19 Ocak 2009 Pazartesi

Gece, Müzik, Şarap ve ateş!

Eğilip dinliyorum derinlerdeki ezgini...

Gece mor perdesini ağır ağır koyultuyor... Yıldızlar usul usul yerleşiyor gökkubbeye... Ay düşürüyor altın yüzünü denize... Şölen az sonra başlayacak... Her şey onlar için hazırlanıyor... Bir kadınla bir erkek için... Kadın, davetten ayrılıp kıyıya iniyor. Ardındaki neşeli sesler, kahkahalar gitgide azalıyor. Sevmiyor kalabalıkları. Yakınlardaki yalılardan birinde arp eşliğinde Ave-Maria'yı duyuyor. Arpın su gibi akan ezgilerine sopranonun pürüzsüz sesi karışıyor. Schubert! Ah, Schubert! Kadın içini çekiyor, elindeki kadehten kırmızı şarabını yudumluyor. Bir zamanlar o da söylerdi Ave-Maria'yı, piyanodan forteye gizemli bir yükselişle... Gözleri sulanıyor. Artık yıllardır söylemiyor, vazgeçmiş, vazgeçirtmişler... Viyana'da eğitim düşleri! Umutlar sönmüş, çoktan unutulmuş... anımsamak istemiyor... soprano yeniden yükseliyor; Ave-Maria! Kadın için bu lirik bir yakarış, açının derin içtenliği, öylesine sakıncasız, kendini bırakış... Teslimiyet!..

Erkek onu, yalnızlığının derinliğinde en duyarlı anında yakalıyor. Kadın öylesine dalmış ki, omuzuna dokunan tüy hafifliğinde, öte yandan sıcacık dokunuşla irkiliyor, "Nasılsın?" diye soruyor erkek. Kadın dönüp ona yalnızca gülümsemekle yetiniyor. Göz göze geliyorlar. Bu aslında şarkını büyüsü. Ave-Maria'nın, içe işleyen gizemli o büyük duanın...

"Onu tanıyorum," diyor erkek."Kimi?" diye soruyor kadın. "Ave-Maria'yı söyleyen sopranoyu. Yaz dinlencelerinde dostlarına evinin kapılarını açar, özel dinletiler verir."

"Onu tanımak isterdim."

"İstersen, oraya gidebiliriz. Bu gece zaten davetliydim."

"Neden gitmedin?"

Erkek yanıtlamıyor, gözlerini kadına dikip hemen uzaklaştırıyor. Sonra yumuşak bir sesle,

"Seni oraya götürmemi ister misin?" diye soruyor.

"Onu konuklarıyla birlikte değil, buradan dinlemek istiyorum."

"Nasıl istersen", diyor erkek, her zamanki doğal, baştan çıkaran ağırbaşlılığıyla. O sırada soprano Ave-Maria, diye yeniden yükseliyor. Ezgi öylesine lirik, öylesine şiirsel ki, kadın dayanamıyor, erkeğin varlığına karşın, bu şiirselliğe eşlik ediyor. Birlikte yükseliyorlar. Ave-Maria! Ave-Maria! Schubert!i birlikte bitiriyorlar. Erkek ilgiyle bakıyor kadına. "Ne güzel söylüyorsun." Uzun yıllardan sonra ilk kez birinin yanında şarkı söylüyor kadın. Erkek bunu bilmiyor. Kadının onu yazarak 'Gece'nin içine çektiğini de.

"Senin yanında rahatım," diyor kadın.
"Peki, partide neden yanıma gelmedin?"
"Çevrende pek çok kadın vardı."
Gülüyor erkek;"Sen de kalabalık bir topluluğun ortasındaydın."
"Evet, sonra sıkılıp buraya kaçtım."
"Bir ara seni gözden yitirdim, denize doğru indiğini gördüm. Ardından geldim."
"Teşekkür ederim, beni bu şarkıda yalnız bırakmadığın için. Bir zamanlar şarkıyla dile getirirdim yakarışlarımı, artık yazıya sığınıyorum."
"İlginç, yine de güzel. Şey..."
"Evet?""Konservatuar yıllarından kalan bir giz varmış yaşamında, öyle söylüyorlar."
"Hiçbir şey yok. Ben yalnızca edebiyatı seçtim, hepsi bu."Erkek gülüyor;"Yazarlar gizemli insanlardır, pek tekin değillerdir."

"Yalnızca yazarlar mı," diye anlamlı bakıyor erkeğe kadın. Erkek yanıtlamıyor. Bir süre sessiz kalıyorlar. Soprano artık söylemiyor. Yalıdaki dinletinin bittiğini anlıyorlar. Bir kez daha göz göze geliyorlar. Kadın, erkeği kim bilir bir daha, nerede, ne zaman göreceğini bilmiyor. Sürekli rastlantılarla karşılaşmışlar. Belki de, acıtan büyü orada başlıyor. Aşksızlıkta, yalnızca cinselliğin varolduğu ten ülkesinde... birbirlerine güvenemiyorlar...

"Benimle gelir misin?" diye soruyor erkek. Yumuşak, doğal bir sesle. Aşksız, yine de sevecen. Kadın şarabından koca bir yudum alıyor, boşalan kadehi denize fırlatıyor. Erkek, "Evimde arpım yok, sopranom da," diyor "ama CD'lerim var."

Erkeğe bakıyor kadın, "Neden olmasın?" Sonra kendine şaşıyor. İlk kez kendi kendinin tutuklusu olmuyor. İstediği, sıradan bir ilişki değil. Erkek de ona biraz şaşmış gibi, ya da kadın öyle sanıyor. Birbirlerini fazla tanımıyorlar, ortak arkadaşları var. Erkeğe kadını, kadına da erkeği anlatmışlar;" O, bağımsızdır, Avrupalı bir erkek gibi yaşar." Sanki Avrupalı bir erkeğin duyguları yokmuş gibi...

Kıyı boyu yan yana yürüyorlar. Geceye, müziğe, şaraba hazırlanıyorlar. Kadını erkeğin yanında yürüten güç ne, nerede kaynağı? Erkekten gelen, adı konulmayan o gizil çekim mi?Eve girerlerken kadın alçak bir sesle, "Ben artık kendime izin verdim," diyor.

SABAH

Günün ilk ışıklarıyla birlikte kadın gitmeye hazırlanıyor. "Henüz erken,"diyor erkek uykulu bir sesle. "Biraz daha kalamaz mısın?" "Yalnızca erken olduğu için mi kalmamı istiyorsun,? Diye soramıyor kadın. Gitmek istediğini söylüyor, ondan ayrılmak istemese de. Erkek, içe işleyen sesiyle, "Kalmanı istiyorum," diyor.

Kadının artık rol yapacak gücü yok, kalıyor. Erkek yeniden kollarına alıyor kadını. Kadın başını erkeğin göğsüne yaslarken, "Sana bin bir gece değil, bir gecelik düş anlattım," diye fısıldıyor. Kadını kollarında biraz daha sıkıyor erkek, "Kimseye sözün yoksa, bana bu gece de başka bir düş anlatır mısın?"

"Bende düş bitmez," diyor kadın.
Erkek aynı ses tonuyla,"O zaman?" diye soruyor.

Kadın, güç duyulan bir sesle, "Elbette anlatırım, benden istemeni bekledim yalnızca," diye yanıtlıyor.

Erkek daha sıkıyor kadını kollarında, kadın başını biraz daha gömüyor erkeğin göğsüne.Birbirlerinin kollarında, tenlerinde, kokularında uyuyorlar.

Nevra Bucak

Hiç yorum yok: