birlikte asıl problemi nasıl çözebileceğinize dair bir plan yapabilirsiniz. Gerektiğinde psikoloğunuzdan bu konuyla ilgili destek alabilirsiniz.
"kendinizi mutsuz hissettiğinizde yemek yiyerek keyif bulmaktan biraz farklı bir durum maalesef. yedikçe keyif değil kalorilerle beraber bünyeme bir de agresyon yüklediğim bir eylem bu. kendime, hayatıma, aileme, seçimlerime, başarısızlığıma, bedenime, herşeye bir agresyon hali ve sonunda da hepsine zarar verme amacıyla daha da çok tıkınmak. kendine vücudunun artık kabul etmek istemediği kadar çok besini, hem de hiç bir keyif amacı gütmeden tıkmak. en acıklısı da "kiloma biraz dikkat edeyim" deyip önünüze çıkan gerçekten sevdiğiniz leziz yemekleri yemeyip, bir kaç saat sonra gelen atakla; günlerdir birileri üşendiği için çöpe gitmemiş artıkları mideniz isyan etse de yemek borusundan yolculuğa uğurlamaktır. "

7 Şubat 2013 Perşembe

bağışlanmış böbrek bir japon vatandaşı tarafından bağışlanmamışsa bir japon o böbreği kabul etmez!


"Bazen bu Japonların milliyetçilikleri beni çıldırtacak. Adam ölüm döşeğinde acil bir böbreğe ihtiyacı var. Böbrek bulunamazsa fazla yaşamayacak. Harıl harıl beyimize uygun böbrek aranıyor. Sonunda tüm dokularıyla vücuduna uygun bir böbrek bulunuyor... Bu sefer de beyefendi kabul etmiyor. Tek neden de böbrek sahibinin Japon vatandaşı olmaması. Japon hastaların yabancı uyruklulardan alınan organları kabul etmemeleri ancak Japon vatandaşlarından alınacak safkan organları tercih etmeleri doktorlara zor anlar yaşatıyor. Japon hastaların milliyetçilikleri yüzünden Japon vatandaşlarından alınan organlara milyonlarca yen fazla vermeleri ise bazı uyanıklara yeni iş olanakları sağlıyor. Japonya’nın sanayi kenti Osaka‘da uyanık girişimci kendisini halkla ilişkiler sorumlusu olarak tanıtıp büyük şirketlerin müdürlerine mektup göndererek, müşterisi olan bir erkek hasta için böbrek aradığını belirtiyor. Mektubunda aradığı böbreğin tıbbi tanımlamasını yaparken ısrarla orijinal Japon böbreği olması gerektiğini söyleyen uyanık girişimci, şirket çalışanları arasında böbreğini satmak isteyen Japon vatandaşı olursa 5 milyon yen karşılığında hemen alabileceğini de sözlerine ekliyor. Müşterisinin yabancılardan alınacak organlara güvenmediğini ve o tip böbreklerden hastalık kapmaktan korktuğunu belirten uyanık, böbreğini satmak isteyen Japonların her türlü tıbbı masraflarının da tarafından karşılanacağı garantisini veriyor."

siz siz olun japonya'da taksinizin kapısını kendiniz açmaya çalışmayın!


"Ne bu canım, böyle tüm taksiler pırıl pırıl ben böyle temiz taksiye binmeye alışkın değilim. Dünyanın hiçbir yerinde bu kadar temiz taksi yok. Hem artık siz bu temizlik işini abartınız canım. Makam arabasına mı biniyoruz, taksiye mi? Yoksa eve mi konuk mu oluyoruz? Belli değil.
Kir belli olsun diye tüm taksilere dantelli beyaz örtü takılır mı? Dünyada tüm taksi şoförleri kir belli olmasın diye koyu renkli koltuk kılıflarını tercih ederken siz tam tersini yapıyorsunuz. Biz küçükken, televizyon ve telefon gibi son teknoloji ürünü eşyalar yeni alındığında annem onların üzerine beyaz dantel örtüler orterdi. Ama hergün yüzlerce insanın inip bindiği taksiye beyaz örtü koymak hiç akıl karı değil. Hem şoförlere de yazık canım. Günde 3 defa örtü değiştiriyorlar. Gerçi siz de temiz tutmaya gayret gösteriyorsunuz ama ne de olsa örtüler beyaz.
Hadi beyaz örtüleri anladık diyelim, kapıların otomatik açılıp kapanmasına ne demeli. Neymiş efendim kapı kolları kirli olabilirmiş. Müşterilerin kapı kollarına ellerini sürüp kirletmemeleri için kapılar otomatik olarak açılıp kapanıyormuş. Bu bana hiç inandırıcı gelmiyor. Madem sırf yolcuların eli kirlenmesin diye bu otomatik kapıları koyuyorsunuz. O zaman ben taksilerin kapısını kendim açmaya çalıştığımda niçin bana kızıyorusunuz. Tamam şimdi öğrendim ama ilk geldiğim zamanlar, taksi şoförlerinden az fırça yemedim. Ben nereden bilebilirdim kapılarınızın otomatik açılıp kapandığını. Diğer yabancılar da benim gibi kapılarını kendileri açıp kapamak istedikleri için onları taksilerinize almamak da ne oluyor. Hiç yakıştıramadım."

Japonya'da arabaya park yeri bulmak



"Park yeri olmayan veya park yeri kiralamayan bir Japonun araba alma hakkı bile yok. Öyle park yeri deyip geçmeyin. Kolay kolay bulunmuyor. Eğer müstakil bir evde oturuyor ve evinizin özel bir garajı varsa sorun yok. Trafik tescil şubesine evinizin belediyeden onaylı imar planını gösterip park yeri sahibi olduğunuzu ispat ederek hemen plakanızı alabilirsiniz.
Apartmanda otuyorsanız işiniz daha zor. Eğer apartmanın yeterli sayıda park yeri varsa apartman idaresine başvurup, evinizin bulunduğu mevkiye göre 200 ila 600 dolar arasında değişen aylık kira karşılığı bir park yeri kiralayabilirsiniz.
Yok eğer apartmanınızın yeterli sayıda park yeri yoksa işte o zaman yandı gülüm keten helva. Hiç şansınız yok demektir. Doğru bir emlakçıya gideceksiniz ve evinizin yakınlarında bir park yeri olup olmadığını soracaksınız. Emlakçınız size evinize beş dakikalık bir yürüme mesafesinde 400 dolar civarında bir aylık kira bedeli karşılığı bir park yeri buldu. (Gerçi bu pek mümkün değil ya neyse buldunuz diyelim).
Önce park yeri sahibine park yerini size kiralamayı kabul ettiği için bir kira bedeli teşekkür parası vereceksiniz. Yani parası mukabilinde de olsa sahip olduğu park yerine arabanızı parketmenize müsaade ettiği için para vereceksiniz.
Park yeri sahibine bir kira bedeli teşekkür ettikten sonra, park yerine herhangi bir zarar vermeyeceğiniz konusunda onu ikna edeceksiniz ve park yerine bir zarar vermeniz karşılığında el konulmak üzere bir aylık depozit vereceksiniz.
Şimdi ‘açık park alanına nasıl zarar verilir’’ demeyin. Daha ben de nasıl zarar verilebileceğini tespit edemedim. Ayrıca durun daha yapacağınız ödemeler var. Bir kira bedeli de emlakçınıza vermek zorundasınız. Sizin için uğraştı, didindi ve sonunda bir park yeri buldu. Eh parayı hakketti yani.
Anlayacağınız vasat bir semtte çok sıradan bir otopark alanında bir park yeri kiralayabilmeniz için teşekkür parası, depozit ve emlakçı parası derken binbeşyüz dolara yakın para harcayacaksınız. Her ay vereceğiniz 400 dolar da cabası. Temiz ikinci el bir otomobilin bin dolara alındığı bir ülkede araba alabilmek için bir de binbeşyüz dolar vererek park yeri kiralamak pek akıllıca gelmiyor ya neyse."

japonya'da araba da ne yapılır?


"İşte size on puanlık uzman sorusu, araba kullanırken ne yapabilirsiniz?
Müzik dinleyebilirsiniz, cep telefonu ile konuşabilirsiniz, Yanınızdaki ile muhabbet edebilirsiniz, sigara tellendirip, çay kahve içebilirsiniz. Başka eh varsa küçük televizyonunuz, televizyon seyredip oranızı buranızı kaşıyabilirsiniz. Hepsi bu değil mi?

Hayır eğer Japonsanız yapacak daha çok şey var. Örneğin araba kullanırken makyaj yapabilirsiniz. Öyle bozulan makyajınızı tazelemenizden bahsetmiyorum. Sıfırdan oturup makyaj yapmaktan bahsediyorum.
Sabah işe yetişmek için acele ile sokağa fırlayan bayanlar tüm makyajlarını araba kullanırken yapabiliyorlar. Saçlarına fön çekmek dahil. Veya iş çıkışı bir partiye yetişmek zorunda olanlar makyajlarını tazelemenin yanı sıra elbiselerini bile değiştirebiliyorlar.
Hatta bazı Japon sürücüler kırmızı ışıkta beklerken birkaç saniye bile olsa uyuyabiliyorlar. Ama tabi bu süre içinde derin uyuya kalma tehlikesi de yok değil. Geçen akşam trafiğin en yoğun olduğu saatlerde kalabalık caddede kırmızı ışıkta bekleyen araçlardan birinin şoförü mışıl mışıl uyuyordu. Diğer araç sürücüleri de uyuyan şoförü rahatsız etmemek için korna bile çalmadan arabanın etrafından dolaşıp yollarına devam ediyordu.
Bir ara inip uyandırayım diye düşündüm ama baktım diğer Japonlar korna bile çalmıyor, Herhalde bir bildikleri vardır. deyip ben de diğer Japonlar gibi hiç gürültü yapmadan yanından dolaşıp yoluma devam ettim."

Japonlar on dinleyip bir konuşuyor..


Karşısındakinden on cümle dinliyor ancak bir cümle konuşuyorlar.
Otelde resepsiyon görevlisine para vereceksiniz, belki onbeş dakika rahatlıkla bekliyorsunuz.
Garsona yemek siparişi veriyorsunuz azamî yarım saat oturmak zorundasınız.
Bunu “tembellik” olarak değerlendirmeyin.
Mükemmeli yapmak için hazırlanıyorlar.
Devlet Bakanı Recep Önal “Temaslarımda net bir şey görüyorum. Japonlar çok iyi düşünüyorlar. Bizim basit teferruat diye üzerinde durmadığımız konuları defalarca anlattırıp dinliyorlar. Önemli olan Japonlar’a konunuzu iyi anlatmak... Belki saatler, günler sürebilir. Yorulursunuz, canınız sıkılabilir. Sonuca böyle ulaşabilirsiniz” diyor.
Önal, Japonlar’ın İstanbul Boğazı Tüp Geçişi, Yap-İşlet-Devret projeleri ve Bozüyük-Mekece otoyoluna anahtar teslimi talip olmaları için mücadele verdiklerini de sözlerine ekliyor.

Japonya'da Zorunlu trafik dersi



Japonların yaptıkları da insan haklarına sığmaz. Neymiş efendim trafik kurallarını ihlal edildiği için sadece para cezası ödemek yetmezmiş. Kuralların ihlal edilmesi cahilliğin göstergesiymiş ve bu yüzden de kesinlikle eğitilmek gerekiyormuş.
Öyle eğitimden kaçış yok, ‘‘size ne kardeşim, ben cahil doğdum cahil öleceğim’’ diyerek, bu işten kurtulamıyorsunuz. Japonya‘da ehliyetler üç senelik veriliyor ve bu süre içinde bir trafik suçu işlediyseniz, özel bir eğitimden geçmeden yeni ehliyetinizi alamıyorsunuz.
Diyelim arabanızı yol kenarına park etiniz. Polis gördü ve ceza yazdı. Siz de paşa paşa 16 bin yen (yaklaşık 125 dolar) nakit para cezasını ödediniz. Ama bununla kurtulduğunuzu sanıyorsanız yanılıyorsunuz. Bu işin sadece para ödemekle bitmediğini ehliyetinizi yenilemeye gittiğinizde anlıyorsunuz. Ama artık çok geç.
Polis merkezinde diğer cahil arkadaşlarınızla bir sınıfa dolduruluyorsunuz. İşte asıl eziyet şimdi başlıyor. Emekli polis memurları uzun uzun anlatıyorlar. Sonra da aynı hataları tekrarlarsanız başınıza gelebilecek felaketleri konu alan acıklı bir film seyrediyorsunuz.
Film sonunda yapılan küçük testi başarı ile geçip eğitildiğinizi kanıtlayabilirseniz, yeni ehliyetinizi almaya hak kazanıyorsunuz. Yok başarılı olamazsanız sil baştan herşeye yeniden başlayacaksınız.
Bu kadar işkence yetmemiş olacak ki, Japonlar yeni trafik kanunu hazırladılar. Altı ceza puanını dolduran, 16 bin yen para cezası ödedikten sonra ya üç saat boyunca caddelerde görevlilerle beraber park yapılmaz broşürleri dağıtacak, ya da üç saat boyunca bir emekli trafik polisi eşliğinde araba kullanacak. Yok bunların hiçbirini yapmazsa, 30 gün boyunca ehliyeti elinden alınacak.
Öyle altı ceza puanı deyip geçmeyin. Bir kırmızı ışık ihlali ve iki park yeri ihlali etti size altı puan. Her ceza için 16 bin yen'den toplam 48 bin yen cezanın ardından, bir 16 bin yen daha ceza ödedikten sonra diğer eziyetlere katlanamam.

Japonlar ASLA ‘HAYIR’I KULLANMAZ



Bir Japon için güven, her şeyin başıdır, kesinlikle size yüzde yüz güvenmelidir.
Japon'la konuşurken çok dikkatli olun. Gözünüzden, mimiklerinizden, beden dilinizden numara yapıp yapmadığınızı kesinlikle anlar. Beyaz yalanı bile kabul etmezler.
Siz ve firmanız hakkında çok derin araştırmalar yapar.
Dürüst değilseniz, Japon gözünde hiçbir değeriniz yoktur.
Söylediklerinizi uzun uzun not alır, asla unutmaz.
Aile yaşantısına çok önem verir.
Kravatlı olun ve koyu renkli giysileri tercih edin.
Japonya'da hayır kelimesi hiç kullanılmaz, en büyük hakaretlerden biridir. Evet'in bazı tonlamaları, onlarda hayır anlamına gelir. Bazı bakışlar, hareketler de hayır anlamına gelir.
Saygı çok önemlidir. Ciddiyetinizi hiç bozmayın, ağzınızdan çıkacak kelimeyi dokuz kere düşünün.
Japon ihaneti ve suistimali asla affetmez.
Japonya'da paraşütle inme, tepeden inme diye bir şey yoktur. Üst makamlara alttan yetişenler gelir.

JAPONYA

Japonya ve Japonlar hakkında bilgi


* Japonya'nın % 70'inden fazlası dağlarla kaplı. Japonya'da ülkenin sembollerinden olan Fuji yanardağı da dahil olmak üzere 200'den fazla yanardağ var.

* Japonya'da okuma - yazma oranı % 99'un üzerinde.

* 128 milyon nüfusu ile dünyanın en kalabalık 10. ülkesi ve 30 milyonluk nüfusu ile dünyanın en büyük metropolitanı olan Tokyo bu ülkede.

* Basaşi (çiğ at eti) ve suşi (çiğ balık eti) sevilen yemeklerin başlıcalarından.

* Japonya'da işsizlik oranı % 4'ün altında.

* 82,6 yaş ile dünyanın en fazla ortalama yaşam süresine sahip ülkesi. Türkiye ise 71,8 ile 98. sırada. ne dersiniz biz de basaşi ve suşi yemeye başlarsak o kadar uzun yaşayabilir miyiz acaba?

* İrili ufaklı 6800 adet adadan oluşan Japonya'da tarım arazisi çok sınırlı, bu nedenle meyve ve sebze fiyatları çok yüksek. Mesela bir kavunun fiyatı 15000 YEN, yani 270 TL!

* Japonya dünya da Singapur'un ardından en az cinayet vakası görülen 2. ülke.Fakat dünya'nın en büyük intahar ormanı olarak bilinen Aokigahara 'da japonya sınırları içerisinde.

* Japonya'nın geleneksel sporu sumo güreşi. Yeni sumo güreşçileri usta -çırak ilişkileri dahilinde deneyimli Sumo güreşçilerine banyo yaptırmakla görevli ve bu banyoya ulaşılması zor olan bölgeler de dahil!

* Japonya dünya animasyon film pazarının % 60'ını elinde tutuyor. Ve bu ülkede 120 'den fazla animasyon seslendirme okulu bulunmakta.

* Japonya'da mahkemeler acımasızlığıyla bilinmekte, açılan davaların % 90'ından fazlası mahkumiyetle sonuçlanıyor. Ülkede hapishaneler %100'ün üzerinde kapasite ile çalışıyor.




6 Şubat 2013 Çarşamba

marquis de sade - dolandırıcılar



şu ara sadizmin babası marquis de sade 'in bu kitabını okuyorum.(okuyordum, bitti:)

güzel kitap, sürükleyici.. marquis'in her kitabında olduğu gibi toplum tarafından ahlaksız olarak nitelendirilebilecek cümleler mevcutsa da okunmaya değer bence. olayların sonlanış biçimleri alışılagelmişin dışında ve ütopik. insanın beyninde yeni sinir yolları oluşmasını sağlıyor. ben sevdim,, okumanızı tavsiye ederim.

Arka kapak'tan

"Birçok dikkatsiz kadın, kendilerine bir sevgili bulmaksızın ve kocalarını da karşılarına almaksızın, her türlü cilveleşme yöntemine açıktır. Ama bu yöntemle kendilerini, bekleyen kaçınılmaz sondan daha tehlikeli bir sona sürüklerler. Bu bağlamda, sözünü açtığımız bu konuya en çok uyacak olay ise kuşkusuz Languedovc markizinin başına gelenlerdir.

Aklı bir karış havada, delidolu, neşeli ve açık görüşlü nazik bayan Guissac, Aumela baronuyla yaptığı mektup alışverişlerinin bir sorun yaratmayacağına inanıyordu. Böyle düşünmesinin başlıca nedeni bu mektupların zaten ortaya çıkmayacağına olan inancıydı; hatta bayan Guissac'a göre bu mektuplar bir gün ortaya çıkacak olursa da kocasına şöyle veya böyle masumiyetini kanıtlayacağına inanıyordu. Ancak yanılıyordu..."



" Bu saatten sonra sende fırtına kopsa bende yaprak oynamaz. " " Boris Vian"

5 Şubat 2013 Salı

bohem hayat


Bohem hayatı yaşanmaya değer olan yegane hayattır. Tüm diğer yaşam türleri sadece sıradandır; onlar hayatı tutkulu ve yoğun bir şekilde yaşamaktan daha çok yavaş bir intihar etme yöntemleridir. Geçmişte sanatçı için başkaldırı kaçınılmaz bir şeydi, çünkü yaratıcılık varoluştaki en büyük başkaldırıdır. şayet yaratmak istiyorsan tüm koşullanmalarından kurtulmak zorundasın; aksi takdirde yaratıcılığın kopyalamak dışında bir şey olmayacaktır, o sadece bir karbon kopya olacaktır. Sen sadece bir bireysen yaratıcı olabilirsin, güruh psikolojisinin bir parçası olarak yaratamazsın. Güruh psikolojisi yaratıcı değildir; o daha çok kendini kaybetmiş bir hayatı yaşamaktır. O, dansı, şarkıyı, coşkuyu bilmez; o mekaniktir. Elbette şayet mekanik olursan toplumdan elde edebileceğin birkaç şey vardır. Saygınlık elde edeceksin, onurlandırılacaksın. Üniversiteler senin için, senin adına kürsüler açacak; ülkeler sana altın madalyalar verecek, en sonunda bir Nobel sahibi olabileceksin. Ancak, tüm bu şeyler çirkindir. Dahi bir adam tüm bu saçmalıkları, bunların birer rüşvet olması nedeniyle reddedecektir. Bir kimseye Nobel ödülü vermek basitçe, senin kurulu düzene verdiğin hizmete saygı duyulduğu, yanlış yönlere sapmamış olduğun, itaatkar, iyi bir köle olduğun için onurlandırıldığın, senin herkesin gittiği yolu izlemiş olduğun anlamına gelir. Yaratıcı, herkesin gittiği yolu izleyemez. O kendi yolunu arayıp bulmak zorundadır. O hayatın balta girmemiş ormanlarını araştırmak, tek başına gitmek, sürü zihninden, kolektif psikolo jiden ayrılmak zorundadır. Kolektif zihin dünyadaki en düşük seviyeli zihindir; ahmak denenler bile kolektif budalalıktan biraz daha üstündür. Ancak, kolektifliğin kendine özgü rüşvetleri vardır: şayet onlar kolektif zihnin yöntemlerinin yegane doğru yol olduğu konusunda ısrarcı olmaya devam ederlerse insanlar tarafından onurlandırılır, saygı duyulurlar. Geçmişte her türlü yaratıcının - ressamlar, dansçılar, müzisyenler, şairler, heykeltıraşlar - saygınlıktan vazgeçmek zorunda olması sadece bir gereklilikti. Onların bir türden bohem hayatı, bir serseri hayatı yaşaması gerekiyordu; onların yaratıcı olmak için tek seçenekleri buydu. Bu gelecekte böyle olmak zorunda değildir. şayet beni anlarsan, şayet söylediğim şeyde bir hakikat olduğunu hissedersen, o zaman gelecekte herkes bireysel olarak yaşamalıdır ve bir bohem hayatına ihtiyaç kalmayacaktır. Bohem hayatı sabit, ortodoks, gelenekçi, saygıdeğer bir hayatın yan ürünüdür. Benim çabam kolektif zihni yok etmek ve her bireyi kendisi olmak için özgürleştirmektir. O zaman bir sorun yoktur; o zaman istediğin şekilde yaşayabilirsin. Aslında insanlığın gerçekten doğduğu gün, bireyin kendi başkaldırısına saygı duyulduğu zaman olacaktır. İnsanlık henüz hala doğmamıştır; o hala rahimdedir. Senin insanlık olarak gördüğün şey sadece bir hokus pokus olayıdır. Her kişiye kendi tarzında mutlak bir özgürlük vermediğimiz sürece ... ve elbette o hiç kimseye karışmamalıdır: Özgürlüğün bir parçası da budur. Hiç kimse hiç kimsenin işine karışmamalıdır. Ancak, geçmişte herkes herkesin işine burnunu sokmuştur; hatta mutlak bir şekilde özel olan, toplumla hiç alakası olmayan şeylerin içine bile. Örneğin bir kadına aşık olursun, bunun toplumla ne alakası vardır? Bu, saf bir şekilde kişisel bir olgudur; bu, çarşı pazara ait bir şey değildir. şayet iki insan sevgiyle birleşmek için hemfikirse toplumun bunun içine girmemesi gerekir. Ancak, toplum onun içine dolaylı yollardan, dolaysız yollardan tüm donanımıyla girer ... polis sevgililerin arasında durur, yargıç sevgililerin arasında durur; ve şayet tüm bunlar yeterli olmazsa toplumlar senin icabına bakacak bir süper polis, Tanrı yaratmıştır. Tanrı fikri banyoda bile senin mahremiyetine izin vermeyen, anahtar deliğinden bakarak senin ne yaptığını gözetleyen bir dikizcidir. Bu çirkindir. Dünyadaki tüm dinler Tanrı'nın sürekli olarak seni izlediğini söyler. Bu çirkindir. Bu nasıl bir Tanrı'dır? Onun herkesi izlemek, herkesi gözlemekten başka işi yok mudur? Göründüğü kadarı ile o, en ilahî dedektiftir! İnsanlığın yeni bir toprağa, özgürlük toprağına ihtiyacı vardır. Bohemlik bir tepkiydi, gerekli bir tepki; ancak şayet benim vizyonum başarılı olursa, o zaman hiç bohemlik olmayacaktır; çünkü insanlara hükmetmeye çalışan sözde kolektif bir zihin olmayacaktır. O zaman herkes kendisi ile barışık olacaktır. Elbette senin hiç kimseye karışmaman gerekir, fakat kendi hayatın söz konusu olduğunda onu kendi istediğin şekilde yaşamalısın. Ancak o zaman yaratıcılık vardır. Yaratıcılık bireysel özgürlüğün güzel kokusudur. [i]"Lütfen yaratıcılık ve disiplin hakkında bir şeyler söyleyebilir misiniz?[/i]" diye soruyorsun. Disiplin güzel bir sözcüktür fakat geçmişte tüm güzel sözcüklerin kötüye kullanılması gibi kötü amaçlarla kullanılmıştır. Disiplin sözcüğü [i]disciple[/i] (mürit) sözcüğü ile aynı kökten gel- mektedir; sözcüğün kökünün anlamı öğrenme sürecidir. Öğrenmeye hazır olan kimse bir mürittir ve öğrenmeye hazır olma süreci disiplindir. Çokbilmiş kimse asla öğrenmeye hazır değildir. Çünkü o zaten bildiğini zanneder; o sözde bilgisinin içinde merkezlenmiştir. Onun bilgisi egosunu beslemekten başka bir şey değildir. O bir mürit olamaz; o, gerçek bir disiplinin içinde bulunamaz. Sokrates, "Bildiğim tek şey var, o da hiçbir şey bilmediğim," der. Disiplinin başlangıcı budur. Hiçbir şey bilmediğin zaman elbette keşfetmek için, araştırmak, sormak için büyük bir özlem ortaya çıkar. Öğrenmeye başladığın an kaçınılmaz olarak başka bir etken takip eder. Öğren- miş olduğun her şey sürekli olarak bırakılmalıdır, aksi takdirde o bir bilgi haline gelecektir. Ve bilgi daha fazla öğrenmeyi engelleyecektir. Gerçek bir disiplin insanı asla biriktirmez; o her an bilmiş olduğu şeylere ölür ve yeniden cahil hale gelir. Bu cehalet gerçekten çok ışıltılı bir hal alır. Işıltılı bir bilmeme halinde olmak varoluştaki en güzel deneyimlerden bir tanesidir. Sen bu bilmeme hali içerisindeyken açık- sındır. Hiçbir engel yoktur, keşfetmeye hazırsındır. Hindular onu yapamaz; onlar zaten bilir- ler. Müslümanlar onu yapamaz, Hıristiyanlar onu yapamaz. Disiplin yanlış yorumlanmıştır. İnsanlar başkalarına hayatlarını disiplin altına almalarını, şunu yapmalarını, bunu yapmamalarını söylemektedir. İnsana binlerce yapılmalı ve yapılmamalı dayatılmıştır ve bir insan binlerce yapılmalı ve yapılmamalıya göre yaşarsa yaratıcı olamaz. O bir mahkûmdur; nereye giderse gitsin karşısına bir duvar çıkar. Yaratıcı bir kimse tüm –meli, -malı'ları yok etmelidir. Onun özgürlüğe ve alana; engin bir alana ihtiyacı vardır. Onun tüm gökyüzüne ve tüm yıldızlara ihtiyacı vardır; sadece o zaman onun özdeki kendiliğindenliği gelişecektir. O nedenle benim disiplinden kastettiğimin On Emir'dekilerle aynı olmadığını anımsa; ben sana hiçbir disiplin vermiyorum, ben sana sadece sana nasıl basitçe öğrenebilir halde kalına- cağına ve nasıl asla bilmiş olunmamasına ilişkin bir iç görü veriyorum. Senin disiplinin tam kalbinden gelmelidir, o senin olmalıdır: Ve arada çok büyük bir fark vardır. Başka birisi sana disiplin verdiğinde, o sana asla uymayabilir; bu sanki başka birisinin elbisesini giymek gibi- dir. Ya çok dar gelecektir ya da çok bol olacaktır ve sen her zaman onların içinde biraz aptal gibi hissedeceksin. Muhammed Müslümanlara bir disiplin vermiştir; o kendisi için iyi olmuş olabilir ama o başka kimse için iyi olamaz. Buda milyonlarca Budist'e disiplin vermiştir; bu kendisi için iyi olmuş olabilir fakat başka kimse için iyi olamaz. Disiplin bireysel bir olgudur; ne zaman onları ödünç alsan, önceden konulmuş prensiplere, ölü prensiplere göre yaşamaya başlarsın. Ve hayat asla ölü değildir; hayat sürekli olarak her an değişir. Hayat bir akıştır. Heraklit haklıdır: Aynı nehrin içine iki kez giremezsin. Aslında, ben senin bir kez dahi aynı nehre giremeyeceğini söylemek isterim; nehir o kadar hızlı hareket ediyor! Kişi her durum karşısında ve onun nüansları hakkında tetikte, uyanık olmak zorundadır. Ve kişi durum karşısında başkaları tarafından verilmiş olan halihazırdaki cevaplara göre değil, ana göre yanıt vermelidir.İnsanlığın ahmaklığını görebiliyor musun? Beş bin yıl önce Manu Hindulara bir disiplin ver- miştir ve onlar hala onu takip etmektedir.

On bin yıl önce Musa Yahudilere bir disiplin ver- miştir ve onlar hala onu takip etmektedir. Beş bin yıl önce Adinatha Jainalara kendi disipli- nini vermiştir ve onlar onu hala takip etmektedir. Tüm dünya bu disiplinler tarafında delirtilmiştir! Onların zamanı geçmiştir, onlar çoktan mezara gömülmüş olmalıydı. Sen cesetleri taşıyorsun ve cesetler kokuyor. Ve sen cesetlerle çevrelenmiş olarak yaşarken, ne türden bir hayatın olabilir? Ben sana anı ve anın özgürlüğünü ve anın sorumluluğunu öğretiyorum. Bir şey şu an doğru olabilir ve diğer an doğru olmayabilir. Tutarlı olmaya çalışma, aksi takdirde ölmüş olacaksın. Sadece ölü insanlar tutarlıdır. Tüm tutarsızlıklarıyla canlı olmaya çalış ve her anı geçmişle hiçbir bağlantı kurmadan, gele- cekle de hiçbir bağlantı kurmadan yaşa. Anı o an bağlamında yaşa ve senin verdiğin karşı- lıklar bütün olacaktır. Bu bütünlüğün güzelliği vardır ve bu bütünlük yaratıcılıktır. O zaman yaptığın şey her ne olursa olsun kendine ait bir güzelliği olur.