31 Ağustos 2008 Pazar

bir eflatun aşk


benim o hep fırtınalarla boğuşan ruhum
yorulmuyor yaşamaktan

midyat'lı bir gümüş ustasıdır, suryani
ve yüzündeki çıban gibi
yüreğinde yaralar taşımaktan

yorulmuyor yorulmuyor
ağır işçi
kadere ve aşka çalışmaktan

kiminde peçeli bir gülüş çağırıyor
kiminde kovuluyor kapılardan

~Behçet Aysan

30 Ağustos 2008 Cumartesi

29 Ağustos 2008 Cuma

sen gittin ya

sen gittin ya
gıcırdamıyor artık yatak
rahatsız olmuyor komşular
alt kattaki hayriye abla
bakmıyor imalı imalı gözlerime

sen gittin ya
köpeği çıkarmıyorum çişe
ne zamandır gitmiyorum işe
öküz diyorum koş peşinden
hayır, kendine saygın olsun diyorum
hayır gelmez o fahişeden.

sen gittin ya
ne zamandır yanmıyor ocak
aç kaldım sanma hayriye abla bakar bana
dertleşir düzüşürüz arada
parasıda varmış bankada
bende unuturum zamanla.




29.08.2008
~Serkan Mayda

13. sone

Ah sen keşki sen olsan!
Ne var ki, canlar canı,
Sen değilsin sen, ne de burda yaşayan sensin.
Dilerim şu yaklaşan ecele hazırlanmanı;
Güzel yüzünü başka birine vermelisin.
Şu emanet güzellik böylece son bulmazsa,
Benliğin, sen öldükten sonra yaşatır seni;
Bir çocuğun olursa sürdürür, hiç olmazsa,
O tatlı varlığıyla senin güzelliğini.
Kimse cânım bir evi bırakmaz çürümeye
Görkemini şerefle ayakta tutmak varken,
Kış günlerinde azgın bora öldüresiye,
Sonsuz ecel ayazı, onu yaman sarsarken.

Ah! bu israf, sevgilim. Sen kendinden bilirsin:
Babam var diyorsun ya; bırak, oğlun da desin.

28 Ağustos 2008 Perşembe

aşk

Sen varken kötü diye bir şey bilmiyorduk
Mutsuzluklar, bu karalar yaşamada yoktu
Sensiz karanlığın çizgisine koymuşlar umudu
Sensiz esenliğimizin üstünü çizmişler
Nicedir bir pencereden deniz güzel değil
Nicedir ışımayan insanlığımız sensizliğimizden.

Sen gel bizi yeni vakitlere çıkar.



~İlhan Berk

kısa kısa


* Resimdeki amca 4 milyon euro çalmış ve 7 yıl hapis cezasına çarptırılmış. Peki neden sırıtıyor? Parayı nereye sakladığını söylemiyormuş. Baksana şu gülüşe, söylermi hiç! İçerde bi dolu kankası olur artık.


* Sıcaklardan bunalıp odaya bi vantilatör aldım sonunda. Odamın ortasında sağa sola dönüyor. geçen gece su içmeye kalktığımda çarpıştık. Hemen çektim fişini, ceza olsun.


* Hoca (cigarette_burns) mesaj atmış: ''Benim vakit geldi, sağlam kal.'' Sanki ahirete gidiyor. lan topu topu 18 güncük askerlik yapıcaksın ibne!

27 Ağustos 2008 Çarşamba

tehlikeli oyunlar

+üç yanı denizlerle çevrili olan ülkemizin…
-iki buçuk yanıdır oğlum üç değil
(..salim iki numara traşlı kocaman başını kaldırır)
+o ne demek oluyor hikmet amca?
-güney sınırlarının yarısı karadır da ondan.
+yapma hikmet amca öğretmen kızar böyle şeylere..
-kızmaz oğlum, gerçeklere kızılmaz..

oğuz atay

aşk resmi geçidi


birincisi o incecik, o dal gibi kız,
şimdi galiba bir tüccar karısı.
ne kadar şişmanlamıştır kim bilir.
ama yine de görmeyi çok isterim,
kolay mı? ilk göz ağrısı.

ikincisi münevver abla, benden büyük
yazıp yazıp bahçesine attığım mektupları
gülmekten katılırdı, okudukça.
bense bugünmüş gibi utanırım
o mektupları hatırladıkça.

............ çıkar
............ dururduk mahallede
...................... halde............
yan yana yazılırdı duvarlara
................. yangın yerlerinde

dördüncüsü azgın bir kadın,
açık saçık şeyler anlatırdı bana.
bir gün de önümde soyunuverdi
yıllar geçti aradan, unutamadım,
kaç defa rüyama girdi.

beşinciyi geçip altıncıya geldim.
onun adı da nurinnisa.
ah güzelim
ah esmerim
ahcanımın içi nurinnisa.

yedincisi, aliye, kibar bir kadın.
ama ben pek varamadım tadına.
bütün kibar kadınlar gibi
küpe fiyatına, kürk fiyatına.

sekizinci de o bokun soyu.
elin karısında namus ara,
kendinde arandı mı küplere bin.
üstelik .....
yalanın düzenin bini bir para.

ayten'di dokuzuncunun adı.
iş başında şunun bunun esiri,
ama bardan çıktı mı,
kiminle isterse onunla yatar.

onuncusu akıllı çıktı
..... gitti........
ama haksız da değildi hani.
sevişmek zenginlerin harcıymış
işsizlerin harcıymış.
iki gönül bir olunca
samanlık seyranmış ama,
iki çıplak da, olsa olsa,
bir hamama yakışırmış.

işine bağlı bir kadındı on birinci.
hoş, olmasın da ne yapsın,
bir zalimin yanında gündelikci
........leksandra
geceleri odama gelir,
sabahlara kadar kalır.
konyak içer sarhoş olur,
sabahı da işbaşı yapardı şafakla.

gelelim sonuncuya.
hiçbirine bağlanmadım
ona bağlandığım kadar.
sade kadın değil, insan.
ne kibarlik budalası,
ne malda mülkte gözü var.
hür olsak der,
eşit olsak der.
insanları sevmesini bilir
yaşamayı sevdiği kadar.



~Orhan Veli


burası neresi?


The Clash ~ London Calling
@The Palladium, New York

kadınlar, savaş ve tecavüz

Kadınlar toplu tecavüze uğrayarak, işkence görerek, öldürülerek, evlat ve eş acısı çekerek savaşların en iğrenç uygulamalarına maruz kalıyor, en onulmaz acılarıyla karşılaşıyorlar.

Savaşlardaki toplu tecavüz olaylarını konu alan araştırmalarda, kitlesel tecavüzün, çoğunlukla askeri üstünlük sağlamış tarafın, saldırgan ırkçı dürtülerle zaferlerini ilan etmenin ve karşı tarafı aşağılamanın bir ifadesi olarak gerçekleştirildiği belirtiliyor.

Bosna'da ki savaşa vicdani retçilerle birlikte direnen ve kadınlar icin kurulan SOS hattında çalışan Stasa Zajovic, Türk insan haklari savucularına aktardığı gözlemlerinde, Sırp askerlerinin yalnızca Müslüman ve Hırvat kadınlarına değil, Sırp kadınlarına da tecavüz ettiklerini belirtti. Zajovic'in anlattıklarından bir bölum özetle şöyle:

"Sırplar önce 'düşmanlarının' kadınlarına tecavüz ettiler. Bu yetmeyince kendi milletinin kadınlarına yöneldiler. Ancak, tecavüzü sadece askerler yapmadı; Sırp ve Müslüman komşular kavga bile etmeden yıllarca birlikte yaşarken, Sırp ordusunun zafer haberleri gelmeye başlayınca, sivil erkekler de komşuları olan Müslüman kadınların evlerine zorla girip tecavüz ediyorlardı."

bkz: Comfort women

25 Ağustos 2008 Pazartesi

Rock müziğin 7 hali


BBC tarafından hazırlanmış ve daha önce BBC ekranlarında yayınlanan ''Rock Müziğin 7 Hali'' (7 Ages of Rock) 7 gün boyunca NTV ekranlarından bölümler halinde yayınlanıcak.

İlk bölüm The Birth Of Rock (Blues based rock 1963-1970) bu akşam 21:45'te NTV'de.

yaşıyor musun?

takmaya çalışırken kuyruğunu
birlikte yaptığımız şeytan uçurtmasının
görürdüm çırpınırdı ufacık kalbin.
hatırımdan bile geçmezdi
sana duyduklarımı söylemek.
acaba hala yaşıyor musun?



~Orhan Veli

12. sone

Saatler, ben saydıkça geçiyor da peşpeşe,
Nurlu gün, bakıyorum, çirkin geceye göçmüş;
Görüyorum soluyor, yaşlanıyor menekşe,
Kapkara büklümleri kaplıyor apak gümüş.
Yapraksız, çıplak kalmış ulu ağaçlar işte:
Sürüleri sıcaktan korurlardı eskiden.
Yeşil yaz ekiniydi:şimdi devrilmiş de,
Aksakal, salkım saçak, şu arabada giden.
Düşünmeden edemem senin güzelliğini:
Sen de çökersin vaktin yıkıp geçtikleriyle,
Çünkü tatlı ve güzel, her şey harcar kendini,
Yetişen tazeleri görüp koşar ecele.

Kimse karşı koyamaz Zamanın tırpanına,
Kendi soyun direnir O kıyarken canına

24 Ağustos 2008 Pazar







23 Ağustos 2008 Cumartesi

özgürlük için büyük bir gün

duvarın yıkıldığı gün
attılar kilitleri yere
ve bardaklarımızı kaldırarak,
bir çığlık kopardık gelen özgürlük için

duvarın yıkıldığı gün
aptallar gemisi sonunda oturdu karaya
vaatler aydınlattı geceyi,
uçan kağıt güvercinler gibi

yanımdan ayrıldığını düşledim
hiçbir sıcaklık, gurur bile kalmadı
ve ihtiyacın olduğu halde bana
çok açıktı hiçbir şey yapamayacağım senin için

şimdi yaşam değerini yitiriyor günden güne
dostlar ve komşular çekip gittikçe
ve bir değişim var, pişmanlık duyulsa bile,
geri döndürülemez

şimdi sınırlar yer değiştiriyor
çöl kumları gibi
uluslar yıkarlarken kanlanmış ellerini
sadakatten, tarihten, tonlarında grinin

davulların sesine uyandım
müzik çaldı, sabah güneşi içeri aktı
döndüm ve baktım sana
ve artakalan acının dışında her şey kayıp gitti
kayıp gitti...



Pink Floyd ~ A great day for freedom

gece bitkilerinden

gece bitkilerinden korkuyorum,
hayır, geceleri bitkilerden!
gizlenirken vurulmuş ulaklara ağıttır
bana açtığın her telefon.

iki kalp arasında en kısa yol:
birbirine uzanmış ve zaman zaman
ancak parmak uçlarıyla değebilen
iki kol.

an ki fıskiyesi sonsuzluğun
keşke yalnız bunun için sevseydim seni.



~Cemal Süreya

11. sone

Gençliğin günden güne kalırken gerilerde
Bir yavru yaratırsan alsın diye yerini,
Dinçken hayat verirsen o körpe can ilerde
Senden göçen gençliğe varıp yaşatır seni.
Böyle sürecek akıl, güzellik ve başarı;
Yoksa cinnet, yaşlanmak, çürümek yer altında:
Hiç kimse düşünmese gelecek kuşakları,
İnsanlık sona erip giderdi üç batında.
Dünya çoğaltmak için doğmayanlarla dolu,
Kaknem, kakavan, kaba: kısırlıktan bitsinler;
Yaradan vermiş sana en iyiyi, en bolu,
Bu cömert armağana cömertçe karşılık ver.

Seni kendine mühür yapmış, bunu böyle bil:
Sen de eşler yap diye, ölüp git diye değil.

22 Ağustos 2008 Cuma

ayak takımı

yunan’dan gelmiş,
aç öğrenmeye
heykel okuyormuş st martin’de
orada ilişti zaten gözüme

o deyince, ‘pederim bol paralı’
rom soyledim ben de kolalı
‘pek güzel’ dedi önce
ekledi 30 saniye geçince:
‘ayak takımı gibi yaşamak istiyorum,
onlar gibi davranmak,
onlarla yatmak istiyorum,
seninle mesela’

ne yapabilirdim ki
dedim, ‘bakarız çaresine’
oradan doğruca süpermarkete
lafa girmek icap etti
dedim, ‘farz et ki çulsuzun tekisin’
dedi, ‘fena halde komiksin’
dedim, ‘ya? neden kimse gülmüyor o zaman?
’‘emin misin ayak takımı gibi yaşamak istediğinden
onların gördüğünü görmek
onlarla yatmak istediğinden
benim gibi ayak takımının hasıyla mesela’
anlamadı ama
elimi tuttu ve gülümsedi bana

dükkan üstü bir ev tut
kazıt saçlarını ve bir iş bul
cigara tüttür, bilardo oyna
farzet ki hiç gitmedin okula
ama anlamazsın yine de
gece yatağa uzanıp da
duvardaki hamamböceğini gördüğünde
bir telefon cici babaya
hızır gibi yetişir o anında

olamazsın asla ayak takımı gibi
yapamazsın onların yaptığını
kaybedemezsin onlar gibi
göremezsin asla kayarken hayatını
ve dans et, iç, sikiş
yok çünkü başka yapacak iş
katıl ayak takımının şarkısına
katıl belki anlarsın
katıl katıla katıla gülmelerine
güldükleri sen olsan da
senin salaklıkların olsa da
çünkü cool olduğunu sanıyorsun zavallılığın

pinekleyen uyuz bir köpek gibi
diş göstermeden ısırırlar seni
dikkat et, yiyip bitirirler secereni
çünkü, nefret eder herkes bir turistten
hele de hayatın bir şaka olduğunu düşüneninden
evet evet, banyoda üstünden kazıyacaksın
ucuz pas lekesini
ve hiç anlamayacaksın nasıldır
yaşamak bir hayatı
hiçbir anlamı olmadan
kontrol edemeden
gidecek bir yer olmadan
şaşırtıyor seni böylelerin var olması
ve yanarken böylesine parlaması
ama anlamıyorsun yine de

dükkan üstü bir ev tut
kazıt saçlarını ve bir iş bul
cigara tüttür, bilardo oyna
farzet ki hiç gitmedin okula
ama anlamazsın yine de
gece yatağa uzanıp da
duvardaki hamamböceğini gördüğünde
bir telefon cici babaya
hızır gibi yetişir o anında

olamazsın asla ayak takımı gibi
yapamazsın onların yaptığını
kaybedemezsin onlar gibi
göremezsin asla kayarken hayatını
ve dans et, iç, sikiş
yok çünkü başka yapacak iş

senin gibi ayak takımından biriyle olmak istiyorum
senin gibi ayak takımından biriyle olmak istiyorum
senin gibi ayak takımından biriyle olmak istiyorum
senin gibi ayak takımından biriyle olmak istiyorum
senin gibi ayak takımından biriyle olmak istiyorum
senin gibi ayak takımından biriyle olmak istiyorum
senin gibi ayak takımından biriyle olmak istiyorum
senin gibi ayak takımından biriyle olmak istiyorum

aa-aa-ah la la la la... evveeeet.



Pulp ~ Common people

salo ya da sodomun 120 günü





Yönetmen: Pier Paolo Pasolini
Senaryo yazarı: Pier Paolo Pasolini
Uyarlama: Marquis de Sade Les 120 journées de Sodome ou l'école du libertinage(roman)
Oyuncular: Paolo Bonacelli, Giorgio Cataldi, Umberto Paolo Quintavalle, Aldo Valletti
Yapım yılı: 1975



Film gösterime girdiği tarihten bu yana içerdiği görsel şiddet ve sadizmin dozu nedeni ile hep tartışma yaratmış ve bugüne kadar yapılmış en rahatsız edici film olarak nitelendirilmiştir. Birçok ülkede gösterilmesi bugün bile yasaktır. Film gösterime girmeden kısa bir süre önce yönetmeni Pasolini sevgilisi tarafından öldürülmüştür..


Filmde 2.Dünya Savaşı'nın son günlerinde Faşist İtalya'da çöküşün eşiğindeki dört varlıklı seçkin ailenin, genç kız ve erkekleri şatolarında tutsak ederek 120 gün boyunca onlara fiziksel, ruhsal ve cinsel işkence uygulamaları anlatılmaktadır.

**
+18 yaş sınırı koymak istiyorum aksi halde filmi izledikten sonra hayatınızda hiç bir şey eskisi gibi olmayabilir.

tehlikeli oyunlar



"sokağa nasıl çıkılacağını bilmem mesela. bende hayat bilgisi zayıf albayım. bilge bunları bilir, bu bakımdan akıllıdır, birlikte olabilseydik insanlık çok yararlanacaktı bundan. yazık oldu.
şimdi yanımda olsaydı böyle üşümezdim albayım; beni bir arabaya bindirirdi hemen. ben bunlara çabuk karar veremem albayım. kararsızlığımla yanımdakilerin canını sıkarım.
hava da çok soğudu albayım, eve dönmek istiyorum. biliyor musunuz, bilge beni evde bekliyormuş gibi geliyor bana. yoksa eve dönmek istemiyorum. beni bekleyen yalnızlığı ve karanlığı istemiyorum. bilgeden akıllı olduğum halde neden bu duruma düştüm acaba? neden herkes benden kaçıyor albayım? yaşamasını bilmiyorum da ondan mı?

bir dakika albayım karşıdan birileri geçiyor. kadını bilgeye benzettim; peki yanındaki erkek kim? değilmiş.."


oğuz atay

21 Ağustos 2008 Perşembe

buhran

çok fazla
çok az
ya da çok geç

çok şişman
çok zayıf
ya da çok kötü

kahkaha
ya da gözyaşı
ya da kusursuz
kayıtsızlık

nefret edenler
sevenler

ellerindeki şarap şişelerini sallayarak
önlerine çıkanları süngüleyip
kadınların ırzına geçen ordular

ya da ucuz bir pansiyon odasında
Marilyn Monroe'nun fotoğrafıyla yaşayan bir ihtiyar

o denli büyük ki dünyadaki yalnızlık
onu saatin kollarının ağır hareketlerinde
bile görebilirsiniz.

o denli büyük ki dünyadaki yalnızlık
onu Vegas'ta, Baltimore'da ya da Münih'te
yanıp sönen neon ışıklarında görebilirsiniz.

insanlar yorgun,
hayat tarafından cezalandırılmış,
ya sevgiyle ya da sevgisizlikle
sakatlanmış.

yeni hükümetlere ihtiyacımız yok
yeni devrimlere ihtiyacımız yok
yeni kadınlara ihtiyacımız yok
yeni yollara ihtiyacımız yok
şevkate ihtiyacımız var.

müşfik davranmıyoruz
birbirimize.
müşfik davranmıyoruz.

korkuyoruz.
nefretin gücü simgelediğini
sanıyoruz.
cezalandırmanın
sevgi olduğunu.

daha az sahte bir eğitim bize gereken
daha az kural
daha az polis
ve daha iyi öğretmenler.

bir odada
bir başına acı çeken
öpülmemiş
dokunulmamış
bir başına bitki sulayan
olsa da çalmayacak
bir telefondan yoksun
insanın dehşetini unutuyoruz.

müşfik davranmıyoruz birbirimize
müşfik davranmıyoruz birbirimize
müşfik davranmıyoruz birbirimize

boncuklar sallanır, bulutlar örter
köpekler gül bahçesine işer
bir çocuğun kafasını koparır cani
dondurma külahından bir ısırık alır gibi
okyanus bir gelip
bir giderken
anlamsız bir ayın esaretinde.

müşfik davranmıyor insanlar birbirine.


Charles Bukowski

20 Ağustos 2008 Çarşamba

"uzaklara bir bakışın vardı kafeteryada
keşke yalnız bunun için sevseydim seni"

Earl Leonard Nelson


(Goril Katil)
“Bana haksızlık edenleri affediyorum”

Namı diğer Goril Katil, Amerikan suç kayıtlarında tarihi bir yeri vardır. Yirminci yüzyılın ilk seri katiliydi. 1926 Şubatında, onu ülkenin bir ucundan diğer ucuna ve oradan da Kanada’ya götürecek on sekiz aylık çılgın bir yolculuğa çıkmıştı. Yol boyunca en az 22 kadını öldürmüştür. Bu elli yıl boyunca kırılamayacak feci bir rekordu.

Nelson henüz bir bebekken ailesi frengiden öldüğünden onu annesinin ailesi büyütmüştü. İçine kapanık tuhaf bir çocuktu. Okula tertemiz kıyafetlerle gider ve paramparça elbiseleriyle bir serseri gibi dönerdi. Bisikletiyle gezerken bir troleybüsün çarpması neticesi kafasına ağır bir darbe aldığında hareketleri iyice tuhaflaştı.

Ergenlik döneminin daha başındayken San Francisco’nun Barbary sahilindeki genelevlerin ve barların müdavimi olmuştu. Ufak tefek hırsızlıklar da yapıyordu. 1915 yılında 18 yaşına yeni girdiğinde hırsızlıktan tutuklanıp iki yıl cezaevinde kaldı. Hapisten çıktığında Amerika 1.Dünya Savaşına girmişti. Earl, Donanmaya yazılmıştı ancak yatağına yatıp vahiy kitabının büyük canavarlarından bahsetmekten başka bir şey yapmadığından bir akıl hastanesine yatırıldı ve savaş bitene kadar orada kaldı.

1919 yılı içerisinde 22 yaşındayken salıverilen Nelson 60 yaşında hiç evlenmemiş bir kadınla tanışıp evlendi ve onun hayatını bir cehenneme çevirdi. Karısının kendisini terk etmesinden 2 ay sonra 12 yaşında bir kız çocuğuna saldırdı ve yakalanarak akıl hastanesine yatırıldı. 1925 yılında buradan çıkınca Ölümcül kariyerine başladı.

San Francisco’dan başlayarak Pasifik sahilinden Seatle’a gitti ve daha sonra doğuya yöneldi. Başlangıçta bulvar gazeteleri ona “Karanlık Boğucu” adını taktılar. Daha sonra “Goril Katil” diye anılmaya başladı. Bu lakap görünüşü nedeniyle değil (aslında çok alelade bir görünümü vardı), daha çok suçlarının vahşiliği nedeniyle takılmıştı. Hedeflerini çoğunlukla gazetelere kiralık oda ilanları veren orta yaşlı veya daha yaşlı kadınlardı. Nelson –istediği zaman çok nazik olabilirdi- evlerine gidip odayı görmek istiyordu. Kurbanlarıyla yalnız kalınca Jekyll/Hyde benzeri bir dönüşüme uğruyordu.

Tipik olarak, kadınları gırtlaklarını sıkarak boğuyor, sonra tecavüz ediyor ve ardından da cesetleri tuhaf yerlere saklıyordu. Kurbanlarından biri, tavan arasındaki bir sandığa konulmuştu. Kimileri de bodrumda kazanın arkasına atılmışlardı. Son kurbanını da dua etmek üzere diz çöken kocası yatağın altında bulmuştu.

Bir düzine şehirde polis alarmdayken, Nelson Kanada’ya geçip cesetlerle dolu yolun sonuna geldi. İki kişiyi daha öldürdükten sonra, Manitoba’da yakalandı. Hapisten kaçmayı başararak büyük bir paniğe ve muazzam bir insan avı başlatılmasına neden oldu. On iki saat sonra tekrar yakalanmıştı bu defa kaçamamak üzere. Birkaç ay sonra Nelson darağacına gönderildi. Son sözleri; “Bana haksızlık edenleri affediyorum” olmuştur.

kısa kısa


* Türkiye Atom Enerjisi Kurumu, nükleer teknoloji kullanarak kenelerin kökünü kazıyacakmış. Kenelere tek tek uygun dozda radyasyon verilip kısırlaştırılması sağlanacak. Ne kadar dahiyanece. Şimdi hocam bu radyasyon kenenin pipisine mi verilicek? Ya buna bağışıklık kazanırda beni öldürmeyen şey güçlendirir diye nağralar atarak ormanda önüne gelen börtü böceği sikip sikip çoğaltırsa ne olacak?

Hem bi kere Aton Enerjisi Kurumu ne ola? Ben beklerdim ki bu konu yüksek mevkilere aksettirilmesin, Tarım ve Köyişleri bakanlığı, Orman bakanlığı vs hallediversin. :)

* Resimdeki kene değil lan ıstakoz. korkmayın

* Aston Martin, 2.3 milyon dolar fiyatla "Dünyanın en pahalı aracı" ünvanını Bugatti Veyron'dan kapmış. Bi kere ben Bugatti Veyron'a araba demem! Cristiano Ronaldo bile ondan hızlı kaçıyor. (Bkz: ronaldo vs bugatti)Şimdi Aston Martin fan klap açsam da desem ki hafta sonu boğaz turu yapalım, çırçır da piknik yapalım? Hangisi gelecek, ancak taşaklarını tartarlar. Vw Kamlumbağa fan klap öyle mi baba? (bkz: vosfest) Ne kadar çok para o kadar az ruh.

19 Ağustos 2008 Salı

Sokrates'in Savunması




Siz Atina erkekleri, belki de sözlerimin yeterli olmadığını; sizleri ikna edebileceğim sözlerden imtina edişimin davayı kaybetmeme yol açtığını düşünüyorsunuz. Hiç de öyle değil.

Bir yoksunluktan ötürü yenildim, ama bu sözlerin yetersizliği değil, arsızlığın, küstahlığın ve terbizyesizliğin yetersizliğiydi ve ağlayarak, sızlayarak, yakınarak, şikayet ederek ve başka bir çok şey yaparak,onuruma yakışmadığını inandığım şeyleri söyleyerek başkalarından duymaya alışkın olduğunuz, duymaktan hoşlanacağınız şeyleri dile getirmeye razı olmayışımdan ötürü oluşan eksiklikti.



Ayrıca ne daha önce durumumun vehametine bakıp özgür bir erkeğe yakışamayacak şekilde davranmam gerektiğine inandım, ne de şimdi kendimi böyle savunmuş olmaktan pişmanlık duyuyorum; bu tarz savunmayla ölümüme yol açmayı, öteki tarz savunmayla yaşamaya yeğ tutuyorum.

Çünkü ne mahkemenin karşısında, ne savaşta, ne de başka bir yerde insan kendini ölünden kaçmak için her şeyi yapacak duruma getirmemeli. Muharebelerde sık sık,silahlarını atıp kendini kovalayanlara yalvarıp yakaranların canlarını kurtardıkları görülmüştür ve hiç bir eylemden ve sözden kaçınmamayı göze aldıktan sonra her türlü tehlikeden ve ölümden kurtulmanın başka bir yolu bulunmaktadır. Ancak, siz erkekler, zor olan, ölümden kaçınmak değildir; bundan çok daha zor olan, kötülükten kaçınabilmektir, çünkü o, ölümden çok daha hızlı koşar.

Ve şimdi yavaşlamış ve yaşlanmışken, daha yavaş olan tehlike bana yetişti; (benden) daha güçlü ve çevik olan davacılarıma ise hızlı olanı, kötülük yetişti. Ve şimdi çekip gidiyoruz artık: ben sizlerce ölüm cezasına çarptırılarak, sizler ise doğruluk tarafından alçaklık ve adaletsizlikten suçlu bulunarak. Ve ben, aynen sizler gibi (ama farklı nedenlerle), bu hükümden memnunum. Bu böyle sonuçlanmalıydı ve böylesinin iyi olduğuna inanıyourum.

Şimdi size, beni ölüme mahkum etmiş olan sizlere, bir kehanette bulunup bundan sonra ne olacağını bildirmek istiyorum; malum, ben insanların kehanette en yakın oldukları konuma erişmiş bulunuyorum: yani ölüme. Dolayısıyla beni ölüme havale etmiş olan sizleri, ben ölür ölmez, tanrı inandırsın ki, bana verdiğinizden çok daha sert olan bir ceza bekliyor. Bundan sonra hayatınızı yönlendirişinizin hesabını vermekten kurtulacağınızı sandığınız için böyle davrandınız; ama umduğunuzdan bambaşka şeyler gelecek başınıza diyorum size; sizden hesap soracak olan ve şimdiye kadar öne çıkmalarına engel olduğum için hiç bir şey fark etmediğiniz çok kimse gelecek.

Ve ne kadar gençseler o kadar inatçı ve ısrarcı olacaklar ve sizler buna çok daha fazla öfkeleneceksiniz. Doğru yaşamadığınız için insanları öldürerek suçlanmaları önleyebileceğinize inanıyorsanız, yanlış hüküm veriyorsunuz demektir; çünkü bu tarz bir temizlenme gerçekleşmesi tamamen imkansız bir temizlenmedir ve güzel değildir; daha güzel ve kolayı, başkalarını rahatsız etmeyen ve mümkün olduğu kadar iyi olacak şekilde kendini yükselten temizlenmedir. İşte beni mahkum etmiş olan sizlere önceden söyleyeceklerim bunlardır ve sizlere veda ediyorum.

Platon (Eflatun)

aysel git başımdan

aysel git başımdan ben sana göre değilim
olümüm birden olacak seziyorum
hem kötüyüm karanlığım biraz çirkinim
aysel git başımdan istemiyorum
benim yağmurumda gezinemezsin üşürsün
dağıtır gecelerim sarışınlığını
uykularımı uyusan nasıl korkarsın
hiçbir dakikamı yaşayamazsın
aysel git başımdan ben sana göre değilim
benim için kirletme aydınlığını
hem kötüyüm karanlığım biraz çirkinim

Islığımı denesen hemen düşürürsün
gözlerim hızlandırır tenhalığını
yanlış şehirlere götürür trenlerim
ya ölmek ustalığını kazanırsın
ya korku biriktirmek yetisini
acılarım iyice bol gelir sana
sevincim bir türlü tutmaz sevincini
aysel git başımdan ben sana göre değilim
ümitsizliğimi olsun anlasana
hem kötüyüm karanlığım biraz çirkinim

sevindiğim anda sen üzülürsün
sonbahar uğultusu duymamışsın ki
içinden bir gemi kalkıp gitmemiş
uzak yalnızlık limanlarına
aykırı bir yolcuyum dünya geniş
büyük bir kulak çınlıyor içimdeki
çetrefil yolculuğum kesinleşmiş
sakın başka bir şey getirme aklına
aysel git başımdan ben sana göre değilim
ölümüm birden olacak seziyorum
hem kötüyüm karanlığım biraz çirkinim
aysel git başımdan seni seviyorum

Attila İlhan
"hep denedin.
hep yenildin.
olsun.
yine dene.
yine yenil.
daha iyi yenil."



~Samuel Beckett

18 Ağustos 2008 Pazartesi

Acıklı bir manzara değil mi?





...


Hareketsiz durup kendime gelmeye çalışırken o soğuk el bileğimi kavradı, huysuzca salladı ve o çirkin sesi tekrar duydum:

"Kalk! Sana kalk demedim mi?"

"Kimsin sen?" diye sordum.

"Yaşadığım yerde adım yoktur." diye karşılık verdio ses kederle. "Ölümlüydüm, ama şimdi iblisim. Acımasızdım, ama şimdi merhametliyim. Titrediğimi hissediyorsun. Konuşurken dişlerim takırdıyor, ama gecenin -sonsuz gecenin soğuğundan değil. Bu korkunç, dayanılmaz bir şey. Sen nasıl rahat uyuyabiliyorsun? Oysa ızdırap çığlıkları yüzünden benim gözüme uyku girmiyor; dayanamıyorum bu görüntülere. Kalk haydi! Dışarı, geceye çıkalım. Sana mezarları göstereyim. Acıklı bir manzara değil mi? Bak!"

Baktım. Göremediğim ve hala bileğimi tutan kişi bütün mezarların kapaklarının açılmasını sağlamıştı. Her mezardan, çürümüş tüm cesetlerden hafif bir fosfor ışığı yayılıyordu. Böylece mezarların içini tamamen görebiliyordum. Solucanlarla birlikte keder ve sükunet içinde uyuyan o kefenli gövdeleri görüyordum. Ama ah! Gerçekten uyuyanlar öyle azdı ki. Milyonlarcası aslında uyumuyor, büyük bir çabayla kıpırdamaya çalışıyordu. Ortalığa genel ve acıklı bir huzursuzluk havası egemendi. O sayısız mezarın içinden, gömülenlerin giysilerinin iç karartıcı hışırtıları geliyordu. Sakince yatanlardan da birçoğunun mezara kaskatı konulduktan sonra, rahatsız pozisyonlarını az ya da çok değiştirmiş olduklarını gördüm. Bakarken o sesi tekrar işittim:

"Ah! Acıklı bir manzara değil mi, değil mi?" Ama verecek karşılık bulmama fırsat kalmadan, o kişi bileğimi bıraktı, fosfor ışıkları söndü, mezarların kapakları birden çarparak kapandı ve içlerinden çığlıkları yükseldi: "Ah Tanrım! Çok acıklı bir manzara değil mi, değil mi?"


...


(Edgar Allan Poe)

a new machine

ben her zaman burada olacağım
ben her zaman bu gözlerin ardından dışarı bakacağım
yalnızca bir ömür boyu
yalnızca bir ömür boyu
yalnızca bir ömür boyu


Pink Floyd - A new machine

bir çiçek

bir çiçek duruyordu, orda, bir yerde,
bir yanlışı düzeltircesine açmış;
gelmiş ta ağzımın kenarında
konuşur durur.

bir gemi bembeyaz teniyle açıklarda,
güverteleri uçtan uca orman;
aldım çiçeğimi şurama bastım,
bastım ki yalnızlığımmış.

bir başına arşınlıyor bir adam mavi treni
keşke yalnız bunun için sevseydim seni.


~Cemal Süreya

Genç Werther’in Acıları

"yaşamanın bir rüyadan, bir hayalden başka bir şey olmadığını düşünen ilk kişi ben değilim. fakat bu düşünce bir gölge gibi peşimi bırakmıyor. insanların kuvvetleri ve yetenekleri öylesine sınırlı, öylesine küçük bir alan kaplıyor ki ellerinden çok az şey geliyor. dikkat edelim; bütün uğraşmalarımız, bütün çabalarımız yalnız geçimimizi sağlamak ve yaşamak için. yani şu zavallı varlığımızı devam ettirmekten başka bir amacı olmayan ihtiyaçlarımızı karşılamak için didinip duruyoruz. huzurlu olduğumuz zamanlarda bile bu huzur kadere rıza gösterişimizden ileri geliyor.

bizler aynen zindanların duvarlarına gönül ferahlatan, güzel resimler çizen mahkumlara benziyoruz. bunları düşündükçe aklım duruyor. kendime, kendi içime dönüyorum ve orada bir dünya buluyorum. fakat bu dünyada hayat ve hareketten daha çok anlamlı sezişler ve karanlık istekler var. böyle zamanlarda her şey karşımda hiçleşiyor ve ben gülümsüyorum. ne zaman böyle dalsam ve derin derin düşünmeye başlasam daha da derinlere iniyorum. "



~Johann Wolfgang Von Goethe


serkan altuniğne

The Eagles - Hotel California
Beverly Hills Oteli, Los Angeles

17 Ağustos 2008 Pazar

şiirin deniz kıyısındaki sesi




Denize atılmış şiirdir bence
Yurtsayan, yurdu bilinmeyen bir yıldız

Şiirin deniz kıyısındaki sesine bırakılmış ölümdür
yanacak sarayların kestiği bir, yarım ay..

Ece Ayhan

kısa kısa


* Obi-Wan Kenobi : Bugün öğrendim ki bu adam efsane Star Wars karakterlerinden biri, Skywalker'ların özel hocasıymış. Bense onu NBA'de oynayan bi oyuncu sanıyordum.

* Bu sıralar fazlası ile değersiz olan zamanımı ntv spor football tycoon oynayarak harcıyorum. Çok basit bi oyun hatta kızlar bile oynayabilir. ft.ntvspor.net adresinden online olarak oynanıyor. Oyuna başlamadan önce gugıldan football tycoon taktikleri diye biraz araştırma yapmanızı öneririm. Sonra teknik direktör puanım ne çabuk bitti diye ağlarsınız.

* Havaalanlarında her yıl 800 binden fazla dizüstü bilgisayar unutuluyormuş. Haftada 900 adetle Londra Heathrow birinciymiş. Baba bize ekmek çıkardı orada. Viktor Navorski edası ile takılırdık oralarda. Bkz: The Terminal

konumlandırmalar

- Piyangoda büyük ikramiyenin bana çıktığını duymuş
muydun?
- Hayır, duymamıştım! Harika... Çok sevindim.
- Önce kocaman bir ev alacağım. Hep isterdim. Sonra
düşlerimdeki o üstü açık arabayı. On güne kadar da Pasifik
adalarına tatile gidiyorum. En büyük özlemimdi. Ha, bu arada
sevdiğim o kızla, düşlerimin prensesiyle evlendim.
- Yine de mutsuz görünüyorsun..
- Düşlerimi satın aldım, ondandır! Biliyor musun, düş
kurmanın sınırsız hovardalığı hiçbir zenginlikle karşılaştırılamaz.
Bilmeni istedim.

Ahmet önel

gulag takımadası



stalin konuşmasını yapıyor,
konuşmanın bitmesiyle birlikte bir alkış tufanı kopuyor
alkışlar kesilmiyor bir türlü
kesilmiyor çünkü kimse ilk olmak istemiyor herkes feci halde korkuyor
sonra yaşlı bir adam dayanamıyor, elleri yoruluyor, kesiyor alkışı
ertesi gün adam infaz ediliyor..


aleksandir soljenitsin

a new machine

ben her zaman buradaydım
ben her zaman bu gözlerin ardından dışarıya baktım
sanki bir ömürden daha uzun sürmüş gibi
sanki bir ömürden daha uzun sürmüş gibi
bazen usanırım bu bekleyişten
bazen usanırım burada olmaktan
bu böyle mi oldu her zaman
hiç farklı olabilir miydi peki?
sen hiç usanır mısın bu bekleyişten?
sen hiç usanır mısın orada olmaktan?
kaygılanma, hiç kimse yaşamaz sonsuza dek
hiç kimse yaşamaz sonsuza dek.



Pink Floyd ~ A new machine

15 Ağustos 2008 Cuma

comfort women


''Askerleri eğlendiriyorlardı''

'Comfort women', yani 'rahatlatan kadınlar' II. Dünya Savaşı sırasında Japonların fuhuşa zorladıkları Asyalı kadınlara verdikleri isim.

Savaşan askerleri eğlendirmek için fuhuş yaptırılan kadınlar, Asya'daki cephelerde açılan genelevlerde çalıştırılıyordu. Uygulamayla, işgal ettikleri bölgelerde kadınlara tecavüz etmelerini mümkün olduğunca önlemek için askerlerin cinsel ihtiyaçlarını bu şekilde gidermeleri amaçlanmıştı.

Kayıtlardan, II. Dünya Savaşı sırasında çok yaygın olan bu uygulamanın II. Dünya Savaşı'ndan önce de Japon ordusu tarafından yapıldığı anlaşılıyor. Önceleri 'profesyonel' Japon fahişeler cephelere götürüldü, ancak bu kadınların birçoğunun hastalıklı olduğu ve hastalıkların askerler arasında hızla yayıldığı görülünce, 'sıradan' kadınlar kaçırılıp fuhuşa zorlanmaya başlandı. Tarihçiler, çoğu çocuk yaşta, 80 bin ile 200 bin kadının bu şekilde fuhuşa zorlandığını tahmin ediyor.

'Comfort women'ların yüzde 80'ini Koreliler oluşturuyordu, fakat Çinli, Tayvanlı, Endonezyalı ve Filipinli kadınlar da seks kölesi olarak çalıştırıldı.

***
'Comfort women'ların yaşadığı dramı konu alan bi film izlemiştim yıllar önce trt1' de, şimdi ismini bile hatırlamıyorum. Nette biraz araştırdım içinde Comfort Women geçen tek film ''A Cry For Justice'' ancak film hakkında hiç bi kaynak bulamadım.

Toplama kamplarındaki kadınlar ölesiye şartlar altında ve öylesine işkencelere maruz kalıyorlardı ki bir çok kadın yaşamını devam ettirebilmek, ilaçlarını düzenli olarak alabilmek, belki yaşıyordur umudu ile ailelerine kavuşabilmek için rahatlatıcı kadın olmayı -aslında bir kere ölmektense her gün ölmeyi- kabul ediyorlardı.

burası neresi?








u2 - The Unforgettable Fire
Slane Kalesi, İrlanda

içtim o

"ortaoyunumuzun dekoru bir kağıt mendil
keşke yalnız bunun için sevseydim seni"

piece of my heart


oh, hadi, hadi, hadi, hadi!

seni dünyadaki tek kız gibi hissetirmedim mi -evet!
sana bir erkeğin verebileceği hemen her şeyi vermedim mi?
canım, biliyosun verdim!
ve her seferinde kendime yeterince çektirdiğimi söylüyorum,
ama sana göstereceğim bebeğim, bazen sert olabilirim.

hadi gel, gel, gel, gel ve al,
al onu!
kalbimin bir parçasını daha al, bebeğim!
oh, oh, kır onu!
kalbimin bir parçasını daha kır, bebeğim, evet.
oh, oh, al onu!
kalbimin bir parçasını daha al, bebeğim,
biliyosun, mutlu olacaksan feda olsun,
evet, gerçekten...

yine dışardasın, çok güzelsin,
ama bebeğim kalbinin derinliklerinde biliyorsun ki bu doğru değil,
asla, asla, asla, asla, asla, asla beni gece ağlarken işitme,
bebeğim ben her an ağlıyorum!
ve her seferinde kendime artık bu ağrıya dayanamadığımı söylüyorum,
ama beni ilk kollarına aldığında, senin için bir kez daha söyleyeceğim şarkımı.

diyeceğim ki, hadi, hadi, hadi, hadi, gel ve al!
al onu!
kalbimin bir parçasını daha al, bebeğim.
oh, oh, kır onu!
kalbimin bir parçasını daha kır, sevdiğim, evet.
oh, oh, al onu!
kalbimin bir parçasını daha al, bebeğim,
biliyorsun aşkım, mutlu olacaksan feda olsun...



~Janis Joplin

Youtube'ye erişemeyen 15 yaşındaki C.Ö. 'nün Telekomünikasyon İletişim Daire Başkanlığı önünde laptop fırlatma eyleminin ardından (fena sallıyorum) bilinçli site sahipleride kişisel web sitelerini ve bloglarını "kapatarak" protestoya destek veriyorlar.

***
Kampanyanın anasayfası haline gelen anafikir.com "Bu siteye erişim kendi kararıyla engellenmiştir," sözleriyle açılıyor. Meşum ve meşhur site kapatılma duyurusunu çağrıştıran bu cümle aslında bir link. Linkin yönlendirdiği sayfada, internet sitesi sahiplerinin kendi ana sayfa kodlarının başına ekleyerek sitelerini "kapatabileceği" ve anafikir.com'un "ortak sansür simülasyonu"na yönlendirebileceği kısa bir kod bulunuyor. Altında ise deneye katılan web sitelerinin adresleri listeleniyor.

14 Ağustos 2008 Perşembe

Hücum ve Polemik

"İnsan başını sıçan kafasından ayıran tek hassa... Ha tüfeği olmayan asker, ha öfkesi olmayan fikir!
Kollarımız, kuvveti nasıl sinir cümlemizde bulursa, herhangi bir dünya görüşü de, sinir cümlesini fikir öfkesinde ele geçirir. Fikir öfkesi, düşünüş tarzlarının asabî cihazı, manivelâsı, icra müessiridir. Zihin onun sayesinde dinamizmaya kavuşur, yıldırımlaşır, kudrete erer, cansız bir ölçü kalıbı olmaktan kurtulur. Tek kelimeyle fikir öfkesi, kıymet hükümlerimizin hamle ve irade kaynağı... Onsuz fikir, duvarda veya sandıkta, evde veya dükkânda, kalabalıkta veya tenhada, ikide bir ötmekten başka hikmeti olmayan aptal bir guguklu saattir.

Fakat öfkesiz fikir ne kadar acıklı bir manzaraysa, fikirsiz öfke de o nisbette merhamete lâyık bir levha... Ruhî teessürlerini herhangi bir görüş sistemine irca edemeden, rasgele bağıran çağıran, kıran döken, tepinen dövünen bünyelere, haklı olarak hasta der, geçeriz. Harikulâde muvazene, öfkesiz fikirle fikirsiz öfkenin arasında yerini bulan, müşterek bir akıl ve sinir nakiliyetinde...

Bazı kalemlerdeki öfke edası bir takım hantal mizaçların hoşuna gitmiyor. Onlar, ifadede itidal, ruhta rükûdet taraflısı... Böylelerine acımak lâzım. Zira onlar, görülmesi kolay olan öfkeyi görüyorlar da, görülmesi kolay olmayan fikri görmüyorlar. Böylelerine, suyu içilip tanesi bırakılan hoşaf misalini mi hatırlatmalı?... "

(5 Mayıs 1944)
Necip Fazıl Kısakürek

Albert Desalvo


Boston Strangler
1931 -1973
"Ben mi? Ben kadınlara zarar vermem. Ben kadınları severim."
İşe cinsel tacizle başladı. Manken ajansına Model arıyormuş gibi kapı kapı dolaşıp kadınların beden ölçüsünü alır ve bu sırada vücutlarına dokunduğu kadılara cinsel taciz yapıyordu. Bu yüzden kısa bir hapis dönemi geçirmiş ve çıktığında tecavüzcülüğe terfi etmiştir.1960’ların başında New Englan’da yüzlerce kadına saldırdı. Bu sırada yeşil işçi kıyafetleriyle dolaştığı için kendisine ‘Yeşil Adam’ deniyordu.
1962’de lakabı artık ‘Boston Canisi’ idi. O artık 18 ayda 13 kadını vahşice öldüren tatlı dilli bir sadistti. Onun vahşiliği daha çocukluk yıllarında ortaya çıkmaya başlamıştı. Bir köpek yavrusunu bir kediyle aynı sandığa kapatır ve kedinin, köpeğin gözlerini çıkarmasından zevk alırdı.
Ordudayken evlendi. En vahşi cinayetleri işlediği sırada bile normal bir koca ve baba gibi görünmeyi başarabiliyordu. Onun şeytani bir libidosu vardı. Günde en az 6 kez Seks yapmak istiyordu.
İlk cinayetlerinde tamirci olarak gittiği evlerde tatlı diliyle kandırdığı orta yaşlı kadınları hedef aldı. Onlar tecavüz edip boğduktan sonra, vücutlarını kesiyor, cinsel organlarına şişe ve benzeri maddeler sokuyor ve boğmakta kullandığı naylon kadın çoraplarıyla çenelerinin altına bir çeşit fiyonk yapıyordu. Bu bir çeşit imzaydı.1962’den sonra genç kadınlara yöneldi ve daha da vahşi bir hal aldı. Bir kadını yirmi kez bıçaklıyor, diğerini ise yatağın başucuna dayıyor, boynuna pembe bir fiyonk, cinsel organına süpürge sopası sokuyor ve sol ayağının dibine bir yeni yıl kartı bırakıyordu.
Yakalanma sebebi de ilginç doğrusu. Yine böyle bir kadını evde sıkıştırıp ellerini ayaklarını bağlamış ve eğer ses çıkarırsa onu öldüreceğini söyleyerek tehdit etmiş. Fakat bir süre sonra onu çözüp özür dilemiş ve oradan kaçmış, kadın polisi aramış ve bu vesileyle de yakalanmış duygusal katilimiz.
De Salvo Boston Canisi Cinayetlerinden değil, Yeşil Adam Tecavüzlerinden yakalandı. Eyalet akıl hastanesinde yatarken arkadaşlarına kadınları nasıl boğduğunu anlatmaya başladığında gerçek anlaşıldı. Ancak Boston Canisi cinayetlerinden ceza almadı. Maharetli avukatı F.Lee Bailey onu cinayet suçlamalarından kurtarmayı başarmıştı. Tecavüzlerden ömür boyu hapis cezası aldı. Kasım 1973’te bir mahkum tarafından bıçaklanarak öldürüldü.
Hakkında Kitap: The Boston Stranger, 1967, Gerold Frank

13 Ağustos 2008 Çarşamba

10. sone

Yazık! hem kıyasıya harcıyorsun kendini,
Hem gönlün yeltenmiyor hiç kimseyi sevmeye.
Biliyorsun, saymakla bitmez sevenler seni,
Ama besbelli sen aşk duymuyorsun kimseye.
Öldüren bir nefrettir yüreğindeki şeytan:
Hiç umurunda değil kazsan kendi kuyunu,
Çekinmezsin güzelim canevini yıkmaktan
Onarmak olmalıyken asıl amacın onu.
Sen tutum değiştir de cayayım düşüncemden,
Yumuşak bir sevgi koy nefret yerine bir yol;
Göründüğün gibi ol: cömert, sıcak, sevecen;
Hiç değilse kendine yumuşak yürekli ol.

Aşkım uğruna bir ‘sen’ daha yarat kendine:
Güzellik onda veya sende yaşasın yine.

pia

ne olur kim olduğunu bilsem pia'nın
ellerini bir tutsam ölsem
böyle uzak uzak seslenmese
ben bir şehre geldiğim vakit
o başka bir şehre gitmese
otelleri bomboş bulmasam
içlenip buzlu bir kadeh gibi
buğulanıp buğulanıp durmasam
ne olur sabaha karşı rıhtımda
çocuklar pia'yı görseler
bana haber salsalar bilsem
içimi büsbütün yıldız basar
bir hançer gibi çıkıp giderdim

ben bir şehre geldiğim vakit
o başka bir şehre gitmese
singapur yolunda demeseler
bana bunu yapmasalar yorgunum
üstelik parasızım pasaportsuzum
ne olur sabaha karşı rıhtımda
seslendiğini duysam pia'nın
sırtında yoksul bir yağmurluk
çocuk gözleri büyük büyük
üşümüş ürpermiş soluk
ellerini tutsam pia'nın
ölsem eksizsiz ölürdüm...



~Attila İlhan

yenileme

zor değildir
kötü bir şiiri yırtıp atmak.
bir zamanlar
iyi olan
ama artık
uyuşturucunun pençesinde
mahvolmuş,
katı ve bölük pörçük
bir şeye dönüşmüş kadından
kurtulmak
çok daha zordur.

nereye gitti
ve neden?

zor değildir
kötü bir şiiri yırtıp atmak
daha iyisini yazabilirsin
muhtemelen.

ama bir insan mahvolduğunda
her zaman bir nedeni var mıdır?

elbette, elbette,
elbette.

ama acısı
hep aynıdır
ve şaka
ölülerin ölmekte olanlara
ölüm dağıttığı
bu kentin
ya da herhangi
bir kentin
en iğrenç şakalarından
biridir.



~Charles Bukowski

12 Ağustos 2008 Salı

burası neresi?






Pink Floyd - Animals
Battersea Enerji Santrali, Londra

Raven


evvel zaman önce ürkünç bir gecede,
eski kitaplardaki yitik hikmeti,
düşünüyordum güçsüz ve bitkin.
başım öne düşmüş, uyumak üzereyken,
nazik vuruşlarla kapı çaldı birden.
"bir misafir" dedim, çalıyor kapımı
"bir misafir, başkası değil."
açık seçik hatırımda, bir aralık günüydü,
yerde bir hayalet gibi şöminenin ışığı.
çaresiz sabahı istedim, kitaplardan diledim
ıstırabın bitişini lenore'u kaybetmenin ıstırabı.
meleklerin lenore dediği o bakire,
nurlu ve eşsiz,
artık ebediyyen isimsiz.
ipeksi mor perdelerin süzgün hışırtısıyla,
garip bir dehşet kapladı, hiç yaşamadığım.
yineleyip durdum yatıştırmak için kalbimi,
"odamın kapısında bekleyen kişi bir misafir,
odamın kapısındaki gecikmiş bir misafir,
başkası değil."
canlandım birdenbire,
daha fazla beklemeden,"bayım" dedim ya da "bayan", affınızı diliyorum.
gerçek şu ki uyukluyordum, usulca kapıya vurdunuz,
usulca geldiniz, kapıma dokundunuz.
emin olamadım işittiğimden.
sonra ardına kadar açtım kapıyı,
karanlıktı, sadece karanlık.
merak ve endişeyle baktım karanlığa uzun uzun,
hiçbir faninin cüret edemediği hayaller içinde.
sessizlik bozulmadı, ne de bir işaret karanlıktan,
orada tek kelime lenore idi, fısıldadığım.
ve karanlıktan yankılandı bir mırıltı:
"lenore,"
sadece bu, başka bir şey değil.
ruhum alevler içinde döndüm odama,
ardından yine bir tıkırtı, daha da şiddetli.
"eminim" dedim "birşeyler var penceremde,"
gidip ne olduğuna bakayım, gizem çözülsün,
kalbim sükun bulsun, bu gizem çözülsün.
rüzgardır, başka bir şey değil.
tam kepengi açacakken, kanat şakırtılarıyla
heybetli bir kuzgun belirdi, kutsal günlerden kalma
hiçbir şey söylemedi, ne bekledi ne durdu
bir saygın kişi edasıyla, kapının üstüne tünedi,
oda kapımın üzerinde, bir pallas büstüne tünedi,
tünedi ve oturdu, sadece bu
cezbederek, takındığı ağır ve şiddetli tavırlarıyla
üzgün ruhumu gülümsetti, çehresi bu siyah kuşun
"sorgucun kırpılmış olsa da" dedim "değilsin namert,
karanlık kıyılardan gelen, korkunç ve gaddar kuzgun.
söyle nedir, cehennemi gecenin kıyılarındaki saygın ismin"
dedi kuzgun "hiçbir zaman"
şaştım bu hantal kuşun konuşmasına böyle açık,
pek anlamlı, pek ilgili olmasa da söylediği;
çünkü hiçbir şanslı insan yoktur, ki biliriz hepimiz
oda kapısının üzerine tünemiş bir kuşla karşılaşsın
kapının üstündeki büste tünemiş bir kuş ya da canavar,
adı "hiçbir zaman" olsun
tek bir söz söyledi o dingin büstteki kuzgun
taştı sanki bütün ruhu o tek kelimeden
ne bir söz ekledi, ne bir tüyü kımıldadı
acıyla mırıldandım:
"diğerleri uçup gittiler, sabah o da terkedecek beni, umutlarım gibi"
dedi kuş "hiçbir zaman"
irkildim tam yerinde söylenen bu sözle,
"şüphesiz" dedim "bu söz, tek sermayesi,
üzgün bir sahipten miras, zalim belaların
şarkıları tek bir nakarata düşünceye dek kovaladığı
umutsuz ve hüzünlü bir ağıt gibi tekrarlanan"
"asla---hiçbir zaman"
kuzgun beni hala cezbedip gülümsetirken,
yöneldim koltuğa, kapının, büstün ve kuşun önündeki
gömülürken koltuğuma, düşünüyordum
eski zamanlardan kalma bu uğursuz kuşun
bu gaddar, hantal, korkunç, ve kasvetli kuşun
neydi kastettiği, derken "hiçbir zaman"
tahmin yürütmeye koyuldum, tek ses etmeden
ateşli gözleriyle sinemi dağlayan kuşa
devam ettim düşünmeye, uzatıp başımı
lambanın aydınlattığı kadife yastığın üzerine
lambanın gözlerini diktiği kadife ve mor yastık ki
ah, "hiçbir zaman" yaslanamayacak o!
sonra görünmez bir tütsünün kokusuyla ağırlaştı hava
yüce meleklerin ayak sesleri çınladı tüylü zeminde.
"ey sefil" diye haykırdım "bir ferahlık verdi sana tanrın;
lenore'un hatıralarından kurtulasın diye bir ilaç,
iç bu iksiri kana kana ve sil lenore'u aklından
"dedi kuzgun "hiçbir zaman"
"kahin" dedim "şeytani birşey!
kahin yine de, kuş ya da iblis;
kışkırtıcı mıydı yoksa bir fırtına mı seni bu sahile atan
kimsesiz ama gözüpek bu afsunlu çöl toprağında
bu perili evde bana gerçeği söyle, yalvarıyorum
var mı günahların ilacı? söyle bana söyle, yalvarıyorum"
dedi kuzgun "hiçbir zaman"
"kahin" dedim "şeytani birşey!
kahin yine de, kuş ya da iblis;
üstümüzde kıvrılan gökler ve yücelttiğimiz tanrı adına
söyle bu hüzünlü ruh, uzaktaki cennette, sarılabilecek mi
meleklerin lenore adını verdiği kutsal bir bakireye
meleklerin lenore dediği o eşsiz, nurlu bakireye
dedi kuzgun "hiçbir zaman"
"bu söz ayrılık imimiz olsun ey kuş, ya da iblis;
dön artık fırtınaya, ve cehennemi kıyılara,
söylediğin yalana nişan tek tüy bırakma.
yalnızlığıma dokunma, terket o büstü,
çek gaganı kalbimden, çek suretini kapımdan"
dedi kuzgun "hiçbir zaman"
uçmuyor kuzgun, oturuyor orada, hala orada
oda kapımın üzerindeki o süzgün büstte
rüya gören bir iblisin bakışı gözlerinde
gölgesi akıyor zemine yüksekteki lambadan
ve bu gölgeden, yerde uzanmış yatan,
yükselecek mi ruhum?
"hiçbir zaman"

~Edgar Allan Poe

9. sone

Bir dulun gözleri yaş dökmesin diye mi sen
Tüketip duruyorsun kendini tek başına?
Ah! ardında hiç çocuk bırakmadan ölürsen
Dünya, dul kalmış kadın gibi yas tutar sana.
Senden dul kaldığında, yaş kurumaz gözünde,
Çünkü senin benzerin gelmeyecek ardından;
Ne var ki başka her dul, çocuğunun yüzünde
Kocasını görür de yeni güç alır ondan.
Savurganların yazık ettiği varlık, ancak
Yer değiştirir, dünya ondan yine zevk alır,
Ama harcanıp giden güzellik son bulacak,
Kullanmadan saklanıp ortadan kalkacaktır.

Kim kendine karşı bu cinayeti işlerse
O insanın gönlünde aşk bulamaz hiç kimse .

11 Ağustos 2008 Pazartesi

bakışların ki..

"ikinci bir parıltı var senin bakışlarında
keşke yalnız bunun için sevseydim seni"

burası neresi?


Led Zeppelin ~ Physical Graffiti
St. Mark's Place, New York

10 Ağustos 2008 Pazar

gecede ayak sesleri

her zaman
ayak seslerini duyarız gecede yaklaşan,
ve kapı sırra kadem basar odamızdan,
her zaman,
bulutlar gibi süzülüp giden.

her gece yatağından
senin mavi gölgen mi onu uzaklara götüren?
senin gözlerin ülkelerdir ve ayak sesleri geliyor,
sardı bedenimi kolların
ayak sesleri, ayak sesleri
ah şahrazad
gölgeler niçin kurtuluşumu resmeder?
gelir ayak sesleri girmez içeri.
bir ağaç ol,
görebileyim gölgeni.
bir ay ol,
görebileyim gölgeni.
bir hançer ol,
görebileyim gölgeni gölgemde,
küller içinde bir gül.
her zaman,
ayak seslerini duyarım gecede yaklaşan,
ve sen yerim olursun sürgündeki,
zindanım olursun.
öldürmeye çalış beni
ilk ve son olsun
yaklaşan ayak seslerinle
öldürme beni.



~Mahmud Derviş

iyi geceler ay



kapıda bir çivi,
keten masa örtüsünün üstünde bir bardak
yerde yemek kırıntıları var
ve televizyon açık
ve her zaman silahlarımla uyurum
sen olmadığın zamanlar

yatağın yanında bir bıçak
ve elimde telefon var
yerde köpek
ve komidinin üstünde biraz para
tek başımayken duruyor rüyalar
ve dayanamıyorum

ne yapmalıyım, küçük bir bebeksem
ve ışıklar sönerse, ve belki
ve rüzgar birden homurdanmaya başlar
kapının dışında, beni eve kadar takip eder
öyleyse, iyi geceler ay
ben güneşi istiyorum
eğer yakında doğmazsa
bitebilir işim
hayır, o kadar çabuk değil,
ben söyleyene kadar
iyi geceler ay

havuzda bir köpekbalığı var
ve ağaçta bir cadı
yaşlı deli bir komşu, ve beni izliyor
koridorda yaklaşan güçlü ve gürültülü ayak sesleri var
yatağın altında bir şey vardı
şimdi çitin arkasında
pencere pervazında büyük siyah bir karga oturuyor
ve bir şey duvarın diğer tarafında duvarı tırmalıyor

ne yapmalıyım, küçük bir bebeksem
ve ışıklar sönerse, ve belki
ve rüzgar birden homurdanmaya başlar
kapının dışında, beni eve kadar takip eder
öyleyse, iyi geceler ay
ben güneşi istiyorum
eğer yakında doğmazsa
bitebilir işim
hayır, o kadar çabuk değil,
ben söyleyene kadar
iyi geceler ay

sen çok yükseklerdesin
beni nasıl kurtarabilirsin
karanlık geldiği zaman buraya
beni götürmek için
uyanıklığın ağzından
yataga yatırıp yüzümü öptüğü
ve elimi yediği zaman

ne yapmalıyım, küçük bir bebeksem
ve ışıklar sönerse, ve belki
ve rüzgar birden homurdanmaya başlar
kapının dışında, beni eve kadar takip eder
öyleyse, iyi geceler ay
ben güneşi istiyorum
eğer yakında doğmazsa
bitebilir işim
hayır, o kadar çabuk değil,
ben söyleyene kadar
iyi geceler ay
iyi geceler ay
iyi geceler ay



~Shivaree - Goodnight moon

8. sone

Sen ki müziksin, müzik dinlerken hüznün niye?
Tatlılar kavga etmez; sevinç, sevinçle coşar.
Sana zevk vermeyene katlanırsın ne diye?
Can sıkanı bağrına basmakta ne anlam var?
Birbirine eş olan hoş seslerin uyumu
Yine de kulağına sıkıntı mı veriyor?
Bil ki âhengin sana tatlı bir sitemi bu:
“Parçaları dinleyip tümü unuttun,” diyor.
Dinle, iyi bir koca gibi, tek bir tel nasıl
Yaratırsa eşiyle birlikte hoş ,bir ezgi,
Baba, çocuk ve mutlu ana, yapıyor fasıl:
Kulakları okşuyor tek bir sesin ahengi.

O sözsüz şarkı sanki tek bir ağızdan sana
“Değerin olmaz, “ diyor, “yaşarsan tek başına.”

9 Ağustos 2008 Cumartesi

kaldırımlar

başını bir gayeye satmış kahraman gibi,
etinle, kemiğinle, sokakların malısın!
kurulup şiltesine bir tahtaravan gibi,
sonsuz mesafelerin üstünden aşmalısın!

fahişe yataklardan kaçtığın günden beri,
erimiş ruhlarınız bir derdin potasında.
senin gölgeni içmiş, onun gözbebekleri:
onun taşı erimiş, senin kafatasında.

ikinizinde ne eş ne arkadaşınız var;
sükut gibi münzevi, çığlık gibi hürsünüz.
dünyada taşınacak bir kuru başınız var ;
onu da hangi diyar olsa götürürsünüz.

yağız atlı süvari, koştur, atını, koştur!
sonunda kabre çıkar bu yolun kıvrımları.
ne kaldırımlar kadar seni anlayan olur,
ne senin anladığın kadar, kaldırımları...



~Necip Fazıl Kısakürek

yaşamaya dair

diyelim ki, ağır ameliyatlık hastayız,
yani, beyaz masadan,
bir daha kalkmamak ihtimali de var.
duymamak mümkün değilse de biraz erken gitmenin kederini
biz yine de güleceğiz anlatılan bektaşi fıkrasına,
hava yağmurlu mu, diye bakacağız pencereden,
yahut da sabırsızlıkla bekleyeceğiz
en son ajans haberlerini.

diyelim ki, dövüşülmeye değer bir şeyler için,
diyelim ki, cephedeyiz.
daha orda ilk hücumda, daha o gün
yüzükoyun kapaklanıp ölmek de mümkün.
tuhaf bir hınçla bileceğiz bunu,
fakat yine de çıldırasıya merak edeceğiz
belki yıllarca sürecek olan savaşın sonunu.

diyelim ki hapisteyiz,
yaşımız da elliye yakın,
daha da on sekiz sene olsun açılmasına demir kapının.
yine de dışarıyla birlikte yaşayacağız,
insanları, hayvanları, kavgası ve rüzgarıyla
yani, duvarın ardındaki dışarıyla.

yani, nasıl ve nerede olursak olalım
hiç ölünmeyecekmiş gibi yaşanacak...



~Nazım Hikmet Ran

Hayko Çepkin


Bu adam ilgi çekici. Sahne şovları, kıyafetleri, saçları.. Uç bir insan izlenimi veriyor evet. Sabah nette dolaşırken bir röportajına rastladım bazı bölümlerini şuraya kopyalıyorum.

bıdı bıdı bıdı bıdı buraları atlıyorum
Sen satanist değilsin yani?
Ben renkli kıyafetler giyerken satanist olaylarının patlamasıyla kıl kapmış ve siyah giymeye başlamış bir insanım.

Satanist arkadaşın oldu mu hiç?
Hayır, hiç olmadı. Ayrıca satanist diye tanıttıkları insanların hepsi kısa saçlı adamlar çıkmıştı. Satanist arkadaşımız olsaydı da çok kılçık kılçık konuşsa en fazla döverdik herhalde. Ama hiç öyle bir adam tanımadık.

Görüntü itibariyle uçlarda gezindiğini düşünüyor musun?
Şu an görüntü itibariyle uyuşturucu müptelası bir satanist olmam lazımdı. Ben de tam zıttını yapmak istedim her şeyin. Geçmişin intikamını almak istiyorum aslında belki de. “Bu şekilde olmaz” diyenlere nasıl olduğunu göstermeye çalışıyorum. Ben çok plak şirketinden kavga ederek çıktım. Babam bile “doğru dürüst müzik yap” dediğinde “bir gün gelecek göreceksin, bana 10 yıl ver” diyordum. Denk geldi de.

Saçına, makyajına takılan olanlar çıkıyordur mutlaka.
Tabi. Mahallede bir takım ağabeyler tipe kıl olup kapımıza dayanmışlardır. Sebebi var mıdır? Yoktur. Tipe kıl olma durumundan bayağı bir olayım olmuştur bugüne kadar.


Duruyorum, düşünüyorum

Kıllığına siyah giyiniyorum?
Satanist diye topladıkları adamlar kısa saçlı çıktı? (kısa saçlı satanist olmaz, kel hiç olmaz)
Satanist arkadaşımız olsaydı döverdik?
Görüntü itibariyle uyuşturucu müptelası bir satanist olmam lazımdı?
Ben çok plak şirketinden kavga ederek çıktım. Babama bile bir gün göreceksin bir gün göreceksin bana 10 yıl verin. (Burada bi küçük emrah serzenişi yakalamadım değil kihkih, sanatımı anlamadılar olayı. abi zaten 10 yıl geriden geliyoruz. Bu arada The Beatles ilk albümünü çıkartmak istediğinde gitarlı grupların modası geçti hadi koçum hadi dendiğini biliyor muydunuz?)
Mahallede bir takım ağabeyler tipe kıl olup kapımıza dayanmışlardır. (ünlü olmadan önce az dayak yememiştir)

Ben bu röportajdan bir şey anlamıyorum.

Öhöm öhöm ayda 400.000 kişi giriyormuş web sitesine burada hayko fanatiklerinin hışmına uğramayalım. Tabii gerçekten takdir edilesi şeylerde söylemiş

''Dinler bölmek için yaratılmamışlar, hiçbiri birbirinden farklı değil. Hepsi aynı temele dayanıyor.''

''Ben bekliyorum ki uzaylılar saldırsın. Bütün dünya elele verip uzaylılara karşı birleşelim. Böylece ortam şenlenir diye düşünüyorum. Hepimiz “drovişkayız” diye yeni bir ırk yaratalım mesela. Tek bir ülkeye dönüşsek.''

elde var hüzün

Hayat zamanda iz bırakmaz
Bir boşluğa düşersin bir boşluktan
Birikip yeniden sıçramak için
Elde var hüzün



~Atilla İlhan

sen söylemeden de biliyorum

Seziyorum ki kaçacaksın..
Yalvaramam koşamam
Ama sesini bırak bende
Biliyorum ki kopacaksın
Tutamam saçlarından
Ama kokunu bırak bende
Anlıyorum ki ayrılacaksın
Cok yıkkınım yıkılamam
Ama rengini bırak bende
Duyumsuyorum ki yiteceksin
En büyük acım olacak
Ama ısını bırak bende
Ayrımsıyorum ki unutacaksın
Acı kurşun bir okyanus
Ama tadını bırak bende
Nasıl olsa gideceksin
Hakkım yok durdurmaya
Ama kendini bırak bende



~Aziz Nesin

Andrew Phillip Cunanan



“İnsanlar beni tanımıyor. Tanıdıklarını sanıyorlar ama, tanımıyorlar”

31 Ağustos 1969’da doğdu. California San Diego’da zenginlerin yaşadığı Bir semtte büyüdü. Dört kardeşin en küçüğüydü. İyi bir eğitim aldı. Zeki bir beyin üstün bir hafıza, rahat sevimli tavırlar ve temiz bir görünüşü vardı. Eski bir donanma mensubu olup sonradan borsa simsarlığı yapmaya başlayan babası, oğlunu bir kilise mensubu olarak tanımlıyor, Annesi Mary Ann ise onun 6 yaşındayken incil okumaya başladığından söz ediyordu. Alçak gönüllü ve iyi bir öğrenciydi. Ama ilgi çekmeye meraklıydı. Unutulmayacak bir insan olmak istiyordu.

1990’ların başında San Francisco’da ortaya çıktığında eşcinsel bir kimliğe sahipti. Ünlü kişilerle birlikte görülüyordu sürekli. İyi giyiniyor ve kaliteli bir yaşam sürüyordu. Aslında Cunanan işsizdi ve bir çeşit Jigolo olarak güç sahibi kişilerden faydalanıyordu. Onu asıl cazip yapan fiziği değildi, kişiliği, zekası ve sosyal becerileriyle çevre ediniyordu. Tabi buna sıradışı seks deneyimleri de katkı sağlıyordu. Annesi onu “Paralı Erkek Orospu” olarak tanımlıyordu.

Ancak bir süre sonra ona hamilik eden yaşlı sanatsever sevgilisi onu terketti ve bu onun sonunun başlangıcı oldu. Uyuşturucu satmaya ve kullanmaya başladı. Kilo aldı, şehrin sokaklarında pejmürde bir şekilde dolaşmaya başladı ve yalnız kaldı.

Şehirden ayrılıp Mineapolis’e gitti. Burada sevgilisi Dave Madson vardı. Bir kaç gün birlikte takıldılar. Madson’ın Jeffrey Trail adında bir arkadaşı vardı. Muhtemelen sevgilisiydi. 27 Nisan 1997 gecesi, Madson’ın dairesinden çığlıklar ve gürültüler yükseliyordu. Ertesi gün polis, Jeffrey’in cesedini Madson’ın dairesinde bir halıya sarılmış halde buldu. Başına aldığı sayısız çekiç darbesiyle öldürülmüştü.

Bu olaydan bir kaç gün sonra 1 Mayıs günü Cunanan ve Madson, şehrin 80 km uzağındaki bir göl kenarına gittiler. Cunanan burada Jeffrey’in tabancasıyla Madson’ın kafasına bir kaç el ateş etti ve onun kırmızı Jipiyle güneye doğru hareket etti.

Bir süre sonra Chicago’da ortaya çıktı. Lee Miglin adında 72 yaşındaki emlak kralının evine kabul edilmeyi başarmıştı. Onu vahşice öldürdü. Kafasını koli bandıyla sardıktan sonra vücudunu defalarca budama makasıyla bıçakladı ve bahçe testeresiyle boğazını kesti. Buradan Mingin’in arabasıyla doğuya doğru hareket etti.

Pensiyvanya New Jersey’de 45 yaşındaki bir mezarlık bekçisi olan William Reese’I aynı tabancayla öldürdü. Takvimler 9 Mayısı gösteriyordu ve Cunanan Reese’in kamyonetiyle oradan uzaklaşıyordu. İki haftada 4 kişiyi öldürmüştü.

Kısa sürede Amerika’da en çok arananlar listesine girmiş, gazetelere ve televizyolara konu olmuştu. Yani önemli olmayı başarmıştı. Ama bir suçlu olarak.

Miami’ye giderek bir otele yerleşti. Bir süre burada kaldı.Gündüzleri uyuyor ve geceleri ise gay barlara takılıyordu. Bu sıralarda otelin bulunduğu South Beach’te iki blok ötede ünlü modacı Versace’in malikanesi vardı. 14 Temmuz sabahı Versace alış verişten eve döndüğünde Cunanan onu kapının önünde bekliyordu. Ve 50 yaşındaki modacının başına iki el ateş etti.

Polis müfettişleri mezarlık bekçisinin arabasını bulduklarında içinde Cunanan’ın kanlı kıyafetleri ve pasaportu vardı.

Versace cinayeti dünya çapında bir şok etkisi yarattı. Tüm dünya basınında fotoğrafları ve haberleri yayılırken O, kadın kılığında serbestçe dolaşıyor ve polisle kedi fare oyunu oynuyordu.

25 Temmuz 1997 tarihinde Versace’nin öldürüldüğü yerin yalnızca kırk blok ötesinde demirli bir teknenin bakıcısı tekneye girdiğinde bir yabancıyla karşılaştı. Polise haber vermek için telişla dışarı çıktığı sırada bir el silah sesi duyuldu. Kısa süre sonra polis büyük bir operasyon başlatmıştı. Ve gaz bombası eşliğinde tekneye giren özel tim, Cunananı şortla yatağa uzanmış ve kendini ağzından vurmuş olduğunu gördüler.

7. sone

Bak, o cânım aydınlık kaldırırken doğudan
Alev alev başını, çevrilir bütün gözler
Onun taptaze doğan güzelliğine, hayran -
Ve kutsal görkemine hizmet etmeği özler.
Sarp yamaçtan çıkarken göklerin tepesine
Gençliğinin gücünü andırır orta yaşı:
Gülyüzüne o fâni bakışlar tapar yine,
Altın yolculuğunda hepsi onun yoldaşı.
Yorgun arabasıyla doruğa çıkar çıkmaz
Yaşlılık çağı gelmiş gibi bırakır günü:
Üstünden ayrılmayan gözler ona hiç bakmaz,
Başka yerleri süzer, izlemez çöküşünü.

Sen de kendi öğle’nde ölüp gözlerden ırak
Unutulmaktan kurtul - bir oğul yaratarak.

8 Ağustos 2008 Cuma

kaldırımlar

Ne sabahı göreyim, ne sabah görüneyim;
Gündüzler size kalsın, verin karanlıkları!
Islak bir yorgan gibi, sımsıkı bürüneyim;
Örtün, üstüme örtün, serin karanlıkları.

Uzanıverse gövdem, taşlara boydan boya;
Alsa buz gibi taşlar alnımdan bu ateşi.
Dalıp, sokaklar kadar esrarlı bir uykuya,
Ölse, kaldırımların kara sevdalı eşi...



~Necip Fazıl Kısakürek

Chuck Berry


Chuck Berry geçen sene İstanbul'u çok sevmiş, hamama falan götürmüşler. (sallıyorum) Üstad bu sene tekrar bir konser vermek için ülkemizi ziyaret ediyor.

Rolling Stone Dergisi tarafından açıklanan “Tüm Zamanların En iyi 500 şarkısı” listesinde 6 parçası yer alan 1926 doğumlu müzik efsanesi, 1985 yılında Grammy tarafından “Yaşam Boyu Başarı” ödülüne layık görüldü.

Hala Chuck amcayı tanımayan dombililer için bu kısa bilgiyi verdikten sonra ayrıntılara girelim.

Hangi parçaları seslendireceği az çok belli zaten “Johnny B. Goode( bi ton grubun coverlayıpta bi b*ka benzetemediği şarkı) , Maybellene, Roll Over Beethoven, Rock And Roll Music, Sweet Little Sixteen ve Brown Eyed Handsome Man gibi birçok hit parçasını seslendirecek. Bilet fiyatlarına gelirsek;

vip: 125,00 ytl
1.kategori: 89,00 ytl
2.kategori: 78,00 ytl
3.kategori: 67,00 ytl
tam: 56,00 ytl,
öğr: 46,00 ytl (ayakta)

program19:00 / kapı açılış
20:00 / ön grup
22:00 / konser başlıyor
@Parkorman

yaşamaya dair

yaşamak şakaya gelmez,
büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın
bir sincap gibi mesela,
yani, yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden,
yani bütün işin gücün yaşamak olacak.

yaşamayı ciddiye alacaksın,yani o derecede, öylesine ki,
mesela, kolların bağlı arkadan, sırtın duvarda,
yahut kocaman gözlüklerin,
beyaz gömleğinle bir laboratuvarda
insanlar için ölebileceksin,
hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için,
hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken,
hem de en güzel en gerçek şeyin
yaşamak olduğunu bildiğin halde.

yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı,
yetmişinde bile, mesela, zeytin dikeceksin,
hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil,
ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için,
yaşamak yanı ağır bastığından.



~Nazım Hikmet Ran

Angie

angie
angie
bu kara bulutlar ne zaman kaybolacak?
angie
angie
bizi buradan nerelere götürecek?

ruhlarımızda sevgi ve cebimizde para yokken,
pek tatmin olduğumuzu söyleyemezsin..
ama angie
angie
asla denemediğimizi söyleyemezsin..

angie
güzelsin evet..
ama hoşçakal demenin zamanı gelmedi mi?
angie
seni hala seviyorum
beraber ağladığımız o geceleri hatırla..
beraber düşlediğimiz tüm hayaller uçuverdi sanki
kulağına fısıldamama izin ver..
angie
angie
bizi buradan nerelere götürecek?

oh angie sakın ağlama,
bütün öpücüklerin hala tatlı
gözlerindeki bu üzgünlük beni kahrediyor..
ama angie
angie
hoşçakal demenin zamanı gelmedi mi?

ruhlarımızda sevgi ve cebimizde para yokken,
pek tatmin olduğumuzu söyleyemezsin..
ama angie seni hala seviyorum bebeğim
nereye baksam gözlerini görüyorum..
sana yaklaşabilecek tek bir kadın yok
hadi bebeğim gözlerini durula..
ama angie
angie
hayatta olmak güzel değil mi?
angie
angie
asla denemediğimizi söyleyemezler..



Rolling Stones ~ Angie

~Yiğit Özgür

YouTube geliyorrr


Atatürk'e hakaret eden içerik nedeniyle (bahanenizi yesinler) 3 aydır kapalı olan ( o kadar olmuş mu? ) youtube yerelleşme sayesinde yasaktan kurtulmayı amaçlıyor.

Sitede bize özgü bir arama motoru kurulması kararlaştırılmış. Bize özgü ne demek? Google da olduğu gibi kendinden filtreli bir arama motoru sanırım. Bizim istediğimiz değil onların bizim görmemizi istediği sonuçları verecek bi arama motoru. ( Çok mu komple teorisi üretiyorum? )

Sizleri "ülke hassasiyetlerini dikkate alan'' youtube.tr ya da youtube.com.tr adreslerinden giriş yapmaya davet ediyorum.

6. sone

Ne yap yap, kurban gitme kışın zalim eline,
Özün arıtılmadan, yaz’ı almasın senden;
Bir şişeye bal akıt, bir yere bir hazine
Sun güzel hazinenden, kendin sona ermeden.
Bu iş haram değildir, tefecilik de değil:
Sevinç verir gönüllü borç ödeyenlerine
Görevin bir başka ‘sen’ yaratmaktır, bunu bil;
İşte on kat mutluluk: on gelir bir yerine.
On kat büyük bir görkem doğar gür benliğinden
Ortaya senin eşin on tane sen çıkar da,
Ölüm, eli böğründe kalırdı göçünce sen
Bırakırdı, yaşardın gelecek kuşaklarda. Vazgeç inattan:

Öyle güzelsin ki olmasın
Ecel senin fatihin, solucanlar mirasçın.

7 Ağustos 2008 Perşembe

anımsa

anımsa bu günden daha önceki bir günü
genç olduğun bir günü
zamanı özgürce kullanabildiğin
karanlığın basmadığı

bir şarkı söyle
sabah öpücüğü olmaksızın söylenemeyen
kraliçe olabilirsin eğer istersen
ara kralını

neden bugün oynayamayız?
neden hep böyle kalamayız?
tırman en sevdiğin elma ağacına
dene güneşi yakalamayı

saklan küçük kardeşinin tabancasından
düşle uzaklarda olduğunu
neden erişemeyiz güneşe?
neden geri püskürtmeyiz yılları?



Pink Floyd ~ Remember a day

Dr. Henry Howard Holmes


“Ben içimdeki kötülükle doğdum. Katil olduğum gerçeğinin önüne geçemiyordum; tıpkı bir ozanın ilhamını bastıramayıp şarkı söylemesi gibi.. Dünyaya gözlerimi açtığım yatağın yanında şeytan benim arkadaşım olarak beklemekteydi ve o günden beri benimle beraber.”

Kendisine Dr.H.H.Holmes diyen bu adamın Amerikan suç tarihinde önemli bir yeri vardır. Belgelenen ilk seri katildir. Asıl adının Herman Mudgett olduğu, Mew Hampsire’de küçük bir köyde doğduğu, diğer sosyopatlar gibi çocukluğunda küçük canlılar üzerinde deneyler yapmaktan zevk aldığı bilinmektedir.

Yirmili yaşlarında tanıdığı genç bir kadınla evlendi. Bir yıl sonra onu terk etti. Vermont’da bir yıl üniversiteye devam ettikten sonra, Ann Arbo’daki Michigan üniversitesinden 1884 yılında Doktor olarak mezun oldu. Bu süre içinde iyi bir dolandırıcı olmuş ve sigorta şirketlerinden binlerce dolar tokatlamayı başarmıştı. Yöntemi basitti. Hayali bir kişi için bir sigorta poliçesi alıyor, ardından bir ceset ele geçiriyor ve cesedin poliçe sahibi olduğunu söyleyerek parayı alıyordu.

1886’da Chicago’da yeni bir adla ortaya çıktı. Henry Howard Holmes. Zenginlerin yaşadığı bir semt olan Englewood’da eczacı olarak çalışmaya başladı. Eczanenin sahibi yaşlı bir dul kadındır. Birkaç ay sonra eczanesini Holmes’e bırakarak anlaşılmaz bir şekilde ortadan kaybolmuştur.

Çok başarılı bir dolandırıcı olduğundan, para bulmakta hiç zorlanmadı. Eczanenin karşısındaki boş arsada muhteşem bir ev yaptırdı ve adını “Şato” koydu. Evde gizli koridorlar, gizli merdivenler, sahte duvarlar, saklı platformlar ve kapılarla bir birlerine bağlı olan onlarca oda vardı. Odaların bazıları asbest duvarlı ses geçirmez duvarlara sahipti ve bodrumdaki büyük bir tanka bağlı gaz boruları döşenmişti. Ofisindeki bir kontrol panelinden bu odalara boğucu gaz göndermesi mümkündü. Bodrumda tam teçhizatlı bir Kadavra Laboratuarı bulunuyordu.

Bu korku evinin koridorlarında kaybolan insan sayısı bilinmemektedir. Bunların arasında Holmes’in sinsi cazibesine kanan çok sayıda saf genç kız da vardı.

1893’te Chigago fuarı sırasında fuara gelen turistlere oda kiralamış ve bu insanları bir daha gören olmamıştır. Bu dönemde kaliteli anatomik örneklere ihtiyaç duyan üniversiteler Holmes’ten düzenli olarak iskelet satın aldılar ve hiç soru sormadılar.

En sonunda suç ortaklarından biri olan Ben Ptiezel’in öldürülmesi ile ilgili tutuklandı. Holmes Ptiezel’in cesedini en sevdiği iş olan sigorta dolandırıcılığında kullanmak istedi. Ancak zeki müfettişler tarafından yakalandı. Zamanının en sansasyonel duruşmasından sonra 27 cinayet işlediğini itiraf etti. ‘İblis Holmes’ olarak nam saldı. 7 Mayıs 1896’da PhiledelPhia’da asılarak idam edildi.

Hakkında Kitap:Depraved, 1994, Herald Schechter

5. sone

Her gözün takıldığı o bir içim su yüzü
Özenle incelikle yaratan şu saatler
Birer zalim olup da vurunca zaman gürzü
O eşsiz güzellikten kalmaz hiçbir hoş eser
Durmak bilmeyen zaman, yaz’ı söküp götürür,
Yok eder iğrenç kışın kucağına atarak;
Özsu ayazda donar, sağlam yapraklar çürür:
Güzellik kar altında her yöre her yöre çıplak, çorak.
Özsuyu çiçeklerden çekip almamışsa yaz,
Gelir, kendisi gibi, anılarının sonu.

Özsuyu çekilmişse, kış gelince o çiçek
Kupkuru kalsa bile, tatlı özü sürecek.

Hear'N Aid


20-21 Mayıs 1985 özel bir tarihti. 40 Heavy Metal müzisyeni çok özel bir proje için stüdyodaydılar. Heavy Metal'in altın yıllarında "Hear'N Aid" doğmuştu.

Ronnie James Dio'nun önceliğini yaptığı proje Afrika'daki ve dünyadaki açlıkla savaşmak için bir gerçekleşen bir projeydi. 40 müzisyen ve binlerce destekçisi dört ay boyunca çabalayarak Hear'n Aid projesini gerçeğe dönüştürdüler.

Projede yer alan müzisyenler : Tommy Aldridge, David Alford (Rough Cutt), Carmine Appice (King Kobra), Vinny Appice (Dio), Jimmy Bain (Dio), Franki Banali (Quiet Riot), Eric Bloom (Blue Oyster Cult), Mick Brown (Dokken), Vivian Campbell (Dio), Carlos Cavazo (Quiet Riot), Amir Derakh (Rough Cutt), Ronnie James Dio, Don Dokken, Kevin DuBrow (Quiet Riot), Brad Gillis (Night Ranger), Craig Goldy (Guiffria), Chris Hager (Rough Cutt), Rob Halford (Judas Priest), Chris Holmes (W.A.S.P.), Blackie Lawless (W.A.S.P.), George Lynch (Dokken), Yngwie Malmsteen, Mick Mars (Motley Crue), Dave Meniketti (Y&T), Dave Murray (Iron Maiden), Vince Neil (Motley Crue), Ted Nugent, Eddie Ojeda (Twisted Sister), Jeff Pilson (Dokken), Donald Roeser (Blue Oyster Cult), David St. Hubbins (Spinal Tap), Rudy Sarzo, Claude Schnell (Dio), Neal Schon (Journey), Paul Shortino (Rough Cutt), Derek Smalls (Spinal Tap), Adrian Smith (Iron Maiden), Mark Stein (Vanilla Fudge), Geoff Tate (Queensryche), Matt Thorr (Rough Cutt)

Kim çocuklar için ağlar?
Ben ağlarım

Yukarıdaki dizeler grubu tanımama vesile olan Stars şarkısına ait. Klibi mutlaka izlenmeli çok güzel anlar yakalayabilirsiniz. Bu kadar yıldızı bir daha bir arada görebilir misiniz?

şizofren aşka mektup

" hayat, soğuk, yağmurlu ve vurdumduymaz bir istanbul gecesiydi.. ve gece yağan yağmur hep ürkütürdü beni. yağmur değil, yalnızlığımdı pencereleri damla damla yalayan; yıllarımı dolduran sensizlikti. hep bir yanı yarımlık, hep senden uzaktalık, hayattaki tek kimsemden yoksunluk, yani kimsesizlikti. bir kavuşma mucizesine inanma yolunda harcanmış bir hayatın ansızın sonuna gelme ve o mucizeyi yaşayamadan bir başına ölme korkusuydu yağmur. yine yağmur yağıyor, yine gece.. yine istanbul.. ve sen kollarımın arasından sıyrılıp kalkıyorsun yataktan. nereye gidiyorsun sevgilim? sadece sana sarılarak uyuduğumda nefes alabiliyorum... "



~Cezmi Ersöz

6 Ağustos 2008 Çarşamba

4. sone

Savurgan güzel, nedir bu kendine harcaman
Senin mirasın olan güzellikleri böyle?
Doğa temelli vermez, ödünç verir her zaman:
Eli açık olana borç verir içtenlikle.
Böyle yanlış kullanmak olur mu, güzel pimi,
Miras bırakman için sana bırakılanı?
Kar etmeyen tefeci, bu koskoca serveti
Niye tüketiyorsun yaşatmak varken canı?
Meraklısın kendinle içli dışlı olmağa;
Bu, tatlı benliğini sırf aldatmağa yarar.
Vaktin geldi diyerek seni çağırsa doğa
Vereceğin hesapta elle tutulur ne var?

Kullanmazsan gömülür güzelliğin seninle,
Kullanırsan varisin olur da sürer böyle.

63 yıl önce bugün


İnsanlık, en korkunç silahlardan biriyle yüzleşti

İkinci Dünya Savaşı'nın sonlarında, ABD Başkanı Harry Truman'ın emriyle Hiroşima atom bombası atıldı. Amerikan bombardıman uçağı B-29 "Enola Gay"in saat 08.15'te attığı bombaya "Küçük Çocuk" adı verildi.

Atom bombası, o güne kadar kullanılan en güçlü bombadan tam 2 bin kat daha güçlüydü.

Hiroşima'nın yüzde 60'ında taş üstünde taş kalmadı; 13 kilometrekarelik bir alan radyasyon bulutu altında kaldı.

Bomba atıldığında kentin nüfusu 350 bindi. Hiroşima'da 1945 sonunda atom bombasından 140 bin ölü vardı. Ama radyasyonun çok uzun süren korkunç etkisi 110 bin insanı daha öldürdü.

Bugün dünyada, Hiroşima'da kullanılan bombanın 2 bin 500 katı gücünde tek bir atom bombasını imal gücü olduğunu biliyor muydunuz?

yumruğunu sıkamayan insandan iğreniyorum

Elimden doğruca, güzelce, iyice bir yazı mı çıkıyor? İğreniyorum! Hâlâ bu memlekette doğru, güzel ve iyi olanı savunma gayretimden, bu gayretin boşluğunu anlayamamak enayiliğinden iğreniyorum!

Olanlar ortadayken, hep bugünü yarına erteleyici ve gelmeyecek bir istikbale ısmarlayıcı "cek" ve "cak" edatlarından iğreniyorum!

(Perikles) gibi (Attik) Yunan medeniyetinin en haşmetli ve her şeyi tamam cemiyetinde, (Lirik) şiirin babası (Pindaros) şöyle der :"Meğer bütün bir ömür katırlara saman yerine çiçek sunmuşum!"... Ben de aynı meraret duygusuyla güneşi cepte kaybetmiş bir topluma bu sırrı anlatamamanın sefaletinden iğreniyorum!

Dudaklarla kalbler arasındaki mesafeden, her akşam başına yorganı çeker çekmez uyuyuveren nefs muhasebesi yoksunu eyyamgüder politikacıdan, tecrit kampı ve iman zindanı haline getirdikleri camilere hissizce girip çıkan marka müslümanlarından iğreniyorum! Gördüğü şeyi nasıl görebildiğini izahtan âcizken gözüyle görmediği için Allahı inkar eden maddeciden iğreniyorum!

Posayı cevher sanan kabuk milliyetçisinden, çile çekmeden olmaya bakan ezberci medeniyetçiden, hayat ağacını devirmeyi ve nurlu meyveleriyle ateşe atmayı inkilâp sayan devrimbazdan ve bunlara inananlardan, kapılanlardan iğreniyorum! Hâsılı, dil adına dilden, ev adına elden, vatan adına vatandan ve köy, köylü, şehir, şehirli, gazete, dergi, kitap, mektep, talebe, muallim, polis, memur, kanun, nizam, kadın, erkek, dost, ahbap ne varsa bunların gerçekleri adına hepsinden iğreniyorum!

Ötesi var mı?... Ağlayamayan, anlayamayan, içini kanatamayan, yumruğunu sıkamayan insandan, Allahın Kur'anda "belhüm adal-Hayvandan aşağı" diye andığı iki ayaklılardan iğreniyorum!

Necip Fazıl Kısakürek
(17 Mart 1980)