3 Şubat 2009 Salı

önce kelime vardı, kelimeden önce yanlızlık

İçimden geçenleri bilselerdi beni dünyanın bir numaralı vatandaşı sayarlardı. insanları dinlerken sıkıntılı bir görünüşüm vardı: sanki, her zaman onların sözlerini bitirmeleirni ve konuşma sırasının bana gelmesini sabırsızlıkla beklerdim. bana kalırsa, bu görünüş çok aldatıcıydı. bana kalırsa, bana kalırsa .. ne yazık ki hiç kalmadı bana. benden önce davranıp ne olduğunu, aslında ne kadar bencillik ettiğimi suratıma haykırdılar. oysa, hepsiyle tek tek ne kadar ilgiliydim. insanlar benim için soyut kavramlar değildi. birlikte bulunduğum sırada onlar için ayrı ayrı bir şeyler yapmak isteği ve bunun imkansızlığı beni sarıyordu. hangi birine yetişecektim? hemen ortaya çıkmaya korkuyordum. her biri, bir öncekinden o kadar farklı bir davranış istiyordu ki. ben, gene hepsine yetişmeye hazırdım. fakat, birinin yardımına koşmak, onun düşüncelerini paylaşmak bir öncekine ihanet olacaktı. bu nedenle çekingen davranıyordum. aslında her gördüğüm insana kapılıyordum. hemen onun gibi olmak, ona bütün varlığımı sunmak ve onun bütün varlığını içime almak istiyordum. her an değişmeye hazırdım. bu isteklerle ancak bir kişinin yaşantısına katılabilirdim ömrümce. buna da razıydım. bunu da istemediler benden. beni küçümsediler; kişiliklerine karıştığımı sandılar. her türlü alçalmayı göze almıştım onlar için: her biriyle ondan öncekilerin bütününü bir yana bırakacak kadar yoğun bir yaşantıya girdim belki de kendi isteklerini çok ciddiye almıyorlardı; benim, bu isteklere verdiğim önemi, onlar vermiyordu. şimdi bile, sözün gelişi böyle konuştuğumu sanıyorsunuz. bütün meselenin selim ışık olduğunu ileri sürüyorsunuz. neden? en basit, en bayağı insanlar için bile, gözümün ucuyla şöyle bir gördüğüm insanlar için bile aynı duyguları besliyormuşum da ondan. kendimi ileri sürmenin başka yoluymuş bu. insan, otobüs biletçisi ve reisicumhurbaşkanı için aynı duyguları besleyebilirmiş; yalnız genel anlamda olurmuş bu. bütün insanlık için duyulan soyut bir sevgiymiş bu. değil, değil! size, sözümün eri olduğumu nasıl anlatsam? biletçi dediğim zaman biletçi, reisicumhurbaşkanı dediğim zamanda reisicumhurbaşkanı demek istediğimi, yalnız onu demek istediğimi, başka hiçbir şey kasdetmediğimi belirtmenin hiçbir yolu yok mu? yeni dilbilgisi kitabı çıktı mı bugünlerde? öznenin, yüklemin filan başka bir düzen içinde yerleştirilmesini sağlayarak beni istediğim anlama kavuşturacak böyle bir kitap. ne diyorlarsa, yalnız onu demek isteyenler için geliştirilmiş düşünce ve ifade kuralları ne zaman bulunacak? insanın kendi gibi olmak istemediği zamanlar da varmış. ben, her zaman kendileri gibi olmaları için baskı yapıyormuşum onlara. tek yönlü, can sıkıcı bir yaşantıya itiyormuşum onları. size yaranmanın bir yolunu bulamadım zaten. bunu da açıkça söyleseydiniz, seve seve katlanırdım her yönünüze. seninle olmuyor, diye kestirip attınız. zamanın yetersizliğinden söz ettiniz. oysa ben çoğu zaman yapacak bir iş bulamadım. bu kadar zamanı siz ne yapıyordunuz? biraz da siz öğretebilirdiniz bana. önce alırdınız beni, istediğiniz biçime sokardınız, sonra da şöyle yap, böyle yap, derdiniz. hangi kitaplar okunacaksa, daha önceden söylerdiniz. tabiatı sevmiyorsun, eşyaya bakmasını bilmiyorsun. tamam. bütün otların adları ezberlenirdi, ay doğarken iç çekilirdi, duvarın üstündeki kedi okşanırdı (bu sırada yüze en canım bir ifade verilirdi); benim değişme gücüme kimse inanmadı. sonunda ben de inanmadım. işte böyle can sıkıcı biri oldum sonunda gerçekten. ne yazık: siz beni gerçek bir adam, ne bileyim sizler gibi kişilik sahibi biri sandınız. alışkanlıkları olan, çatalı şu şekilde tutup, filan yemeği falan yemekten önce yemesini seven, yatakta belirli bir yatış biçimi alan, itiraz eden, bazı anlarda kimseyi görmeye tahammülü olmayan ve daha bir sürü özellik.. ben de kaçtım, ihanet ettim. bütün bu olamamak, yapamamak ve daha bilmem neler, başka türlü bir kişilik, başka türlü bir kalıplaşma.. ne haliniz varsa görün..

Oğuz Atay

Hiç yorum yok: