31 Aralık 2008 Çarşamba

love is suicide


29 Aralık 2008 Pazartesi

İhanet etti
Önce korktu
Sonra ürktü
Bir daha olmayacak diyerek
Kendini avuttu…

İhanet etti
Önce vicdan azabı çekti
Sonra ağladı sabahlarca
Bir daha olmayacak diyerek
Yeminler etti

İhanet etti
Önce utandı
Sonra yüzüne bakamadı
Bir daha olmayacak diyerek
Kendi ile savaşlar verdi…

İhanet etti
Önce günaha girdi
Sonra dualar etti
Bir daha olmayacak diyerek
Arınmaya çalıştı…

İhanet etti
Önceler yok oldu
Sonralarda sevdi delicesine
Bir daha olmayacak diyerek
Acılar çekti

İhanet etti
Şu anda kendini
Cezalandırıyor
Vicdanını dinledi
Terk etti
Acıları çok

İhanet sebepsiz olmuyor
Sevgiler kimselerle paylaşılmıyor
Yalnızlıklar sebep oluyor
Tek taraflı değil
Suçluyuz hepimiz
En büyük suçtur ihanet,
Cezası ölüm.

İntihardır ihanet.
Çünkü insan sadece kendine ihanet eder.

Aşk ölmez, insan ölür.

İhanet suçlularının mezarlığı kalbim.

saçmalık ve kederin birleşimi

alyuvar kırmızısı gözlerim
korkmuş, bitkin
sıcaklığına hayran olduğun eller...
bir yaşamı sonlandırıyor
nevroz kapladı ruhumu
kessen bileklerimi
şizofreni akacak..
....
dudaklarımdan dudaklarına geçsin acım
gözyaşlarımla sulanan o siyah çelenkler solsun
seni düşündüğüm her dakika
intahar etsinler zamanın omuzlarından - zamanın boşluğuna doğru.
....
adi ruhlarla donatılmış bedenler
x ışınlarına maruz kalsa
görünür müydü kederler?
....
saçma sorular
saçma cevaplar
hiçbir şey düşünemiyorum
tek istediğim kollarında uyumak
soyut ve somut dünyaların birleşimi olan
anlamsız hayata elveda
uykuya dalıyorum
sana ulaşabildiğim, mutlu olabildiğim tek yer rüyalar.

28 Aralık 2008 Pazar

bir seher vakti terbiye adap dinlemeden isyankar ettim kedimi

doll art




Nevrotik saplantılar

Freud' un notlarından

a) Gözleme fırsatı bulduğum bir kız, yıkandıktan sonra lavaboyu birkaç kez temizleme zorlanımı altındaydı. Bu törenin anlamı, şu özdeyişte yatmaktadır. '' İyice temizlenene kadar kirli suyu atmayın.'' Anlamı ise, çok düşkün olduğu kız kardeşini uyarmak ve daha iyi bir erkekle ilişki kurana kadar yetersiz bulduğu kocasından boşanmasını önlemekti

b) Kocasından ayrı yaşayan bir kadın, bir şey yerken, yediklerinin en iyi tarafını bırakma zorlanımı altındaydı: örneğin kızartma etin sadece dış kısmını alabiliyordu. Bu vazgeçiş, kökeniyle açıklık kazanıyordu. Kocasıyla evlilik ilişkisini reddettiği gün - yani, en güzelinden vazgeçtiği zaman- ortaya çıkmıştı.

c) Aynı hasta, sadece belli bir iskemleye oturabiliyor ve iskemleden zorlukla kalkabiliyordu. Evlilik yaşamının bazı ayrıntılarıyla ilgili olarak iskemle sadık kaldığı kocasını sembolize ediyordu. Zorlanımı açıklamasını şu cümlede bulmuştu: '' İnsanın bir kez karar kıldığı bir şeyden (kocadan, iskemleden) ayrılması çok zor.''

d) Bir dönemde özellikle belirgin ve anlamsız saplantılı bir hareketi tekrarlıyordu. Kendi odasından, ortasında masa bulunan başka bir odaya koşuyor, masa örtüsünü belli bir biçimde düzeltiyor ve zili çalarak hizmetçisini çağırıyor, bir angarya yükleyere geri gönderiyordu. Bu zorlanımı açıklamaya çalışınca, masa örtüsünün bir yerinde leke olduğunu ve örtüyü sürekli olarak hizmetçinin lekeyi görmesini garantileyecek şekilde düzelttiğini hatırladı. Sahnenin tamamı, evlilik yaşamındaki bir yaşantıyı canlandırıyordu. Gerdek gecesi kocası, pek alışılmadık olmayan bir sorun yaşar. İkdidarsız olduğunu görür ve ''gece boyunca'' bir kez daha denemek için ''defalarca kendi odasından gelinin odasına koşar.'' Ertesi sabah yatakları yapan oda hizmetçisi karşısında utanacağını söyler ve bir şişe kırmızı mürekkep alarak çarşafa döker; ama bunu öyle acemice yapar ki kırmızı leke olmadık bir yerde durur. Dolayısıyla kadın, bu saplantılı törenle, gerdek gecesini temsil etmektedir. '' Yemek ve yatak'' * evlilik bu ikisi arasında olur.

* : [ Almanca '' Tisch und Bett'' ( ''Masa ve yatak''). Yasal ayrılma için kullanılan ''separatio a mensa et toro'' ( '' masa ve yataktan ayrılma'') ifadesiyle karşılaştırın.

e) Başladığı başka bir zorlanımın da - vermeden önce kağıt paranın seri numarasını not etme- tarihsel olarak yorumlanması gerekti. Daha güvenilir başka bir erkek bulabildiği taktirde kocasını terk etmeye niyetli olduğu bir dönemde, bir kaplıcada tanıştığı bir erkeğin yaklaşımlarına izin verir; ancak adamın ciddi olup olmadığı konusunda kuşkuludur. Bir gün, bozuk para lazım olunca adamdan beş kronen bozmasını ister. Adamda parayı bozarak iri sikkeyi cebine atar ve şövalyece bir havayla, sikkeyi hep saklayacağını, çünkü onun eli değdiğini söyler. Sonraki buluşmalarında, niyetine inanabileceği konusunda ikna olmak istercesine adamdan beş kronenlik parayı göstermesini istemeyi düşünür, ama bunu yapmaz, çünkü aynı değerdeki sikkeleri birbirinden ayırmak mümkün değildir. Dolayısıyla kuşkusu aynen kalır; ve eşdeğer diğer bütün paralardan ayırdedilmesini mümkün kılmak için sahip olduğu her banknotun numarasını not etme zorlanımını geliştirir.

papa roach


27 Aralık 2008 Cumartesi

yarım kalmıştı geçen gece
içinde şeytan kanı olan şişe

26 Aralık 2008 Cuma

uzaktaki sevgili

İlk başlarda çok özlemezsiniz, yanınızdaymış gibi davranacak kadar özümsemişsinizdir çünkü.

Yalnızlık gitgide yerleşir.

Bir süre sonra bir insan değil bir kavram haline geldiğini anlarsınız.

Özlersiniz pek tabii,ancak özlemenin bir anlam taşımadığını anlayınca bundan da vazgeçersiniz.

Sürekli bir eksiklik, anksiyete içerisinde yaşamaya başlarsınız, sebebin "sensizlik" olduğunu anlamazsınız çünkü artık "senlilik" ile ilgili bir umut kalmamıştır içinizde.

Çok hatırlarsınız onu,en uygunsuz anlarda yalnızlığa düşer veya yanınızdaymış gibi davranmaya başlarsınız. yapacak bir şey yoktur.onsuzsunuzdur artık bu içkileri onsuz içecek, dolmuşlara onsuz binecek başka bir nefesi dinleyerek uyuyamayacak, artık başkalarını güldüreceksinizdir.artık başkaları sizi takdir edecek, başkaları azarlayacaktır.

Bir yandan da elden geldiğince simülasyon yaratmaya çalışan telefonlar sürer. bir süre sonra bir ahizeyle aşk yaşadığınızı anlarsınız.bundan nefret etmeye başlayınca daha az veya daha yüzeysel konuşmalar yaparsınız.yapacak bir şey yoktur.

O gitmiştir. genelde ne zaman geleceğiyle ilgili muğlak bir tarih veya benzeri bir olay vardır.beklemezsiniz bile.Issızlıgın ortasında yalnızsınızdır.

Ve daha kötüsü aslında yalnız da değilsinizdir ama yanınızdakini asla göremezsiniz. kendi kendinize iki kişilik bir ilişki yaşamaya çalışırsınız.bölünürsünüz.iyi bir şey yapınca o sanki sizi görüyormuş gibi sevincini beraber yaşarsınız.

"hayatım" dediğiniz adam başını alıp gitmiştir.ayrı olduğunuz için artık iki hayatınız vardır. bunlardan birinden bihabersinizdir, diğerinden nefret edersiniz.

22 Aralık 2008 Pazartesi

yaratıcı iş fikirleri - 2

Yaklaşan yerel seçimlerde propaganda malzemesi üreticilerine büyük iş düşecek. Sermaye ise paradan çok, yenilik ve farklılık düşüncesi!.. AMERİKA başkanlık seçimleri epey hareketli geçti. Kampanyalarda kullanılan yüzlerce propaganda materyali arasında ucuz ve etkili olan çok sayıda örnek sergilendi. Bu işin uzmanları daha önce görülmemiş dizaynlar hazırlayıp piyasaya sürdüler. Çoğu yerel yönetimler ve partiler tarafından kapışıldı, adedi milyonları bulan siparişler verildi. Bunca propaganda malzemesi içinde en çok ilgi çekenler ise "windsocks" (rüzgar gülleri) "masklar" ve "mizahi materyal" ler oldu.

Yaklaşan yerel seçimler nedeniyle bizde de çok hareketli bir propaganda dönemi yaşanacak. Bu seçim, geçmişin seçimlerine benzemiyor. Seçmeni etkilemek için "sıra dışı yöntemlere" ve "görülmemiş propaganda malzemelerine" ihtiyaç var.

FARKLI FARKLI PROPAGANDA MALZEMELERİ

İşte bu dönem içinde inovasyon ürünü basit propaganda malzemelerini piyasaya sürenler çok büyük başarı kazanacak. Belediye başkan adayları kıran kırana mücadelelerinde bu "yeni nesil malzemelerle" güç gösterisinde bulunacak, söylenemeyenleri bu materyaller sayesinde söylemiş olacaklar.

Çoğu buluş için hemen on binlerce adet sipariş verilecek, umulmayan boyutta işler başarılacak! Meydanlar, salonlar ve kürsüler bu materyallerin envai çeşit zenginliğiyle donanacak, giysilere adayları anlatan objeler takılacak.

"Banner" lar (bez afişler), "pratik panolar", "seyyar dövizler" elden ele dolaşacak, kapıları ve pencereleri slogan yüklü "posterler" süsleyecek. Envai çeşit bayraklar ortaya çıkıp her yeri şenlik alanına çevirecekler! Propaganda sırasında yalnız görsellik değil, "ses ve ışık oyunları" da devreye girecek. Kimi seçmene özel hazırlanmış koliler içinde "sesli" hediyeler gönderilecek. Bu ambalajlar parti amblemlerini taşıyacak.

Yüz binlerce adet "küçük broşür", "el ilanı", "yelpaze" ve "kartpostal" dağıtılacak. Araçlar özel desenlerle giydirilecek, hatta otomobillere, gemilere ve uçaklara geçici reklam uygulamaları yapılacak. Tüm bunlarda "elektroniğin teknik uygulanışını" da göreceğiz.

BU İŞ ABD'DE SANAYİYE DÖNÜŞTÜ!

Bu işi buluş kültürüyle gerçekleştiren ve kampanyaların çok renkli geçmesini sağlayan Amerika'da seçim malzemesi üreten yerler adeta bir "endüstri" halinde çalışıyor.

Amerika'da yalnız "seçimler" değil "özel günler" ve "bayramlar" da bu işletmelerin ilgi alanı içinde. Bizde henüz bu iş spesifik olarak ele alınmadığı için başta seçim propagandası malzemeleri olmak üzere tüm materyaller "promosyon şirketleri" ve "bayrak üreticileri" tarafından yapılıyor.

Oysa bu işin yapıldığı mekanlarda "slogan yazarları", "dizaynırlar", "ressamlar", "renk uzmanları", "grafikerler" ve "psikologlar" var! Bu ajanslarda her dönemin kendi özelliklerini yansıtan yeni aforizmalar, kampanya sloganları üretiliyor! Bu kurumlar malzeme çeşitliliği yaratan saygın birer şirket olarak yerel yönetimlere, temsilci adaylara ve parti merkezlerine hizmet veriyor.

Çoğu "outdoor reklam aktiviteleri" de yapıyor. En çok kazananlar ise "patriotic items" adı verilen ulusal simgeleri ve propaganda malzemelerini dizayn eden firmalar. Bunlar en basitinden en karmaşık çeşidine kadar yüzlerce katalog malzemesine sahipler. Burada tişörtten, şapkaya, araç üzerine monte edilen sesli aygıtlardan, şişme propaganda sistemlerine kadar her şeyi bulmak ve sipariş etmek mümkün.

İşin büyüklüğüne rağmen bu firmalar, sadece "yaratıcı ekibi" bünyelerinde tutarak çalışıyor ve malzemeleri dışarıda imal ettirerek sipariş edene teslim ediyorlar.
Propaganda malzemeleri eğer "özel dizayn" gerektiriyor ise hemen tasarım tescilleri yapılıyor, patentleri alınıyor ve ilgili firmanın kataloguna giriyor.

PARA DEĞİL YENİLİK FİKRİ LAZIM

Yaklaşan yerel yönetim seçimleriyle hayli hareketli geçecek kampanyalar için "yaratıcı girişimcilerin" bir araya gelerek "ürün prototiplerini" şimdiden belirlemelerinde yarar var.

Girişimcilerimiz bu işleri "yaratıcı ajans" mantığı içinde ele alırlarsa özgün bir iş kolunun doğmasına yol açabilirler. Unutulmasın ki bu bir ihtisas konusu. Az sermaye gerektiren bu ilginç girişimin asıl ağırlık noktası ise "fikir ve yenilik" üretimi.

Kısacası yetenekli bir ekiple Türk seçmenini etkileyecek "buluşları" birer propaganda objesi haline getirmeyi başaranlar belki de uygulama sahalarını genişleterek "yeni bir sektörün doğmasına" yol açacaklar.

Kaynak:paradergisi - Nur Demirok

Bayim olur musun? :p

Girişimciler krize rağmen boş durmuyor. Bu yıl 6'ıncısı düzenlenen "Bayim Olur musun? Franchising ve Markalı Bayilik Fuarı" sıradışı girişim fikirlerine ev sahipliği yapıyor. 25 bin kişinin ziyaret etmesi beklenen fuarda ABD'nin ünlü içeceği smoothies, sadece bir iki malzeme ilavesi ile evde kolayca hazırlanan çiğ köfte ve bir Türk girişimcinin yabancı ortağı ile yarattığı "patates cumhuriyeti" fuardaki ilginç örneklerden sadece birkaçı... Media Force Fuarcılık ve Türkiye Franchising Derneği (UFRAD) işbirliği ile CNR Expo Center'de düzenlenen "Bayim Olur musun? 6. Franchising ve Markalı Bayilik Fuarı"nın Türkiye'nin 600 yerli ve 200 yabancı markayla dünyayla boş ölçüşebilecek bir duruma geldiğini söyleyen Türkiye Franchising Derneği Genel Başkanı Mustafa Aydın, "Küresel krizin Türkiye'yi içine çektiği bir dönemde iç dinamikleri yapıcı kullanarak bu süreci atlatabiliriz. UFRAD yaptığı çalışmalarla markanın önemini anlatmaya çalışıyor. Çünkü kriz ortamında markalar çok daha rahat ayakta kalabilecek. Franchising ilgi görmesi gereken markaları ön plana çıkaran ve orta ölçekli yatırım yapmak isteyenlere imkân tanıyan bir sistem" diye konuştu.

Döneri espriyle sundu krizden büyüyerek çıkıyor

Eğlenceli fast food fikriyle yola çıkan Türk usülü fast food restoranı Hamudu, krize rağmen büyümeye kararlı. Nişantaşı ve Gayrettepe'de şubeleri bulunan şirketin ortaklarından Atilla Ozan, 5 yıl içinde 35 şubeye ulaşma hedeflerinin olduğunu söyledi. Kriz döneminde satışlarında artış olduğunu söyleyen Ozan, "Şubelerimizin bulunduğu yerlerde bize rakip olan firmaların fiyatları daha yüksek olduğundan onlardan bize bir yönelme oldu. İstanbul Ulus'ta da kısa bir süre içinde yeni bir şubemiz açılacak" dedi. Ozan, markanın logosu olarak kullanılan karikatürlerin Penguen'in karikatüristi Emrah Ablak tarafından yapıldığını belirtti. Şirket, franchising bedeli olarak 20 bin dolar talep ediyor. Hamudu şubesi açmanın toplam yatırım maliyeti 90-100 bin YTL arasında değişiyor.

ABD'li Maui Wowi Türkiye'de fabrika kuracak

İlk defa yurtdışına açılma kararı veren Amerika'nın ünlü içeceği smoothies (süt, yoğurt ve meyve karışımlarıyla hazırlanan bir içecek) markalarından Maui Wowi, Türkiye pazarına fabrika kurma planları ile adım attı. Türkiye'yi Maui Wowi'nin Ortadoğa ve Avrupa merkezi haline getirmeyi hedeflediklerini söyleyen Maui Wowi Strateji ve Planlama Müdürü Ceyhun Coşkun, "Türkiye'de üretimin yapılarak buradan Arap ülkelerine ve Avrupa'ya dağılması masraflarımızı azaltıp kâr marjımızı artıracağı için gelecek yıl fabrika kurmayı planlıyoruz" diye konuştu. 5 yıl içinde 50 mağaza, 200 hareketli kart açmayı planlayan şirket, turistik yerlere öncelik veriyor. Kioks veya hareketli satış noktası olarak tabir edilen satış modelinin ortalama yatırım bedeli 35-40 bin YTL civarında. Mağaza için ise 35 bin lira franchise bedeli talep ediliyor.

Çiğ köfte gibi Türk lezzetlerini pakete taşıdı

Yaklaşık 28 yıldır çiğ köfte işini yapan Mehmet Yaşar Yılmaz, Türkiye'nin ilk paketli hazır çiğ köfte ve kısırını üretti. Çiğ köftenin lezzetli ve sağlıklı olması için yoğrulmasının hemen ardından yenmesi gerektiğini söyleyen Yerel Lezzet Gıda Yönetim Kurulu Başkanı Yılmaz, bu fikirden hareketle paketli çiğ köfte üretimine girdiklerini ifade etti. Paketin içine tüm malzemelerin olduğunu çiğ köfteyi hazırlamak için sadece bir bardak su, 250 gram et veya haşlanmış patates gerektiğini aktaran Yılmaz, önümüzdeki günlerde hazır mercimek köftesi ve içli köfte üreteceklerini anlattı. Yaklaşık 1 milyon dolarlık yatırımla Tarabya'da üretim tesisi kurduklarını dile getiren Yılmaz, günlük 8 ton üretim yaptıklarını 2009'da bu rakamı 3 kat artırmayı hedeflediklerini söyledi. Yurtdışından talep olduğunu vurgulayan Yılmaz, Almanya ve Kanada'yla görüştüklerini aktardı.

Patates cumhuriyeti Türkiye'de büyüyecek

Patatesin dünyanın en çok sevilen yiyeceklerinden biri olduğunu düşünen girişimci Erdal Dalkılıç ve ortağı David Game, farklı bir projeye imza atarak Potato Republic'i yani Patates Cumhuriyeti'ni kurdu. Sadece patates yemeklerinin satıldığı markanın İstanbul'da 2 şubesi var. 2010'a kadar 10 şube açmak istediklerini söyleyen Erdal Dalkılıç, Türkiye'nin ardından Rusya ve Orta Avrupa ülkelerinde büyüyeceklerini belirtti. Restoranda kumpirin yanı sıra sosisli patates potşiş gibi farklı ürünler de olduğuna dikkat çeken Dalkılıç, Türk damak tadına uygun patates yemekleri üretmek için Ar-Ge çalışmaları yaptıklarını dile getirdi. 35 metrekarelik bir Potato Republic şubesinin yatırım maliyeti 50-60 bin dolar arasında değişiyor. Franchise bedeli olarak 15 bin dolar talep ediliyor.

yaratıcı iş fikirleri -1

Nasıl zengin olsam düşünceleri genelde insanları iş fikri düşünmeye ve araştırmaya iter.İşte bunlardan bir tanesi:

Bayan kuaförlerde müşteriler saç kesimi sırasında sürekli kendilerine ve aynaya bakarlar.Bu sırada önlüğün üzerindeki bir reklamı farketmeme gibi bir şansları dolayısıyla yok.Eminimki diğer tüm reklam mecralarından daha fazla süre bu reklamı inceleyecekler ve hafızalarında yer edecektir.Nedeni ise önlük takılı iken zaplama gibi bir lüksleri yok.Bir nevi gözleri mahkum.Bu da tam reklamverenlerin ilgisini çekecek bir durum.Tv reklamlarını bir düşünsenize x şampuan milyonları döküyor ama gerçek hedefine ulaşabiliyormu? Bu durumda bizim fikrimiz tam hedefine ulaşabilecek yeni bir reklam mecrası oluyor.Şimdi iş fikri için gereken maddelerin birkaçına geçelim.

1-İstanbul'daki tüm ilçelerin listesini yapıyoruz.
2-Bu ilçelerdeki bayan kuaförlerin sayısına ulaşıyoruz.
3-Kuaförlerin kullan-at önlük hakkındaki görüşlerini alıyoruz.
4-Onlara her ay bedavaya 200 kullan-at önlük vermeyi teklif ediyoruz.
5-Görüşleri ve ön bilgileri toparladıktan sonra maliyetleri araştırmaya başlıyoruz.Kullan at önlük birim maliyeti.Reklam baskı şekilleri ve maliyeti.Dağıtım maliyeti gibi.
6-Daha sonra fikri pazarlama kısmına giriyoruz.Böyle bir alanda reklam verecek firmaları araştırmaya başlayıp daha sonra tekliflere gitmeye başlıyoruz.Örneğin şampuan firmaları veya altın sektöründeki markalar olabilir.Maiyetlere kendi karımızıda koyarak reklamı alıyoruz.(İşin en zor kısmıdır)
7-Reklamı aldıktan sonra ürünleri dağıtıyoruz ve mutlu sona ulaşıyoruz.

İşte düşüncede zengin olmakda buna deniyor.Kabataslak oluşturduğumuz bu fikir sonrasında artık zenginlik hayalleri kurmaya başlayabilirsiniz.

ilginç işler

Türkiye’de meslekler üzerine yapılan araştırmada çok ilginç iş konumları ortaya çıktı.Sperm üreticiliğinden, cenazelerde para karşılığında ağlamaya kadar ilginç ama bir o kadar da zevkli mesleklerin olduğu öğrenildi.

Küçüklükten itibaren, “Ne olacaksın?” sorusunun cevabı doktor, mühendis, sanatçı ve benzeri bilindik işlerdir. Ama hayat, bazılarının tasarladığı gibi olmaz. Bazen yolunuz sperm üreticiliğine, bazen bir asansöre düşer ve siz o asansörün düğmesine basmakla yükümlü olursunuz. Bu ilginç meslekleri TEMPO dergisi araştırdı.

“300 YTL’YE AĞLIYORUZ”

Ali Öztürk, bir gün, bir caminin içine girdiğinde, tabutun başında hüngür hüngür ağlayan bir gençle karşılaştı. Yanına gidip, “Çok mu yakınındı?” diye sordu. Gençten gelen cevap, “Hiç tanımazdım” oldu. Çünkü o, cenazede para karşılığı ağlıyordu. Ali Öztürk, genç adama, “Senin gibi kaç kişi var” diye sordu. “Çok” cevabını alınca, hepsini toplayıp dernek kurdu. Şimdi 300 kişiler. Ekibi bir saat camide, bir saat evde ağlıyor. “Müşterilerimiz ömründe kimseye zırnık koklatmamış, sevilmeyen insanlar. Öldüğü zaman hanımı makyajı bozulmasın diye ağlayamıyor, miras da kalmış, bizi tutuyor” diyor Ali Öztürk. Cenazede ağlayanlar kişi başı 300 YTL para alıyor. Ekibi hayatın güldürmediklerinden oluşuyor. Ayda derneğe 100 - 150 bin YTL para giriyor.

ONUN İŞİ YÜKSEKLERDE

Koç Üniversitesi Ekonomi Bölümü’nden mezun oldu Güneş Ergüden. Ancak bu mesleği yapmak istemedi. Onun gönlü paradan çok, keyifli işlerdeydi. Dört yıldır ortağıyla kurucusu olduğu Yüksek İşler’de çalışıyor. Genelde ışıklandırma montajı, sahnelerde ses ışık sistemleri asımı, cam ve konstrüksiyon temizliği en çok ilgilendiği işler. Ama en yüksek işi, Boğaziçi Köprüsü aydınlatma projesi. Burada denizden yaklaşık 160 metre yüksekte çalıştı. Yükseklikle ilgili bir korkusu yok. Sadece yapıları kimlerin inşa ettiğini bilmediği için tedirginlik yaşıyor. “Bu işi yurtdışında yapsaydım, kazandığımın beş katı para kazanırdım” diyor. Türkiye’de ise orta standartlarda yaşamaya yetiyor.

İTİNAYLA SPERM ÜRETİLİR

“Sperm üreticiliği de ne?” demeyin. 1923 yılından bu yana Türkiye’de uygulanan bir yöntem. Verimli sığır ve at ırkı yetiştirmek için iyi cins boğa ve aygırlardan sperm almada ön hazırlık yapan kişiye de ‘sperm üreticisi’ deniyor.Oktay Saparca, bu işi Türkiye’de yapan kişilerden biri. Bir ineğin kızgınlık döneminde onu boğayla çiftleştirmek sıkıntılı oluyor, ancak enjeksiyonla yapılan bu yöntemle zorluklar aşılıyor. Ayrıca verim kayıtları test edilmiş, sağlıklı boğaların spermleri ineklere uygulanıyor ve daha iyi yavrular doğuyor. Bu işi yapanlar hayvan başına 60-70 YTL kazanıyor.Peki bir kişinin, “Ne iş yapıyorsunuz?” sorusuna, “Sperm üreticisiyim” diye karşılık vermesi ne gibi diyaloglar doğuruyor? Oktay Saparca’ya göre, kulağa garip gelse de bu normal bir iş. Üstelik faydalı. O, işini çok seviyor.

İŞİ ASANSÖRLE İNİP ÇIKMAK

Nişantaşı’nda bulunan City’s Inn Alışveriş Merkezi’nin asansörünü kullandıysanız, onu tanımamanız mümkün değil. “Hoş geldiniz efendim, kaçıncı kata gitmek istersiniz?” diye soran nazik kişi, 36 yaşındaki asansör görevlisi Arman Odabaşı. Daha önce farklı mesleklerde çalışmış. İlkokul mezunu. İş ilanında asansör görevlisi aranıyor bölümünü okuyup buraya başvurmuş. Günde yaklaşık 500 kez düğmeye basıp, katlar arasında asansörüyle dolaşıyor. Onun iş alanı üç metrekarelik bir asansör. Günü nasıl geçerse geçsin, nasıl sorunları olursa olsun; o, buraya gelen insanları güler yüzle karşılamak durumunda. Öyle de yapıyor zaten. Üstelik gülümsemek, ona sorunlarını unutturuyor. Bu işi severek yapıyor, maaşını açıklamıyor, “Emeğimin karşılığını alıyorum” demekle yetiniyor. Asansör konusunda eğitim almış. Kendisinin merkezin vitrini olduğunu düşünüyor. Canan Göknil imzalı kostümünü de, asansörünü de seviyor. Günde sekiz saat çalışıyor. Birçok ünlü görüyor, akşam eve gidince kimleri gördüğünü eşiyle paylaşmaktan keyif alıyor.

KÖPEK GEZDİRMEK USTALIK İSTER

Ferruh Akalın, 20 yıl boyunca kendi köpeklerine baktı. Onlar ölünce, bu sevgiyi başkalarının köpekleriyle gidermeye başladı. Bu işten hem keyif alıyor hem para kazanıyor. Günde bir saatten, sekiz köpek dolaştırıyor. Onları ormana ya da parka götürerek sosyalleşmelerini sağlıyor. Köpeğin psikolojisine uygun olarak davranıyor. Bunun eğitimini alan Akalın, 2002’den bu yana köpek dolaştırıyor. Yanında gördüğümüz köpeklerin isimleri Lucy ve Marcy. Onlar işadamı Mehmet Emin Karamehmet’e ait. Akalın’ın müşterileri arasında pek çok ünlü isim var. Müşterilerini orta sınıfın üzerindeki kişiler olarak tanımlıyor. Her köpeğin ayrı karakteristik özellikleri olduğunu söylüyor. Onların dilinden anlamanın, bu işin püf noktası olduğunu belirtiyor. Bir şirkete bağlı olarak çalışıyor. Bu iş için ödenen para, köpeğin cinsine ve yaşına göre değişiyor. Ortalama rakamlar ayda 500 YTL’den başlıyor. İşini seviyor, köpekleri seven herkese tavsiye ediyor.
tek istediğim sendin aşkım
tek istediğim sensin aşkım
tek istediğim sen
bu her zaman böyle olmuştur
kalbim atmayı yanlız senin için bırakır bebeğim
hepsi bu mu
sadece arkadaş mıyız?
bu şekilde mi bitiyor?
basit bir telefonla
beni burada yapayanlız bırakıyorsun
bana söz verme
onları asla tutmayı beceremedin bebeğim
hiçbir şey senin değil
hiçbir şey senin değildi
hiçbir şey sonsuza dek senin kalmaz
ölen aşkımız, yaşamak için gururla yalvarır
ve yardım dilenir, ancak veremem..

sadık aşkım, geriye gider
uzağa adım atar
yanlızlık benden ona yayılır
yıka at beni
vücudunu benden temizle
tüm anıları sil
onlar bize yalnızca acı getirir
bir gece benimle uzaklara gel
otobüsle uzaklara gidelim
bizi yalanlarıyla kışkırtamayacakları yere gidelim
benimle uzaklara gel ve bir dağda öpüşelim
benimle uzaklara gel
asla seni sevmekten vazgeçmeyeceğim
tek istediğim bir gece benimle uzaklara gelmen
benimle uzaklara gel

Marshall Planı


'' Her ne olursa olsun birlikte hareket etmeliyiz.''

Marshall Planı II. Dünya Savaşı sonrasında 1947 yılında önerilen ve 1948-1951 yılları arasında yürürlüğe konan ABD kaynaklı bir ekonomik yardım paketidir. Aralarında Türkiye de bulunan 16 ülke bu plan uyarınca ABD'den ekonomik kalkınma yardımı almıştır.

Planın mimarı olan ABD Dışişleri Bakanı George Marshall Haziran 1947'de Harvard Üniversitesinde bir konuşma yaparak Avrupa ekonomilerini tekrar kalkındırmak için çok geniş kapsamlı bir program önerdi. Marshall Planı buna katılmak isteyen her Avrupa ülkesine Amerikan mali yardımı, malzeme ve makinasını içeriyordu. Türkiye dahil, 16 Avrupa ülkesinin üyeleri 22 Eylül'de Amerika'ya sunulmak üzere bir Avrupa Ekonomik Kalkınma Programı hazırladılar. Bu program üzerine Amerika 3 Nisan 1948'de Dış Yardım Kanunu'nu çıkardı. Amerika bu kanuna dayanarak daha ilk yılında 16'lara (İngiltere, Fransa, Belçika, İtalya, Portekiz, İrlanda, Yunanistan,Türkiye, Hollanda, Lüksemburg, İsviçre, İzlanda, Avusturya, Norveç, Danimarka ve İsveç) 6 milyar dolarlık bir ekonomik yardım yaptı. Bu yardım ileriki yıllarda 12 milyar dolara ulaştı. Marshall planı, Sovyetler Birliği ve onun uydularına da açık olmakla birlikte, Doğu Bloku üyeleri buna katılmak istemediler.

Marshall yardımları sonucunda ve üç yıllık bir süre içinde Avrupa'daki sanayi üretimi savaş öncesine oranla % 25, tarımsal üretim ise % 14'lük bir artış gösterdi. Dış Yardım Kanununun çıkması üzerine 16 Avrupa ülkesi, 16 Nisan 1948'de Avrupa Ekonomik işbirliği Teşkilatı'nı kurdular.

Marshall Planına karşılık Sovyetler de uyduları arasındaki ekonomik ilişkileri ve işbirliğini sıkılaştırmak için, Sovyet Dışişleri Bakanı'nın adına gönderme yapan Molotof Planı ikili ticaret düzenini kurdular. Zira, Çekoslovakya başta olmak üzere bazı uydu ülkeler Marshall Planı'na katılmak için büyük istek göstermişti. 1948 Şubat'ındaki Çekoslovak darbesinde bunun büyük etkisi vardır.

14 Aralık 2008 Pazar

Siyonizm nedir?





Siyonizm, Kudüs'teki Siyon Tepesinin adından gelir. Yahudi halkının Filistin'e dönme umudu, Yahudi düşüncesinin sürekli bir yönüdür; bu düşünce Mesih'in geri gelme düşüncesinden ayrılmaz. Yahudilerde Mesih inancı çok önemlidir. Mesih'in gelme amacı, dünyada bir Yahudi devleti kurmaktır. Hatta İsrail kurulduğu zaman Yahudi gazeteleri "Mesih'in Ayak Sesleri" başlığını atmışlardır.


Siyonizm kim tarafından ortaya çıkarıldı?

Siyonizm 19.yy sonlarında Avusturyalı gazeteci Theodor Herzl(1860-1904) tarafından ortaya atıldı. Ama ortaya atılmakla kalmadı, Yahudi camiası tarafından kabul gördü. Herzl'in 1896 yılında yazdığı kitabı Der Judenstaat (Yahudi Devleti) ve 1897 yılında yazdığı, Die Welt(Dünya) gazetesi, 1897 yılında Basel'de toplanan 1.Dünya Siyonist kongresi'nde savunulan düşüncelerin kaynağı oldu. Herzl için Siyonizm'in babası desek, herhalde yanlış bir şey söylemiş olmayız.

Siyonizm ne zaman ortaya çıktı?

Yahudiler MS. 71'de Romalılar tarafından yurtlarından çıkarıldılar. Ve bu yüzden Kudüs'e dönme hayaliyle yaşadılar. XIX.yy'daki "ulusların uyanışı" Yahudi ulusçuluğunun canlanması için elverişli koşullardan biriydi; 1881'den sonra, Rusya'daki Yahudi kırımının artması bunu hızlandırdı. Ama Siyonizm'in asıl amacı bunla sınırlı kalmayacak.Siyonizm'in gerçek amacı, dünyayı ele geçirmektir. Bu onlar için değiştirilmiş Tevrat'ın bir emridir.

6 Aralık 2008 Cumartesi

kafkaesk

karanlıklar icinde tek başına kaldığınız rüyalarınızı anımsayın. hic tanımadığınız , yüzü fotr şapkasının altında gizlenmiş, trenckot pardesülü bir adam karanlik icinde yanınıza yaklasir ve adinizi soyler. "gecen ramazan ne yaptigini biliyorum" der. siz , gece gece bu tuhaf adam kimdir , adımı nerden biliyor, gecen ramazanda orucu yediğimi nerden anladı anasını satayım diye paniklersiniz. iste bu durum kafkaesk bir durumdur.



two faces


suçlu,boş,bomboş

suçlu, bomboş
boş,bomboş
sen beni nasıl hissetireceğini bilirsin

suçlu,boş,bomboş
senden yine kurtuldum
anlamıyorum
bu daha önce de oldu
daha fazla katlanamıyorum
bu aptalca oyunlar
hep şaşkınlıkla biter
seni geri getireceğim
sadece bir kez daha terketmek için

rüyalarımda öldüm
bunun anlamı ne?
ateşte kayboldum
benim yok edici arzum

seni yine hayalkırıklığına uğrattım
çünkü kalmana izin verdim
iyi hissediyormuş gibi yapardım
sadece büyük bir yalan
kusursuz bir yanılsama
seni benim yaptım
sadece seni bir kez daha incitmek için

the rasmus- funeral song lyrics

5 Aralık 2008 Cuma

never forget your poison kiss

you used me again and again
abused me confused me..

oooow there is a world without you
i see the lie

i will survive
living in a world without you

never forget your poison kiss
i wish you were here to see my lies
can you stop the lies..

2 Aralık 2008 Salı

Zeki Demirkubuz



1964 ' te Isparta'da doğdu. İstanbul Üni. İletişim Bölümünden mezun oldu.1986'da reji asistanı olarak işe başladı ve 1994'te ilk uzun metrajlı filmini '' C Blok'' u çekene kadar yönetmen yardımcılığı yaptı.

Filmografi

1994 - C blok / C Block
1997 - Masumiyet / Innocence
1999 - Üçüncü Sayfa / The Third Page
2001 - Yazgı / Fate
2001 - İtiraf / Confession
2003 - Bekleme Odası / The waiting room

http://www.demirkubuz.com/

Cigarette_Burns baba'nın tavsiyelerine saygı duyulur,her aklı başında insan evladı gibi ben de duydum ve Zeki Demirkubuz'un filmlerini izlemeye karar verdim. Şimdilik C-Blok,Masumiyet ve İtiraf ' a ulaşabildim,henüz izlemedim.İzledikten sonra unutmazsam izlenimlerimi yansıtırım buraya.
bir haftadır uyumadım
yatağım tabutum oldu
nefes alamıyorum,konuşamıyorum
kafam bir bomba gibi, hala beklemede
kalbimi ve ruhumu al
artık onlara ihtiyacım yok
aşık olduğum kişi
beni dizlerimin üstüne çöktürüyor
beni rüyalarımda boğuyor
aşık olduğum kişi
yine tekrar tekrar
beni aşağıya çekiyor
gece hipnoz etti
sessizce yanımda doğuyor
boşluk, hiçbir şeylik
içimde bir delik açıyor
inancımı ve gururumu al
artık onlara ihtiyacım yok
bu yatak kilisemin taşı oldu
fırlatıldığım yere bir karanlık bahçesi oldu
bu yüzden hayatımı al
artık ona ihtiyacım yok

the one i love-the rasmus

Aşkın hayaletini bırakıyorum,sadakatin üzerine düşen gölgelere

Aşkın hayaletini bırakıyorum
Sadakatin üzerine düşen gölgelere
Taptığım kişi o
Sessiz boğuluşumun inancı
Üzerimdeki hem iyi hem de kötü olan büyüyü boz
Kaderin kollarında kaybolan
Hem iyi hem de kötü
Pes etmeyeceğim
Ele geçirildim onun tarafından
Bir haç giyiyorum
O benim İlah’ım oluyor
Üzerimdeki hem iyi hem de kötü olan büyüyü boz
Kaderin kollarında kaybolan
Seni istiyorum
Sadece seni istiyorum
Ve sana ihtiyacım var
Sadece sana ihtiyacım var
Üzerimdeki hem iyi hem de kötü olan büyüyü boz
Kaderin kollarında kaybolan

bittersweet-apocalyptica (the rasmus cover'ı daha güzel ,)

30 Kasım 2008 Pazar

Repo! The Genetic Opera



Yapım :
2008, ABD
Tür :
Fantastik / Korku / Müzikal
Yönetmen :
Darren Lynn Bousman
Senaryo :
Darren Smith, Terrance Zdunich
Oyuncular :
Paul Sorvino, Paris Hilton, Bill Moseley, Anthony Head, Alexa Vega
Yapımcı :
Mark Burg, Oren Koules, Daniel J. Heffner
Görüntü Yönetmeni :
Joseph White
Müzik :
Darren Smith, Terrance Zdunich

Özet

Çok da uzak olmayan bir gelecekte, 2056 yılında, salgın bir hastalık yüzünden tüm dünyadaki insanlar organlarındaki bozukluklar nedeniyle perişandırlar. Bu trajik ortamda bir kurtarıcı gibi ortaya çıkan GeneCo adlı bio-teknoloji şirketi belli bir ücret karşılığında organ nakilleri yapar. Ancak ödemelerini aksatanlardan organları geri almak isteyen şirketin adamı “Repo Man” bu kişileri yakalamak için her an avcılık yapmaktadır. Ameliyat ve ağrı kesici ilaç bağımlılarının yaşadığı ve cinayetin yasalar tarafından da onaylandığı bir dünyada, genç bir kız da kendi ender hastalığının tedavisini ve ailesinin gizemli geçmişi hakkında bilgi bulmaya çalışmaktadır. GeneCo’nun avcılık yaptığı dünyada yapayalnız olan kızın aradığı yanıtlara ulaşabileceği tek yer, herkes tarafından çılgınca beklenen görkemli organizasyon “The Genetic Opera”dır.

film'den kısa bi kesit için
http://www.mtv.com/videos/movies/260472/paris-hiltons-character-amber-sweet-is-addicted-to-surgery.jhtml#id=1591429

***: filmde paris hilton oynuyormuş,ayrıca yönetmeni de testerenin yönetmeni,ilginç bi filme benziyor,paris de çok hard olmuş,mutlaka izliycem





Blazing Eternity



Grup 1993 yılında Danimarka’nın Kopenhag şehrinde Ancient Sadness adıyla kuruldu. İlk olarak Black Metal icra eden grup Tragedies isimli demolarını 1993 yılında yayınladı.

Peter T. Mesnickow, Morten Sauron Lybecker ve Lars Korsholm 1995 de grubun ismini Blazing Eternity’e çevirdiler ve tür değişikliği de beraberinde geldi. Grup artık daha melankolik bir sounda sahipti ve doom metal çalıyorlardı. 1995 ve 1998 yıllarında çıkardıkları demolarından sonra Prophecy Productions ile anlaşma imzaladılar ve ilk albümleri 2000 yılında Times And Unknown Waters adıyla yayınlandı.İlk çalışmalarında hala black senelerinin esintileri hissedilirken grup güzel bir doom çalışması ortaya koyuyordu. Özellikle güzel clean pasajlar yerinde kullanılan keyboardlar albümde göze çarpıyordu.

Asıl başarıyı grup 2003 yılında çıkardığı A World To Drown In ile gösterdi. Anathema ve Katatonia etkilerinin yanında grubun özgünlüğü ve müthiş besteciliği bu albümde açıkça görülüyordu. Bir önceki albümdeki brutal vokallerin yerine Mesnickow’un duygusal sesi yer alıyordu albümde. Grup şu an inaktif durumda. Web siteleri kapalı ama resmi bir dağılma haberi yayınlanmış değil. Zira Meschnikow kendi plak şirketini Euphonious Records olarak kurdu.

Ülke : Danimarka

Elemanlar : Peter T. Mesnickow - Vokal

Morten Sauron Lybecker - Gitar

Anders I. Kristiansen - Bas

Lars Korsholm - Davul
Yatağı Mısır'dan gelmiş kumaşlarla kaplıdır,
boynunda doğu'nun mücevherleri vardır,
dudakları ayrılmış,
ne güzel bir tuzaktır!
Dili kılıç gibi, kelimeleri yağ gibi kaygan,
güzel dudakları gül kırmızısı,
dünyanın en tatlı şeyleri kadar tatlı.

emil michel cioran


Emil Michel Cioran

'' Gözün görevi görmek değil, gözyaşı dökmektir.''

''İnsan türü ancak kendini mahvedene hayran olur.''

''tanrı-nın dahi kurtaramayacağı ruhlar vardır; dizlerinin üzerine de çökse, onlar için dua da etse.''

''-Sabahtan akşama kadar ne yapıyorsunuz?, - Kendime katlanıyorum, kendimizi öldürmeye değmez, çünkü bunu yapmakta her zaman çok geç kalınır.''

''Biz hepimiz, huzurun anahtarını yitirmiş, artık büyük acının sırlarından başka bir şeye varamayan öfkelileriz.''

Kaynak: Levi'nin notları

29 Kasım 2008 Cumartesi



The Kovenant, Norveçli müzik grubu.

"Covenant" adıyla piyasaya çıktı. Grubun yaptığı müzik türü ilk başta Black Metal 'dir ama grubun ismininde değişmesinden sonra yaptıkları müzik tarzındada bi değişiklik oldu. Grup şimdi endüstriyel black metal dediğimiz, grubun kendi tabiriyle space metal türünü yapıyor.

Grubun Covenant ismiyle iki (Times Before Light ve Nexus Polaris) albümleri vardır. Covenant, Dimmu Borgir'ın eski basscılığını yapan ve daha sonra da Carpe Tenebrum'un da vokalliğini yapan Nagash, Cradle Of Filth'den Blackheart ile beraber Covenant grubunu kurmasıyla oluştu. Davulları Mayhem'in efsane bateristi Hellhammer çalmıştır. İkinci albümleri Nexus Polaris ile baya bir popüler hale gelmişlerdi ki gerçekten çok melodik ve güzel bir albümdür.

Grup daha sonra aynı isimde başka bir grup olduğu için grubun adını The Kovenant olarak değiştirdi. The Kovenant adıyla çıkardıkları ilk albümleri Animatronic albümü mükemmel bi patlama yaptı albüm en iyi 100 metal albümü içinde yer aldı. Daha sonra grubun bateristi Hellhammer gruptan ayrılmıştır. Ayrılmadan önce Angel ikinci gitaristliğe getirilmiş ve Küth ve Brat adlı iki eleman gruba dahil olmuştur.

Space Metal türü artık iyice yaygın bi hale gelmiştir. Grubun en yakın takipcisi olarak Samael gösterilir ve hernekadar True Black Metal fanları tarafından nefret edilseler de The Kovenant grubu geniş bir dinleyici kitlesine sahiptir.

Albümleri

1994 From The Storm Of Shadows (Demo)
1997 In Times Before The Light [Covenant]
1998 Nexus Polaris [Covenant]
1999 Animatronic
2000 Nexus Polaris (tour edition)
2002 In Times Before The Light (re-make)
2003 S.E.T.I
2005 Aria Galactica

28 Kasım 2008 Cuma

SEX PISTOLS'IN CANLI YAYINDAKİ KÜFÜR ŞOVU


SEX PISTOLS

Müzik tarihinde tüm zamanların belki de en şok edici anına Sex Pistols gibi öncü bir grubun imza atmış olması gerekiyordu elbette. Sex Pistols'ın varoluşu zaten başlı başına bir sansasyondu aslında, bu sebeple yaptıkları tek bir şey değil pek çok şey müziğin gidişatını değiştirmiş ve alışılmış değerleri alt üst etmişti. Ama 1976'da meydana gelen bir olayın sadece müziği değil dünyayı da değiştirdiği söylenir hala. O yıllarda punk diye bir şeyin ortaya çıktığı ve kendilerine Sex Pistols diyen bir grup manyağın da söz konusu harekete öncülük ettiği biliniyordu ama henüz ortada dünyayı sarsacak türde bir sansasyon yoktu. Sex Pistols'ın menajerliğini üstlenen Malcolm McLaren ise umutluydu, eninde sonunda ses getireceklerdi. Ama galiba o bile yarattığı grubun hiçbir şeyi iplemeyecek kadar 'punk' olduğunun farkında değildi. İşte 1976'da Sex Pistols İngiliz tv'sinin hatrı sayılır şov programlarından biri olan Today Show'a konuk oldu. Grup üyeleri yerlerinde öylece oturuyorlardı, programın meşhur sunucusu Bill Grundy ise grup üyelerinin kendilerini rezil edecekleri anı kolluyor ve saçma sapan sorularıyla onları gaza getirmeye çalışıyordu. Kendine çok güvenen Grundy programın sonunda "Hala bir on saniyeniz var, hadi şöyle olay yaratacak bir şey söyleyin" dedi Sex Pistols üyelerine, kimlerle uğraştığının hiç de farkında olmadan. Cevap Sex Pistols gitaristi Steve Jones'dan geldi ve tv tarihinde ilk kez bir canlı yayın böylesine bir küfür bombardımanı ile karşılaştı. Steve Jones'un sakin ve umursamaz tavrı ise Sex Pistols'ın ne olduğunu izah etmeye yetiyordu. Bill Grundy olay akabinde işinden atıldı, İngiltere ise yeni güne "The Filth and the Fury" manşetiyle merhaba dedi. Artık herkes punk'ın anlamını ve Sex Pistols'ın kim olduğunu biliyordu.

OZZY OSBOURNE'UN YARASA AVI



OZZY OSBOURNE

Black Sabbath yıllarında uyuşturucu ve alkolün de büyük etkisiyle türlü çılgınlıklara imza atan Ozzy Osbourne'un müzik tarihinde yer eden en şok edici vukuatı artık bir efsaneye dönüşen 'yarasa' operasyonu olmuştur. Black Sabbath'ın 20 Ocak 1982'de Des Moines'de verdiği bir konserde bir fan tarafından sahneye fırlatılan yarasayı tutup, ağzıyla kafasını kopartan Ozzy Osbourne, böylelikle metal müziğin dış dünya tarafından algılanış biçimini de değiştirmiştir (metalciler kafa koparır, civciv ezer efsaneleri gibi). Söz konusu efsanenin göz ardı edilen bir başka boyutu daha var elbette. Ozzy Osbourne sahneye atılan yarasanın plastik, yani oyuncak bir yarasa olduğunu düşündüğünü -o sırada kafasının epey iyi olduğunu da unutmayalım- ve bu sebeple kafasını koparmaya yeltendiğini açıklayıp bu deneyimi hayatının "en korkunç, en acı" anı olarak yorumladı sonradan. Ozzy Osbourne'un en az yarasa faciası kadar efsaneleşmiş bir başka vukuatı ise CBS Records ile yaptığı toplantı esnasında gerçekleşen 'güvercin' operasyonudur. Söylentiye göre plak şirketinin Los Angeles'da düzenlediği basın toplantısında fazlasıyla sıkılan Ozzy, beyaz bir güvercinin kafasını da ağzıyla koparıp atmıştı. CBS tarafından da onaylanan bu bomba olay -Ozzy'nin söz konusu hareketi bilinçli olarak yaptığı da düşünülecek olursa- yarasa efsanesini ezip geçer.

JIM MORRISON'UN 'AHLAKSIZ' SAHNE ŞOVU


JIM MORRISON

'60'lı yılların en aykırı figürü şüphesiz Jim Morrison'dı. The Doors çılgınlığının had safhada olduğu o dönemlerde Morrison da sansasyonlarıyla gündemin tepesinden inmek bilmiyordu. Morrison özellikle grubun konserlerinde sergilediği sahne performansı ve söz konusu performansları izleyen anlardaki taşkınlıklarıyla güvenlik görevlilerine zor anlar yaşatıyordu. 1967'de bir fanı tartaklayan polis memuruna saldırdığı için tutuklanan Morrison'ın müzik tarihinde yer eden asıl vukuatı ise The Doors'un 1969'taki Miami konserinde vuku bulmuştu. Sahneye çıktığında -her zamanki gibi- körkütük sarhoş olan Morrison daha fazla içki istiyor, seyirciyi de kendisine eşlik etmeleri yönünde ikna etmeye çalışıp, 'özgür aşk'a davet ediyordu. Seyircinin şaşkına döndüğünü gören Morrison karşılaştığı tepkisizliğe cevap vermekte gecikmeyecekti elbet. Penisini çıkaracağını anons eden Morrison pantolonunu indirmeye kalktığı anda tutuklandı ve kendisini ahlaksız bir şekilde sergilediği gerekçesiyle yargılandı. Morrison, müzik tarihinin şok edici anlarından biri olarak kabul gören bu olaydan iki yıl sonra ise, Paris'te, kaldığı evin küvetinde ölü bulundu.

RICHEY JAMES'İN "4 REAL" ANI



RICHEY JAMES

Manic Street Preachers şimdilerde yaşını başını almış, içi geçmiş bir grup olarak kabul görüyor olabilir ama unutmayın ki herkesin genç ve de asi olduğu zamanlar vardır, özellikle de rock yıldızlarının. Manics'in henüz ses getirmeye başladığı ve leopar desenli kürkler giyip bol makyajla dolaştığı zamanlar da böyle zamanlardı işte. Grup o dönemde kaydadeğer bir fan kitlesine sahipti fakat basın onları idol belledikleri grupları (Guns'n Roses) taklit eden bir avuç sahte yıldız olarak kabul etmekteydi. Manics'in şarkı sözü yazarı ve gitaristi Richey (James) Edwards ise gazetelerde ve müzik yayınlarında grubuyla ilgili yazılan söz konusu yorumlara tahammül edemez olmuştu. Kendisini ve grubunu daha iyi ifade etmek isteyen Richey bu konuda kiminle muhattap olacağına karar verdi ve 15 Mayıs 1991'de Norwich Sanat Merkezi'nde verdikleri bir konser sonrasında harekete geçti. Richey'nin hedefi NME yazarı Steve Lamacq (Lmacq şimdilerde BBC Radio 1'da kendi adını taşıyan bir şov hazırlayıp sunuyor) idi. Konser sonrasında Lamacq'ı bir köşeye çeken Richey ona Manics'in gerçek bir grup olduğunu anlatmak için epey bir çaba sarfetti. Konuşması bittiğinde ise işi bir adım ileri götürdü ve eline aldığı bir jiletle koluna '4 Real' (gerçek) lafını kazıdı. Dehşete düşen Lamacq hemen bir ambulans çağırdı. Koluna 17 dikiş atılan Richey Edwards ise ertesi gün NME'yi aradı ve Lamacq'a zarar vermek istemediğini, sadece Manic Street Preachers'a inanmasını sağlamak için böyle bir şey yapmak zorunda kaldığını söyledi. İlk etapta haberi yayınlama konusunda tereddüte düşen NME ilerleyen yıllarda bu anı bir efsaneye dönüştürdü, hatta Richey'nin '4 Real' yazılı kanlı kolunu gösterdiği pozu poster olarak bile kullandı. Richey ise 1 Şubat 1995'te kayıplara karıştı ve bir daha ortaya çıkmadı. Şimdilerde resmi olarak ölü kabul ediliyor.

27 Kasım 2008 Perşembe

ŞANGHAY İŞBİRLİĞİ ÖRGÜTÜ




''Şanghay İşbirliği Örgütü'' adını, örgütün ilk toplandığı yer olan -Şanghay-'dan almaktadır. Çin Halk Cumhuriyeti, Rusya, Kazakistan, Tacikistan ve Kırgızistan'ın 1996 yılında oluşturdukları yapılanma önceleri ''Şanghay Beşlisi'' olarak anılıyordu. Bu örgüt 2001 yılında Özbekistan'ın da katılımıyla üye sayısını 6'ya çıkarttı ve Şanghay İşbirliği Örgütü olarak anılmaya başlandı.

Temel ilke ve amaçları arasında ülkeler arası güveni,dostluğu, komşuluğu sağlamlaştırmak, barışı korumak ve çok boyutlu işbirliğini sağlamak, terörizm, ayrımcılık, aşırılığa karşı durmak, uyuşturucu, silah kaçakçılığı, yasa dışı göç vb. suçlara karşı ortaklaşa mücadele etmek, küresel bir dünya için el ele verme gibi iyi niyetli olarak nitelendirilebilecek amaçlara sahip oldukları söylense de örgütün daha çok çıkar amaçları doğrultusunda bir arada bulunduğunu söylemek yanlış olmaz.

1996 yılında, Şanghay'da, Özbekistan hariç diğer ülkelerin katılımıyla gerçekleşen ilk buluşmanın ana gündem maddesi '' sınır anlaşmazlıklarının çözümü ve gelişen İslami akımlara karşı işbirliğiydi''. Özbekistan'ın da katılımıyla 2001 yılında gerçekleşen toplantıda ise ''güvenlik ve ekonomi'' konuları üzerinde duruldu. Ülkeler birbirlerine karşı daha açık politikalar izleyecekler, güvenlik konularında daha güçlü bağlarla birbirlerine bağlanacaklardı.

Örgüt zaman zaman üye devletlerin arasında hiçbir ayrım olmadığı, güç dengelerinin tamamen eşit olarak dağıldığını söylese de bu pek doğru sayılmaz.Örgütte özellikle gelişen dünyanın baş lokomotiflerinden sayılan en çok enerji üreten Rusya, en çok enerji tüketen ülkeler arasında bulunan Çin, nispeten daha etkin.

Örgütün kapladığı nüfusa bakılıcak olursa yaklaşık üç milyar bu da dünya nüfusunun % 40 'ını oluşturuyor. Aynı zamanda örgüt bir anda dünyanın en büyük ticari pazarına sahip olmuştur. Ayrıca nükleer silaha sahip ülkelerden dördü örgüt içerisinde yer almaktadır. Bu nedenle örgüt için ''bombalı OPEC[Petrol ihrac eden ülkeler örgütü]'' tanmlaması da yapılmaktadır.

Kimilerine göre ŞİÖ'nün temel amacı Orta Asya'daki zengin petrol ve doğal gaz kaynaklarından yararlanmak. Bu yönüyle Orta Asya petrol ve doğal gazına milyonlarca $ harcıyan ABD 'ye bir meydan okuma olarak nitelendiriliyor. Bir dönem ABD örgüt'e gözlemci ülke olarak dahil olmak istemiş, bir nevi kontrolü altında tutmak istemişse de, bu isteği örgütün dahil olduğu haritadaki topraklarda yer almadığı gerekçesiyle reddedilmiştir.

Şu anda kesin olarak üye olan 6 devlet bulunmaktadır. Bunlar: Çin, Rusya, Kazakistan, Tacikistan, Kırgızistan ve Özbekistan'dır. Asil üye olmayan ancak gözlemci ülke olarak bulunan ise 4 ülke mevcuttur. Bunlar İran, Hindistan, Pakistan, Moğolistan'dır. Diyalog içerisinde olunan ancak henüz ne üye ne de gözlemci ülke statüsüne erişememiş olan bir de Afganistan vardır. Gözlemci ülkeliğe kabul edilmediği söylenen ülkeler de özet olarak ABD ve Japonya'dır.

Şanghay İşbirliği Örgütü gelişmekte olan, Nato ve AB 'nin yanında daha çekici unsurlara sahip olan bir birliktir. Önemi henüz çoğu çevre tarafından anlaşılamamıştır. Ancak kişisel görüşüm, ileride çok önemli bir konuma geleceğidir, ve gelişmeler de zaten bunu göstermektedir.

26 Kasım 2008 Çarşamba

SIOE ( Stop Islamisation of Europe) - Batı'nın İslamlaştırılmasını Durdurun Örgütü




''Yahudiliğe ve Hıristiyanlığa evet! İslam'a Hayır!'' sloganıyla kurulan (Batı'nın İslamlaşmasını Durdurun) adlı örgütün İslam karşıtı eylem çağrısı, Batı dünyasında haçlı ruhunun giderek nasıl da azgınlaştığını gözler önüne seriyor.

İŞTE SİTELERİNDEKİ PROPAGANDALAR:

BAĞIMSIZLIĞINIZ İÇİN AYAĞA KALKIN – BİZİM KUŞAĞIMIZIN "TUZ YÜRÜŞÜ"

Öyle bir an olur ki nehrin bir kenarında durursunuz ve karşıya geçmek veya olduğunuz yerde kalmak arasında bir karara varmanız gerekir. Karşıya geçmek sizi, hayal gücünüzün beslediği korkularla dolu bilinmeyen bir yere götürür. Sizin bulunduğunuz taraf evinizdir, belki güvenli değildir ama evinizdir.

Avrupa şu anda böyle bir geçiş noktasında, bizler biliyoruz ki politikacılarımız yıpranmış ve işlerliğini yitirmiş demokratik bir sistemin eski fakat beceriksiz liderleridir –ve bizler ya karşıya geçmeyi seçeceğiz veya yerimizde kalacağız – demokrasi adına kendimiz bir savaş vereceğiz veya onu saçma akademik bir ahmaklık içinden zuhur eden politikacılara terk edeceğiz.

Rousseau'nun, Fransız Devrimi'nin filozofunun, bize gerçeğin yalın gücün ile işaret ettiği gibi; O şöyle demişti, İnsan özgür doğar fakat her yerde zincirlenmiş bir haldedir.

Vurulduğumuz zincirler demokrasi ve hukuk – kendi özgür irademizi yöneticilerimizin ellerine teslim ettik, her ülkedeki her vatandaşın güvenlik ve özgürlüğünü koruma görevini yerine getireceğine güvenerek- Böyle yaparak, kendimizi en güçlü olanın hükümranlığından korumuş oluyorduk.

Fakat Müslümanlar en güçlü olanın hükümran olması ilkesini tekrar Avrupa'ya getirdiler. Demokratik olarak seçilmiş olan yöneticilerimize gösterdiğimiz güven ihlal edildi. Liderlerimizin demokratik hukuku yüceltmesi gerekiyordu, fakat onlar şu anda güçlü Müslüman ümmetin azameti karşısında boyun eğiyorlar. Şimdi ne özgürlüğümüz var – çünkü bizler kanuna saygı duyuyoruz – ne de hukukumuz var – çükü İslamcılar Roma hukukunu tanımıyorlar.

Bu kadarı yeter - şimdi uyanma ve özgürlüğümüzün tehlike altında olduğunu anlama zamanıdır – ve bunun için savaşma zamanıdır.

Şimdi, Avrupa işbirliğinin politik sisteminin idari merkezine bir yürüyüş gerçekleşecek. Ve bu yürüyüş çok önemli çünkü bu Avrupalıların İslamcıların tiranlığına karşı oluşturduğu ilk barikat olacak. Bu faşist bir eylem olmayacaktır, bu kalbine demokrasinin özgürlüğünü kalbine yerleştirmiş Avrupalılar topluluğunun bir yürüyüşü olacaktır. Zenciler, Yahudiler, homoseksüeller, Protestanlar, Katolikler ve Brüksel'deki eylem için – ilk olarak özgürlük için sonra da kendilerini ilgilendiren konularda söz söyleyebilmek için – İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ için gelenler olacak. Buradan politikacıları Avrupa'da gerçekten tehdit altında olan 2 şey – Demokrasi ve Roma hukuku – için ayağa kalkmaya çağırıyoruz.

On yıllar önce küçük bir adam Mahatma Ghandi, tuz ticareti tekelini kırabilmek için denize kadar yürüdü- bu ""tuz yürüyüşü" idi. Şimdi bizim kendi tuz yürüyüşümüzü yapma zamanıdır – uğrunda savaşacak bir şeyleri olan bir kuşakta yer almanın onur ve mutluluğunu taşımalıyız. Dayak yiyebiliriz, fakat buna değer – çünkü bu bizim kuşağımızın en belirleyici anıdır. Bu yüzden avare ayakkabılarınızı bulun, cesaretinizi ve inancınızı Brüksel'deki eyleme getirin.

SIOE (Stop the Islamisation of Europe-Avrupanın islamlaşmasını durdurun)

***: NOT: bu tuz eylemi çağrısı eski bir haberdir.Ancak Müslümanlardan ne derece tırstıklarının ve ezikliklerini nasıl ortaya koyduklarının açık bir ifadesi olduğu için eklemeyi uygun gördüm. SIOE her ne kadar ezik bir grup olsada araştırılması ve öğrenilmesi,saykoluğu ne derece ilerlettiklerinin bilinmesi yerinde olur ,)

political correctness




24 Kasım 2008 Pazartesi

Vadi'nin derin şifreli kitabı



Kurtlar Vadisi, "derin bir oyunu" mu bozuyor? Erdoğan operasyonu kitabı neyin nesi, kim yazdı? İlginç şifreler var.

Bir dizi ve o dizide işlenen bir kitap... Yazarları çok önemli 2 sima. Bu kitap "derin bir oyunu" bozmak için mi yayınlandı? Kurtlar Vadisi'nin misyonu ne? Tutkun Akbaş'dan ilginç bir analiz...

Kurtlar Vadisi Türkiye'nin, stratejik yol haritasına dair "vizyon çizen" neredeyse tek "think-tank merkezi" işlevi görüyor bu dizi. Stratejik araştırma merkezleri ne iş yapar sizce? Senaryo yazar. 10, 20 ve hata 30 yıl sonrasını görür, "projeksiyon" yapar. Türkiye'de de think-tank'lerin yerine bu işleri Kurtlar Vadisi yapar oldu!

En son izlediğimiz 44. bölümde önümüze konan mesajı izlediniz. Şifrenin adı, "Erdoğan Operasyonu." İskender Büyük'ün elinden düşürmediği bu kitaba salt bir "kitap reklamı" olarak bakanlar, Kurtlar Vadisi'ndeki en önemli "anahtar kelime"yi ya da "password"u ıskalamış demektir.

Nedir peki bu "Erdoğan Operasyonu" kitabının esbab-ı mucibesi?



Şifreler şifreleri doğuruyor, gelin hep birlikte bunun perde arkasına bir göz atalım. "Erdoğan Operasyonu" kitabı birkaç ay evvel piyasaya çıktı. Kim bastı? Timaş Yayınları. Hem "muhafazakar" hem de "demokrat" bir yayınevi. Tıpkı AKP'nin kendini tanımladığı "muhafazakar demokrat" kimlik gibi...


Kitabı kim yazdı?


İki isim. İkisi de çok önemli isim. Biri eski MİT mensubu Mahir Kaynak. Diğeri Kurtlar Vadisi yapımcılarıyla aynı dergahtan feyz alan, "ağabey" Ömer Lütfi Mete.

Kitapta ne anlatılıyor?


Aslında Kurtlar Vadisi'nin yapmaya çalıştığı şeyin ta kendisi anlatılıyor… "Misyon" aynı. Ortada bir senaryo var. Artık küresel dünyada psikolojik savaş diye bir kavram varsa savaşın silahları da senaryolar oldu. İşte Ömer Lütfi Mete ile Mahir Kaynak da bir senaryo üzerinden bu kitabı yazdılar. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'a yapılacak bir darbe girişiminden söz ediyor kitap.


Gelin önce bu kitaptaki senaryolara biraz daha yakından bakalım.


Kurtlar Vadisi ekibinin çok önemsediği Ömer Lütfi Mete'nin Mahir Kaynak'la ortak yazdığı kitapta, "Türkiye'ye, özellikle dış politika alanında yön tayin etme amaçlı bir operasyon uygulandığı" tezinin üzerinden olası ihtimaller sıralanıyor Bunlardan en dikkat çekeni, "Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve ekibinin tasfiyesi" iddiası. İşte kitaptaki senaryolardan birkaçı:


SENARYO 1- Bugün iki düşman gibi görünen ABD ve Rusya perde arkasında yeni bir denge politikası kurmak için anlaştılar. Türkiye'nin bu yeni düzende hangi safta yer alacağını konuşmamız lazım. Çünkü bu yeni süreç,Türkiye'de büyük dönüşümlere sebep olacak.


TASFİYE- Yeni süreçte Erdoğan ve ekibi tasfiye edilecek fakat yine bu partideki bir grup isim iktidara gelecektir. Yeni lider orduyla kavga etmeyen, eşinin başı açık ama başörtüsünü serbest bırakacak, Kürt değil ama Kürtlerle çatışmayan biri olacak…


SENARYO 2- Gül ve Erdoğan arasındaki ayrılık, Türkiye'nin stratejik müttefikinin hangi güç olacağı konusundaki görüş farklılığından kaynaklanıyor. Meselâ Gül, İngiltere ile ittifak kurmak isterken, Erdoğan ABD'yi tercih ediyor olabilir. İngiltere Kraliçesi'nin ziyaretini böyle değerlendirmek gerekir.


GÜL'ÜN ADAMI GELEBİLİR- Abdullah Gül'ün cumhurbaşkanı seçilmesiyle, aslında başbakan olmasının önüne geçmek istediler. Şimdi süreç tersinden işliyor. Bu kez iktidara, Gül'ün uyguladığı politikaları takip edecek bir isim geçebilir… Yeni sezonla birlikte Kurtlar Vadisi, Türkiye'de yaşanan "yapısal dönüşümü" işliyor. Artık dizinin odağında bu değişimin yarattığı çatışma ve yansımaları var. Devlete yön vermeye çalışan uluslararası ve özellikle de ABD-İsrail bağlantılı derin bir yapı ile bunu yok etmeye "adanmış" başka bir derin yapının savaşı…






Peki Kurtlar Vadisi bu operasyonun neresinde?


En önemlisi Kurtlar Vadisi'nde devlet ortada yok! Hiç de olmadı. Devlet Polat Alemdar'ın ta kendisi çünkü! Şifre çözücü izleyici işte bu yüzden ısrarla Polat Alemdar'ın nerde durduğuna odaklandı. Türkiye'nin "de facto" gerçekliği düşünülürse, Kurtlar Vadisi bir "oyunbozan" rolüne mi soyundu? Birilerinin oyunu bozulacak? Kurtlar Vadisi yeni bir "darbeyi" önleyecek anlaşılan. Bize de, "Umarız demokrasi kazanır" demekten gayri bir söz söylemek düşmüyor bu durumda...



***:alıntıdır.

ABD'de her 8 kişiden biri aç



Ekonomik kriz ABD'yi de vurdu! Yaşanan dar bogaz nedeniyde her 8 Amerikalı'dan birinin aç olduğu açıklandı.

ABD'de geçtiğimiz yılın aynı dönemine oranla 691 bin daha çocuğun kendini besleyemeyecek kadar yoksul düştüğü, her 8 Amerikalıdan birisinin aç olduğu bildirildi.

Amerikan Tarım Departmanı'nın yayınladığı raporda, son küresel mali krizle birlikte ülkedeki fakirlik oranının 1998'den bu yana en yüksek rakamlara ulaştığı belirtildi. 1998'de çocuklardaki açlık oranı 716 bin civarındayken, 2006'da bu oranın 430 bin olduğu açıklanmıştı.

Raporda, Amerikan nüfusunun yüzde 12.2'sine denk gelen 36,2 milyon insanın yeterli yiyecek alacak ve sağlıklı yaşayacak parasının olmadığı vurgulanıyor. Ülkedeki açlık oranının 2000 yılından bu yana yüzde 40 oranında arttığı kaydedildi.

Açlık karşıtı sivil toplum örgütü Gıda Araştırmaları ve Aksiyon Merkezi'nin Başkanı James Weill, sonuçların 2015'e kadar çocuklardaki gıda yetersizliğini önlemeyi vaat eden Barack Obama üzerindeki baskıyı artıracağını söyledi. Weill, son küresel ekonomik krizin planları alt üst edeceğini ön görüyor.

kaynak: İnternethaber.com

stewie




scarface



***: bu filmden sonra insanın kokoine başlayası geliyor,burnunu fln çekiyorsun sürekli, serseri gösteriyor sdg

23 Kasım 2008 Pazar

bir sikimlik aşkımızda bitti

gitsem gidemem
kalsam kalamam
sevsem sevemem
şaştım bu işe
hayır mı şer mi bilmem ama
ateşteyim ben ateşte

bir sikimlik aşkımızda bitti
gönlüm şimdi yeni bir kızda kurban olmalı mı bu yeni aşka
dum takka takka

***:bu şarkının bu versiyonu daha iyi

destroyed area


Feng Shui’nin Temel Prensipleri


• Chi enerjisi
• Yin ve Yang eş kuvvetler
• 5 Element teorisi
• Bagua yön haritası
• Kişilerin doğum tarihi Kua sayılarımız

Chi Enerjisi

Chi enerjisini Çinliler Ejdarha’nın kozmik nefesi olarak tanımlamaktadırlar. Bilimsel olarak kabul görmüş, sesiz ve bir o kadar da güçlü bir şekilde etrafımızda dolaşmakta ve bizi etkilemektedir. Doğadaki her şeyin birbirleri ile etkileşim halinde bulunmasından yola çıkarak, her fiziksel varlık canlıdır. Cansız olarak düşündüğümüz binalar, bilgisayarlar, araçlar, eşyalar, kayalar, toprak ve bitkiler gibi her türlü nesneler de canlıdır. Kısacası fiziksel dünyadaki her şey yaşayan enerjiye, Chi’ye sahiptir. Her yerde ve her şeyin içinde bulunan yaşam enerjisi değişime uğrar. Yaşamsal kanıtları büyüme ve hareket ile ortaya konulabilir. Sürekli değişiklikler göstererek Chi canlı tutulur.

Feng Shui’nin amacı doğru şekilde Chi akışını düzenleyerek yaşamımızda uyum ve dengede bir bütünlük sağlamayı ve yaşamımızdaki zorluklardan arınmamızı amaçlamaktadır.



Chi dört farklı yaşamsal enerji taşır. Bu enerjiler dört farklı yöne aittir;

1. Kuzey yönünün “besleyici enerjisi”
2. Güney yönünün “güçlendirici enerjisi”
3. Doğu yönünün “bilge enerjisi” bir başka anlamda şanslı Chi’dir.
4. Batı yönünün “yıkıcı enerjisi” şanssız olan Chi olarak adlandırılır.

Feng Shui’ye göre eğer bir oda karanlık renklere boyanırsa ve güneş ışığı az ise durgun Chi’ye sahip olunmaktadır. Böyle bir oda da hasta olabilir veya bastırılmış hissedebiliriz. Mukayesede eğer bir oda çok parlak renklere boyanırsa bu seferde Chi çok fazla olmakta ve yine aynı şekilde hasta ve yoğun enerjiden dolayı kendimizi rahatsız hissedebiliriz.

Yin ve Yang

Yin & Yang Çin kozmolojisinin temel taşlarıdır. Güneş ve Ay ile sembolize edilmiştir. Yaşamdaki zıtlıklar dengesi aktif olan iki temel karşıt gücü temsil eder. Evrendeki her olgu zıttıyla birlikte var olur ve birbirlerini tamamlarlar. Yin enerjisi alıcı, dingin ve pasif, Yang enerjisi ise etken, hareketli ve aktif anlamına gelmektedir. Birisi ötekisi olmadan var olamaz.

Chi enerjisi yaşamın gücüdür ve yin & yang ikiliğini yaratmıştır. Her ikisi de sadece vardır. Ne yin ne de yang mutlak iyi ya da kötü olabilirler.

Genellikle Tai Chi’nin bütünlük simgesini yaratan bir daire içinde resmedilirler. Yang'ın içinde, Yin'in küçük bir parçası vardır. Yin'in içinde de, Yang'ın küçük bir parçası vardır. Doğada bu etkileşimi görebiliriz. Sıcak bir yazda, ani bir çöl fırtınası serinliği getirebilir. Bu da, Yin'in, Yang'da nasıl bulunduğunun bir örneğidir.

Yin ; Negatif, yeryüzü, dişi, karanlık, pasif, soğuk, ölü, kış, gece, çift, ay, su, sessiz, üzgün, yavaş, yumuşak, içine çeken...

Yang ; Pozitif, gökyüzü, eril, aydınlık, aktif, sıcak, yaşam, yaz, gündüz, tek, güneş, ateş, gürültülü, mutlu, hızlı, sert, dışarı veren...

Bu kavramlar hiç birzaman yalın değillerdir. Ying ve Yang’ın arasındaki etkileşimden sonra Chi’nin beş evresi devreye girer. Bunlar beş öğe olarak bilinen Beş Element Teorisidir.



5 Element teorisi

Evrende her şey 5 öğeden yapılır. Öğe uyumu veya ahenksizlik her ikisi de iyi veya kötü feng shui yi yaratır.




Chi’nin hareket ettiği 5 element vardır:

• Dünya (Toprak)
• Ateş
• Metal
• Su
• Tahta (Ahşap)

Feng Shui uygulamaların da bu elementlerin birbirleri ile ilişkilerine de büyük önem veriliyor. Çinliler evrendeki her şeyin bu beş elementten birine ait olduğuna ve birbirlerini etkileme biçimine göre yaşamlarını yönlerdirdiğine inanırlar. Herhangi bir mekanda objelerin ve yönlerin ait olduğu elementler birbirine zarar vermemelidir. Öncelikle elementlerin birbirleri ile yaratıcı ve yıpratıcı döngüdeki ilişkileri analiz edilmelidir.


Elementler kendi aralarında iki tarz ilişki içindedirler.

• Elementlerin yaratıcı döngüsü: Ateş toprağı yaratır, toprak metali içerir, metal suyu tutar, su ağacı besler, ağaç ateşi besler.

Bu yaratıcı çevrim bir arada çalışmak için birleştirildiği zaman üretici çevrim ortaya çıkar. Üretici çevrim; başarı, bolluk, mutluluk, memnuniyet, sağlamlık, sağlık ve uyumlu ilişkiler ile sonuçlanır. Bu yaşamda herşeyin çok düzgün bir şekilde çalışıyor olduğunu gösterir.

Üretici döngüyü enerjiyi arttırmak istediğimiz yerlerde kullanarak dengeyi sağlayabiliriz. Örneğin ateş enerjisini arttırmak istiyorsak bu ihtiyacımızı karşılamak için ahşap elementi kullanarak ateşi besleyebiliriz. Veya ahşabı hatırlatacak objeler, renkler ve şekiller ile uyumu arttırabiliriz.

• Elementlerin yıpratıcı döngüsü: Ateş metali eritir., metal ağacı keser, ağaç toprağı tüketir, toprak suyu emer, su ateşi söndürür.

Öğelerin bir arada yıpratıcı döngüde çarpıştığı zaman ise yok edici çevrim ortaya çıkar. Yok edici çevrim; kazalar, iş kaybı, hastalık, fırsatların kaçması, başarısızlık, ilişkilerde sorunlar ve mali problemler ile sonuçlanabilir. Bu yaşamda birşeylerin yanlış gitmekte olduğunun göstergesidir.

Yok edici döngü esnasında çok fazla bulunan elementi dengelemek içinde üretici döngüye uyguladığımız yöntemi uygulayarak yıkıcı enerjiyi kesebiliriz. Örneğin ateş enerjisini azaltmak yada dengelemek istiyorsak su elementinden faydalanabiliriz.

***: el atmadığımız bi feng shui kalmıştı onada el attım,mükemmel oldu,burdan bütün insanlığa diyorum ki bilgi güçtür dsghewh

Tanrı’ya Giden Yolu İnançsızların Kanıyla Açmak

“Ölümlü, mezarlıkların örtüsünün altındakini düşün! Kurtçuklar tarafından yenmiş, etsiz, sinirsiz bir beden veya eti kalmamış, çözülmüş, eklem yerleri ayrılmış, ortadaki kemikler… Çürümüş, kokuşmuş yırtık karın… Yüzün şeklini bozan, yarı kemirilmiş burun…”



1594 yılının Avrupa’sında, “Hayatı hor görme ve ölüm karşısında teselli” adlı eserinde bu mısraları kaleme almış şair Jean-Baptiste Chassignet. Tüm ürkütücülüğünü tasvir ettiği ölüme meydan okumuş kalemiyle. Hayat bir kelebek kanadıyken, ölüm bronz bir heykel gibi. Ölüm hep orada ve kaçınılmaz. Şairler bile, şiirlerinde Tanrı’ya sığınıyor ölümün bileği bükülmez gücünden. İnanç doluyor dizelerine, örtmek için yaşamlarına hükmeden korkuyu. Peki, kim saldı bu korkuyu? Ölmeden mezara girer gibi, bu iç sıkıntısı, mezar tasvirleri, genç yaşlarında ihtiyar olmaları hangi sebeptendir? Ceset kokusu… Hayır! Eceliyle ölenlerin çürümeye başlayan bedenlerinin kokusunu bastıran bir şey var; Yanık kokusu!

Ortaçağ Avrupası’nda toplum üç sınıftan oluşuyordu: Tanrı’nın görevlileri (Kilise’nin adamları), savaşanlar (şövalyeler) ve çalışanlar. Üçüncü sınıf yani en büyük dilime sahip kesim, çalışarak diğer iki sınıfı beslerdi. Din adamları okuma yazma bilir, halk dili yerine Latince kullanırdı. Çalışanlar ise okuma-yazma bile bilmeyen cahil insanlardı. Sosyal ve kültürel hayata, böylece, kolaylıkla hâkim olan Kilise, gücü sarsılmasın diye, kurduğu düzende, halkın ulaşabildiği yegâne bilgi olan dini bilgiyi bile, sınırlı ve seçilmiş bir şekilde, halka bir lütuf olarak sunardı. Okullara ve kütüphanelere sadece din adamları girebilirdi. Katolik Kilise’nin, halkın üzerinde bu denli nüfuz sahibi olmasına rağmen, Kilise tarafından hoş görülmeyen bazı fikir akımları, eylemler veya inançlar toplumda yer edinebilmekteydi. Bu nedenle, başını cadılıkla ilgili uğraşların çektiği dini açıdan “sapkınlık” diye nitelendirilen düşünce ve fiilleri yayanları avlamak için, Roman katolik mahkemesi uygulaması olan Engizisyon icat edildi. Bu “kutsal” mahkemeler, 13. yüzyılda İspanya başta olmak üzere, Portekiz ve Fransa gibi bazı Avrupa ülkelerinde uygulamaya geçirildi. Engizisyon kurallarına göre astroloji, otacılık, vb. uğraşlar cadılara özgüydü.



Bir kişinin, Kilise’nin katı din kurallarını benimsemeyip, daha anlayışlı ve insancıl bir din yorumunu desteklemesi ve bu doğrultuda mevcut uygulamaların reformunun, çağın gereksinimine uygun şekle getirilmesinin daha iyi olacağını belirtmesi ise, din adamlarının “din elden gidiyor” çığlıkları ile bu kişiyi hedef göstermeleriyle nihayetlenirdi. Kilise, bilimi ve bilimsel bilgiyi de kendisi için çok kuvvetli bir düşman olarak gördüğü için “günah” ilan etmişti. Kurulu sistemin, din adına ufacık bıraktığı beyinlere düşecek her bilimsel bilgi ışığı, bu ışıkla aydınlanan bireyin, Tanrı’nın mutlak doğrularından başka doğru aramaya yönelmiş bir din karşıtı olduğunu kanıtlamaya yeterdi. Buna en güzel örnek, modern fiziğin ve teleskopik astronominin kurucusu Galileo Galilei’nin Kutsal Engizisyon'ca kitabının yasaklanması ve yetmiş yaşında, kendi evinde göz hapsine mahkûm edilmesidir. Bunlar ve burada sayamayacağım (kimileri, öyle gösterilmese de siyasi ve ekonomik olan) birçok neden, kişinin türlü işkencelerden geçmesi, hapse atılması ve bir miktar odunun üzerinde diri diri yakılması için yeterli suçlardı. Diri diri yakılma, din adamlarının Tanrı adına yaptığı, dini koruyan ve “suçlu” ya kendini savunma hakkı verilmeden, kimi zaman dedikodulardan, iftiralardan, söylentilerden yola çıkılarak karar verilen bir ceza idi.

Engizisyonun katlini uygun gördüğü ünlü simalardan bazıları şöyledir; Amaury de Chartres; Filozof ve din bilimci. 1209’da, Fransa’da, çalışma arkadaşlarıyla beraber yakıldı. Cecco d'Ascoli Francesco Stabili; Fizik ve astroloji ile uğraşıyordu. 1327’de, din hakkında kötü konuşuyor denilerek, İtalya’da yakıldı. Giordano Bruno; Bilimsel merakı ve eleştirel düşünme şeklini benimseyen, hümanizmden ölüm anında bile geri dönmeyerek sembolleşmiş filozof ve din bilimci. Bizim dünyamıza benzer sayısız dünyaların yer aldığı, uçsuz bucaksız bir uzay fikrini gösterdi felsefi yazılarında. 1600’da Roma’da, fikirlerini haykıramasın diye ağzı tahta bir gemle ezildikten sonra yakıldı. Étienne Dolet; Şair, basımcı ve fransız hümanisti. Materyalizm ve ateizm düşünceleri nedeniyle, 1546’da, kimliği belirsiz kişilerce işkence gördü, boğularak öldürüldü ve kitaplarıyla yakıldı. Jan Hus; Çek din bilimci ve din reformcusu. 1415’te “dinden sapma” suçuyla yakıldı. Jérôme de Prague; Reform hareketinin önderlerinden Wyclif’in fikirlerine destek verdiği ve Jan Hus’un arkadaşı olduğu için, “sapkın” olma suçuyla 1416’da yakıldı.



Gabriel Malagrida; İtalyan cizvit misyoneri. 1761’de, Portekiz’de, önce işkence gördü sonra yakıldı. José María Morelos y Pavón; Meksikalı din adamı ve isyancı. 1815’de kurşuna dizildi. Michel Servet; İspanyol asıllı din bilimci ve hekim. Kanın akciğerlere, oksijen almak için girdiğini keşfetti. Hristiyan üçlemesinin (baba-oğul-kutsal ruh) bir dogma olduğunu ve Hz. İsa’nın Tanrı olmadığını, Tanrı’nın görevlendirdiği bir insan olduğunu söylediği için 1553’te yakıldı. António José da Silva; Yahudi drama yazarı. Hristiyan olmadığı anlaşıldığı için 1739’da, Portekiz’de yakıldı. Triora cadıları; Triora’da 33 otacı kadın “cadı” denilerek işkence gördü, hapse atıldı. Kimileri hapiste, kimileri işkence sırasında öldü. Lucilio Vanini; Natüralist ve filozof. Dine hakaret ve ateizm gibi suçlardan, Fransa’da, 1619 yılında önce dili kesildi sonra boğuldu ve yakıldı. Henri Voes ve Jean Van Eschen; Brüksel’de, 1523’te, Luther doktrinine geçtikleri için yakıldılar. İnfazları 4 saat sürdü. Jeanne D’Arc; 1429’da, Fransa’da bulunan Orléans’ı, İngiliz işgalinden kurtardı. Fransız din adamları tarafından oluşturulan mahkemede, “sapkın” olduğuna kanaat getirildi. Hristiyan din adamlarının eleştirdiği diğer şey ise, bir kadın olarak ordunun başına geçmiş olmasıydı çünkü bu davranışla ev işleri, hayvanlar ve çocuklarla ilgilenen klasik kadın rolünün dışına çıkmış oluyordu. Fransız ordusuna başarı kazandıran Jeanne d’Arc, fransız din adamlarınca cadı denilerek, suçlu bulundu. Rouen’de yakılarak öldürüldü.



Bu sayılanlar, engizisyon mahkemelerinin gazabına uğrayan ünlü simalardan bir kısmıdır. Bunun dışında, şeytanın bile aklına gelmeyecek işkence yöntemleriyle, birbirinden farklı ithamlarla sorgulananların, toplu halde yakılanların, hapse atılanların haddi hesabı yoktur. Şimdi baştaki soruya geri dönelim; Kim saldı bu korkuyu? Gücün, iktidarın ve mutlak haklılığın tadına varmış din adamları, din bilginleri! Dinin, siyasete, ticarete, sosyal adaletsizliğe araç edilmesinin en güzel örneklerinden birisidir engizisyon uygulaması.

Halkın kanından beslendikçe büyüyen sahte dindarların, bilim, düşünce ve hümanizme olan düşmanlığı, göz ardı edilemez bir gerçektir. Onlara göre din, sadece öteki dünya için yaşamayı emreder. Kendileri, bu dünyanın nimetlerinden sonuna kadar faydalansalar da, halka, dünya nimetlerinin hepsini yasaklarlar, onları, âdeta ölmeden kabirlerine koyarak, haksızlığa, sömürüye, yalana karşı koyamaz hale getirirler ve böylece erklerini sağlamlaştırırlar. Her türlü, insancıl dini yaklaşım ve yorum, bilimsel gelişme, bu sarsılmaz gibi görünen güç abidesi için birer düşmandır, tehlikedir.



Temmuzun 14’ünde Fransa’da yıldönümünün kutlandığı Fransız Devrimi, 1789 yılında, bu bağnazlığa karşı atılmış, belki de en sert yumruk olmuştur. Bu devrim, halkın her yönden büyük sıkıntılar yaşadığı bir dönemde, aydınların, bilim adamlarının, filozofların ve hümanistlerin ışığı ile halkın sağduyusunun birleştiği noktada ortaya çıkan “yeter artık” çığlığıdır. Devrimi takip eden zamanlardaki gelişmeler arasında, ruhban sınıfının, halkın sırtından edindiği mal varlıklarına el konulmasından tutun, Kilise’nin siyasetten tamamen soyutlanmasına kadar birçok radikal değişim yaşanmıştır. O zamanlarda, tahmin edilebileceği gibi, ruhban sınıfı buna direnmiş, halkı “laik olanlar(din karşıtları)” ve “inançlı olanlar” diye bölünmeye sevk ederek, devrimin ellerinden aldığı gücü geri kazanmaya çalışmıştır. Hatta, din adamları arasında bile fikri bölünme yaşanmıştır. Ancak bugün, karşımızda, bu çekişmeden sağ salim çıkıp, devrim değerlerini benimseyerek, ekonomik, bilimsel ve hukuki açıdan refaha ermiş, iç politikaları ile örnek gösterilir hale gelmiş bir Avrupa vardır.

Tarihin tekerrür ettiğine ve aklın yolunun bir olduğuna inanarak, aynı aydınlanmanın, yüce dinimiz İslâm’ın yaşandığı, Türkiye dâhil, tüm ülkelerde, bir gün gerçekleşeceğine ve bu ülkelerde, Allah dışında başka hiç kimseye; Ne şeyhlere, ne de kelle alarak veya cehennemle korkutarak halkı pasifleştiren yönetimlere kulluk yaparak, insana hak ettiği değeri atfedecek karakterde Müslümanların yetişeceği, Mevlânâ’nın, Yûnus’un felsefelerini özümsemiş, adaleti ve hoşgörüyü öven bir düzene kavuşabileceğimize yürekten inanıyorum. İşte o gün, tıpkı ortaçağ Katolik Kilise’sinin, bir zamanlar, halkın zihninde yaratmış olduğu “din elden gidiyor, bizi dinsiz yapmak istiyorlar” benzeri hezeyânlara, toplumumuzda artık rast gelinmiyor olacaktır.

Böylesi bir dini olgunluk ortamında ise, 29 Ekim 1923’de, Fransız yazar Maurice Pernot’ya “Türk milleti daha dindar olmalıdır. Yani bütün sadeliği ile dindar olmalıdır, demek istiyorum. Hakikate bizzat nasıl inanıyorsam, dinime de öyle inanıyorum. Şuura muhalif, terakkiye mâni hiçbir şey ihtiva etmiyor. Hâlbuki, Türkiye’ye istiklâlini veren bu Asya, milletinin içinde, daha karışık, suni itikatlardan ibaret bir din daha vardır. Fakat bu câhiller, bu acizler sırası gelince aydınlanacaktır.” şeklinde demeç veren ulu önderimiz Mustafa Kemal Atatürk’ün ne demek istediği daha iyi anlaşılacaktır.

Kaynak: indigodergisi.com

Türkiye'deki Yeni Nihilizm


Nihilizm temelde; hiçbir yere bağlı olmama, her şeyi bilimle açıklama, kurulu düzene hemen her yerde karşı olma, ahlaki değerleri, geleneği tanımama, gerekirse alay etme, sürekli bir yenidünya düzeni ütopyası ile yaşayıp onu da bir türlü cismani hale getirememe gibi bir felsefesi olan akımdı. Neden durduk yere “nihilizm” konuşma gereği duyduk?

Batı aydınlanmasının temel sacayağı bilgiye ve bilime olan yönelimdir. Feodalizmin karanlık atmosferinin içinde tamamen boş inanca, hurafeye, dinin yozlaştırılmasına tutsak yaşayan batı toplumları hemen karşıtların birliğindeki ilkeden hareketle bilimi, pozitif aklı, deneyi, soru sormayı, araştırmayı geliştirmiştir.

“Biricik” gerçeklik bilim olmuştur.

Karşıtların birliği ya da çelişkisi Avrupa coğrafyasında öylesine keskindi ki, ortam tartışmayı, bir başka alternatif var mı arayışını gerekli kılıyordu. Kurulu mevcut düzen sorgulanıyor onun bütün aygıtları reddediliyordu.

Avrupa ya da geniş anlamıyla batı dünyası cenderenin dışına deliği 1492 yılıyla birlikte daha da batıya doğru deniz yoluyla yeni kara parçalarını keşfedip, oradaki zenginlikleri kendi kıtasına getirerek açtı. İlkini doğuya yaptığı haçlı seferleri yoluyla gerçekleştirmiş, doğunun bilgeliğini almıştı.

Batı kısa süre içinde aydınlanmasını tamamladı, eski düzeni yıkıp yerine yenisi kurdu. Bunu yaparken de insan aklının ötesinde hiçbir şeye izin vermemeye gayret etti. Materyalizm güçlendi.

Bu sırada coğrafi olarak biraz daha kapalı kalmış, kendi kaynakları ile yaşamaya çalışan Almanya ve Rusya’da olay biraz daha aklın içinde gelişmesini sürdürdü. Güçlü ve bugün felsefeye egemen filozofların bu dönemde buralarda yaşaması bir “rastlantı” değildi.

Kapitalizm insanı feodal bağlarından kurtararak atomik bir yapı haline getirmek istiyordu. Bir taraftan feodal devleti zayıflatırken, ileride kendi kuracağı düzen için altyapı sağlıyordu. Kapitalizmin gücü sermayeden gelir. Bugünün güçlü kapitalist devletleri bu zenginliği başka ülkeleri sömürmek suretiyle elde etmişlerdi. Eğer bugün Dünya Bankası eliyle gerçekleştirdikleri kredilenme ve borçlandırma sistemi geriye doğru işletilirse, bu ülkelerin yıllarca sömürdükleri diğerlerine altından kalkamayacakları bir faizi de ödemeleri gerekirdi. Ama sistem öyle işlemiyor.

Almanya ve Rusya gibi ülkelerin sömürgesizlikleri ve kendi kaynakları ile yaşamaya gayret etmelerinin sıkıntıları bir sonraki yüzyılda çok daha net ortaya çıkacak, Almanya’nın iki dünya savaşına neden olacağı görülecektir.

Osmanlı İmparatorluğunda da farklı bir görünüme bürünen, “batı kapitalizmi gibi güçlü olma, zenginlik özentisi” başka bir “nihilizmi” doğurmuştur.

Nihilizm temelde; hiçbir yere bağlı olmama, her şeyi bilimle açıklama, kurulu düzene hemen her yerde karşı olma, ahlaki değerleri, geleneği tanımama, gerekirse alay etme, sürekli bir yenidünya düzeni ütopyası ile yaşayıp onu da bir türlü cismani hale getirememe gibi bir felsefesi olan akımdı. Rus edebiyatının klasiklerine meraklı olanlar o döneme ışık tutmuş bu yapıtlarda tarif edilen bu akımın çelişkilerini de görürler, derinden yaşarlar.

Dostoyevski’nin Cinler isimli romanı bu yapıyı net olarak ortaya koyar. Rus nihilizmi zaman içinde çok farklı ideolojilerle bir araya gelmiş, sosyalist düşüncenin içinde biraz olsun evcilleşmiş ya da rasyonel hale gelmiştir. Ancak Ekim Devrimi ile kurulan düzenin de insanı mutsuz eden bir diktatörlüğe evrimi de kaçınılmaz olmuştur.

Alman nihilizmi ise faşizme dönüşmüştür.

Çok bire bir olmamakla birlikte İttihat ve Terakki Hareketi’nin temelinde de Osmanlı nihilizmini bulabiliriz. Bu hareket de benzer kaygılardan yola çıkarak kurulu düzene bayrak açmış, hürriyet devrimine giden süreci tetiklemiş, sonunda da ortaya Türkiye’ye miras kalmış olan darbe kültürü çıkmıştır. Darbe kültürünün ne olduğunu araştırmak da bir başka yazının konusudur.

Nihilizm üzerine daha çok şey söyleyebiliriz.
Neden durduk yere “nihilizm” konuşma gereği duyduk?

Nihilizm maddi ayağı çok zayıf, düşünce ve akıl tarafı ise oldukça güçlü bir akımdır. Temelde her düşüncede olduğu gibi iyi niyet bulabiliriz. Kurulu düzeni değiştirmek, sürekli evrimin devam etmesini sağlamak, daha iyi nasıl olur sorusunu sormak kadar insan doğasına uygun başka bir şey daha olamaz, belki de olmamalı demeliyiz.

Bugün Türkiye’de yeni bir nihilizm akımı vardır. Yeni nihilistler gerisini düşünmeden ve fazla da dert etmeden kurulu düzene savaş açmışlardır. Gerisini düşünmeden cümleciğini bilerek seçiyorum, çünkü nihilizmin benim gördüğüm ya da bildiğim pratiğinde bu var. Zaten rasyonel olmayan ya da disiplin altına alınamayan nihilist düşüncenin derdi öyle ya da böyle mevcut ahlaki, siyasi yapı, geleneğin tamamıdır.

Nihilizm yıkıcı bir gücü de içinde barındırır ve yıkmak her zaman daha kolaydır.

Üç-dört yılda büyük bir insan emeği ve düşüncesini, aklını cisimleştirerek yaptığınız bir binayı içi ful yakıt dolu bir uçağın darbesi ile bir saat içinde yerle bir edebilirsiniz.

Türkiye’deki yeni nihilist akımı bir arada tutan şey Türkiye’yi var eden temel bütün değerlere karşı olmaktır. Bu nihilist akımın paydada birleştikleri tek ortak arzu budur; birçoğunun payda tonla fikir ayrılığı, hedefleri farklı olabilir.

Hep unutulan ya da görmezden gelinen bir şey var. Hedeflenen şeyin cazibesine kapılıyoruz. “Zengin” ve “uygar” batı dünyası gibi yaşamak, davranmak, hareket etme isteği. Bu zenginliği de uygarlığı da samimi bulmadığımdan benim için bir cazibe merkezi taşımıyor. Türkiye’nin onların geçtiği yoldan ilerleme gibi bir şansı yok; zaten büyük oranda bu benzetilmeye çalışılan medeniyetin egemenliği altında yaşıyor.

Bugün Amerika Irak’ta ne yapıyor, sorusunun cevabını vermeden batı medeniyeti üzerine bir cazibe hissedemeyiz.

Tarihten alınacak ya da çıkarılacak dersler yoksa o zaman neden tarihe tutunuyoruz? Bundan tam yüzyıl önce meşrutiyetin ilan edildiği Temmuz 1908’dekinden farksız bir altyapı eksikliği ile hareket eden yeni nihilistlerimiz var.

Bunun anlamı saltanatı savunmak, özgürlükten yana olmamak anlamı taşımıyor. Bu mantık fazlasıyla formeldir.

1908 Devrimi Osmanlı’ya neden mutluluk ve huzur getirmedi? Eksik olan şey İttihat ve Terakki’nin yapısı mıydı? Yoksa başa göre şapka durumu mu vardı?

Yüzyıl sonra Türkiye’nin yeni bir kaosa sürükleneceği o romantizminin gerçekliği var mı yok mu onu sorgulamak.

“Bu zaman değilse ne zaman,” sorusunun hemen peşine düşmeyecek kadar bilinçlendik, olgunlaştık.

kaynak:indigodergisi.com
***: yazı kimilerine kafa skici gelebilir ama ben beğendim, farklı bi bakış açısıyla yazılmış

Sylvia Plath



Plath'ın hayatına bir göz atalım. Alman bir babayla, Amerikalı bir annenin,1932 yılında dünyaya gelen kızlarıydı Sylvia. Disiplinli ve çalışkandı, en önemlisi de doğuştan yetenekli. Öyle ki, ilk şiirini 8 yaşında yazdı:

''Yumuyorum gözlerimi, yıkılıp ölüyor dünya,
Yeniden doğuyor açınca gözlerimi,
Kafamın içinde yarattım seni galiba.''


Öğrencilik yıllarında, katılıp da kazanmadığı şiir yarışması yok denecek kadar azdı. Kendisini, her anlamda başarılı hissetmek istiyordu. Zamanının ünlü ve başarılı yazarlarıyla tanıştı. Onlarla bir arada bulunuyor olması, onlarla yarışması gerektiği anlamına geliyordu onun için. Herkesten iyi olmalıydı. Zamanla bu hırsının rahatsız edici boyutlara ulaşacağından habersizdi pek tabi...

Sylvia Plath gizdökümcü türün en önemli temsilcisidir. Birçoklarına göre Türkiye'de itiraf edebiyatı yok. İtiraf edebiyatı, kişinin kendisiyle ilgili bir durumu/olayı yazıya dökmesidir ya da travma yaratan bir olayın, yazıda yeniden sahnelenmesidir.

Küçük yaşta babasını kaybeden Sylvia için annesinin yeri apayrıydı. Kısa ömrü içinde, annesine yazdığı üç yüze yakın mektup bunun en belirgin örneği değil miydi zaten? Babasıyla aralarındaki uzaklığı, ona duyduğu öfkeyi, babasının ölümü ardından yazdığı şiirlerinde de görebiliyoruz:

''Baba, baba, seni piç,
Artık seninle işim tamamen bitti.''





Kimilerine göre, babasının erken ölüp, onu yalnız bıraktığını düşünen Sylvia, ona olan sitemini dile getirir bu dizeleriyle. Cambridge Üniversitesi'ne girdikten sonra, orada genç İngiliz şair Ted Hughes ile tanıştı. Kısa süre sonra evlendiler. Her ikisi de şair oldukları için, birbirlerinin şiirlerini eleştiriyorlar, yazımsal kaynaklarını paylaşıyorlardı. Ted, Sylvia için çok önemliydi. Onu, hayatında eksik olan erkek figürü yerine koymuştu. Ted'in beğenisi, tercihleri, Sylvia için çok önemliydi... Annesine yazdığı bir mektupta, ''Dünya üzerindeki, dengim olabilecek tek adam.'' diye bahsediyordu Ted'den. Evliliğinden iki çocuğu oldu. Çocukları olduktan sonra Sylvia, şair kimliğinin ötesinde bir ev kadınlığı misyonu üstlendi ve bu zamanla onu rahatsız etmeye başladı...

''Çay getirecek, baş ağrılarını geçirecek ve ne dersen yapacak,
Bir el var, evlenir misin, garantisi var... ''





Çocukları doğduktan sonra Sylvia'nın aldatıldığını öğrenmesi, onun için büyük bir yıkım oldu. Dikkat çekecek kadar güzel olmadığını bilen ve bunu bir komplekse dönüştüren Sylvia için, eşi Ted artık bir düşmandı. Şiirlerinde, içinde kocasının da bulunduğu evini, canlı canlı gömüldüğü bir mezara benzetiyordu.


Sylvia, eşini affettikçe yeni bir aldatılma sorunuyla karşı karşıya geldi. Aldatılmak, erkekler tarafından yalnız kalmaya mecbur edilmek Sylvia'nın kaderiydi adeta... Önce ilk erkeği(babası) bırakıp gitmişti onu, şimdiyse yeryüzünde dengi olabilecek tek erkek... Zamanla erkeklere karşı, kendisinin de hakim olamayacağı bir nefret oluştu içinde. Yazdığı bir şiirinde, Hristiyan inancında insanların günahlarına kendisini kurban etmiş İsa'ya dahi öfkesini belirtebilecek kadar...


Hayatı boyunca manik-depresif bozuklukla uğraştı ve yaşadıkları tarafından altından kalkılamaz bir bunalıma itildi... Ted ile evlerini ayırdılar. Sylvia çocuklarıyla birlikte kaldığı evinde huzur arayışındaydı.


Hayatı boyunca tam üç kez intihar girişiminde bulunan Sylvia, ilk iki intiharında kurtarıldı. Ancak 11 Şubat 1963'te, son intihar girişiminde amacına ulaştı. İki çocuğu yataklarında uyurken, yanlarına kahvaltılık birer bardak süt ve bisküvi bıraktı. Ardından kapılarını kapatıp mutfağa geçti. Mutfakta fırını açıp kafasını içeri sokan Sylvia, bu şekilde intihar etti. Bir anne olarak, ardındaki çocuklarına hazırlayıp bıraktığı kahvaltının dışında, tüyler ürpertici bir detay daha mevcuttur. Çocuklarının mutfaktan dışarı çıkacak gazdan etkilenmelerini istememiş, kapılarını bantlarla kapayarak, içeri hava girişini engellemişti...


Kendini şöyle özetler Sylvia Plath: ''Mutlu olamam, yalnızca memnun olabilirim.'' Hayatında her on yılda bir intihar girişiminde bulunan Sylvia'nın sözlerine kulak verelim:


İşte yine yaptım
Her on yılda bir
Böyle bir tane beceririm

Burnu, göz bebekleri, 32 dişi yerli yerinde mi?
Acı nefesi
Ertesi gün yok olacak.

Yakında, çok yakında
Vahim bir öldür gücü
Evimde, etimde olacak

Ve ben işte gülümseyen bir kadın.
Daha sadece otuzunda.
Ve kedi gibi dokuz canlıyım.

Bu üçüncü sefer.
Ne lüzumsuzluk
On yılda bir imha.

Ölmek
Bir sanattır, herşey gibi.
Özellikle iyi yaparım.

Bir ölürüm ki, cehennemden gelir gibi ölürüm.
Bir ölürüm ki, adeta hakikaten ölürüm.
Sanki gider gibi bir davete.

Bunu yapmak çok kolay bir hücrede
Ölmek ve kımıldamamak
Ölüyü oynadığım tiyatroda sıranın gelmesi gibi...


Birçok şiirinde ölmek istemediğini açıkça ifade eden Plath, ölerek unutulmayı değil, ölümüyle hatırlanmayı istemiş; intihar ederek, ölümü kendi tercihi olarak göstermiştir hayatında...



"Benim için şimdi sonsuzdur, sonsuz da sürekli olarak değişir, akar, erir. Yaşam bu andır. Geçip gittiğinde ölüdür artık. Ama her yeni anla birlikte yeniden başlayamazsınız, ölü olana göre yargılamak zorundasınız. Bataklık kumu gibi tıpkı... Daha başından umutsuz. Bir öykü, bir resim heyecanı biraz yenileyebilir ama yeterince değil. Şimdinin dışında hiçbir şey gerçek değildir, daha şimdiden yüzyılların ağırlığının beni boğduğunu duyumsuyorum. Bir zamanlar yüz yıl önce bir kız yaşamıştı, şimdi benim yaşadığım gibi. Sonra öldü... Ben şimdiyim, göçüp gideceğimi de biliyorum ama doruktaki o an, o parıltı... Gelip geçiyor sürekli bir bataklık kumu, ama ben ÖLMEK İSTEMİYORUM." Plath, Temmuz 1950, Massachussets, ABD

Yazdığı her şiirinin içine bir tutam gizem, bir tutam estetik bırakabilmiş, tüyler ürpertici dizelerin sahibi...

NOT1: Şair Nilgün Marmara'nın ölümü, Sylvia PLath'la ilişkilendirilir. Nilgün Marmara, ''Sylvia Plath'ın Şairliğinin İntiharı Bağlamında Analizi'' isimli bir tez hazırlamış, Sylvia Plath'ın yaşam öyküsünden oldukça etkilenmiş ve otuz yaşındayken intihar etmiştir.
NOT2: Ryan Adams'ın ''Sylvia Plath'' isimli şarkısı dinlemeye değer.

***: piç kocası kadının hayatına sçmış bırakmış resmen, cehenneme git inşallah TED :D