13 Şubat 2009 Cuma

omzunda vişne çürükleri ve amnesiac diş izleri

Yatakta uzanıyorsun.Örümcek ağının narin yapısına çivilenmiş sivri sinekler gibi kıpırtısız ve "yensem de bitse" der gibi bir uzanış ve susuş hali.Tavanın her zaman pürüzlüydü.Beyaz aşağı doğru sarkıtları olan bu tavan üst kattaki komşuya göre tabandı.Demek ki aynı şey farklı yerlerden ve yaşantılardan bakıldığında ayrı amaçlar için kullanılıyordu.Senin ulaşamayacağının üzerinde bir ötesi ayak gezdirebiliyordu, koşabiliyordu hatta iki buçuk yaşındaki kız çocuğu bu tav/banın üstünde tepinebiliyordu.

Duş almak için banyoya geçiyorsun.Aynada beyaz bir yüz ve küçük kahverengi gözler karşılıyor seni.Yaklaşık 37 senedir aynı gözlere sahipsin.Üstelik onlardan sıkıldığında olmadı hiç, şaşıyorsun.Yine sabah erkenden çıkmış olmalı evden.Dolabın çekmeceleri açık bırakılmış belli ki beyaz gömleğini bulmakta güçlük çekmişti her zamanki gibi.Dolabı açıyorsun.İçin götürmüyor kalabalık bir kahvaltıyı.Kapatıyorsun ve bir kahve yapıyorsun kendine.O sırada kapı çalıyor.İki ekmek ve günlük gazeten...Nedense öteki gün bayatladı diye birini atacağın ekmeği tam on bir senedir sipariş ediyorsun ve on bir senedir her gün bir ekmeği ufalıyorsun balkon demirinin altına.Her ne kadar Nilgün'ün sözünü tutmaya çalışsan da, öyle ya "kuşlara iyi bakın" demişti intihar mektubunda, aslında sen biraz da bahane giydiriyorsun bayat ekmeklerine.Onlar senin iyiliğinden değil, kocanın eve erken gelme ihtimaline karşı alınmış karın toklukları.

Duş almak için banyoya giriyorsun.Omuzlarında vişne çürüğü izler...Tadı güzel midir ki?Ne garip değil mi, insan kendi tadını hiçbir zaman bilmiyor ve öğrenemeyecek.

İzmarit çiğneyen kaldırım taşları gibi,
Üstüne basılıyor saçlarımın.
Ben hiçbir zamanı yetiştiremedim
Koşuda düşen at bünyeme.
Ve korktuğumdan fırlattım sırtıma çökenlerimi,
Yorgunluğum hükümsüzdür.

Buz tutmuş karların altında eski sıcak giz değil mi oysa?
Çıkacaksa çim yeşili ortaya,
Ki bir gün bende düşeceksem bu yeşilin altına,
Gözümü alan beyaz her zaman beyaz mıdır sadece?
Cennet bile yedi katsa,
Kaçıncı katındayız dünyanın?
Zeminin manzarası buysa ,
Çatı katına gömün bedenimi öldüğüm vakit.

Tenler birer leke sevişirken gece vakitlerinde.
Cuma günlerinin mübarekliği tutuyor da
Günaha giriyor diğer altı gün,
Altısının da altı yatak,
Üstü bir at, bir kısrak.

Omzumda vişne çürükleri ezilmiş
bahar gecesinde,
Annem olsa reçel yapardı.
Ben dokunamadım bile.

Hayatı baş aşağı izlemeye kalkmış bir yarasa gibi gecenin orta yerinde kalıveriyorsun bir dalın altında.Dünya ters geliyor uçmaya başladığın her vakit.Seneler önce evleniyorsun his boşluğu kabarık bir adamla.Başarının yüksek, isteğinin yok olduğu bir meslekte en iyilerden biri oluyorsun.Çocuk doğurmayı çok istiyorsun, eşin istemiyor, o yüzden hep zayıf kalıyor göbek kısmın.Bir dağ gölü kasabasında uyanmayı diliyorsun; fakat yine beton evinde uyanıyorsun storlu perdelerden içeri sızan gün ışığıyla birlikte.

Sen hayatı baş aşağı izlemeye alışkın bir yarasa gibisin."Uçuyorum" dediğin an insanlara göre olağan, kendine göre ters hayatta havalandın.

Tutup iki omzundan hayatı sarsasın var, tam yakaladım diyorsun, insanlar gülmeye başlıyor, bu kadın paçasına yapışıp hayatın ne dileniyor diye.

Baktığın yere göre düz duran her şey nasıl da değişir görüyorsun.Duşunu aldın, evden çıkıyorsun, arabana biniyorsun, en sevdiğin şarkı çalıyor kulaklarında " La Alegria"... Üstelik senin "seni sevmenin günahını ödemek için yaşıyorum." diyebileceğin biri bile yok artık.Her şey alelade, her şey öylesine, biraz da öyle olması gerektiği için öyle işte.

Oturup ağlıyorsun, değiştirmek için ortalama belki de 30 senenin daha olduğu hayatı hala kabulleniyorsun diye.

sinem sal

Hiç yorum yok: