3 Şubat 2009 Salı

halvet der encümen

Konuştukça içimdeki uğultu büyüyor, dedi Kadın. Büyüdükçe daha çok konuşuyorsun, dedi Adam. İnsanlara karıştıkça yalnızlığım artıyor, dedi Kadın. Yalnızlaştıkça daha çok karışıyorsun, dedi Adam. Yaşadıkça acılarım çoğalıyor, dedi Kadın. Acıların çoğaldıkça yaşadığını sanıyorsun, dedi Adam. Sana yaklaştıkça uzaklaşıyorum, dedi kadın. Uzaklaştıkça yaklaşıyorsun, dedi adam. Yalnızlığın uğultusu...diye fısıldadı Kadın, buna dayanamıyorum artık. Dayandıkça koyulaşacak, dedi Adam. Pencereden usançla baktı Kadın. Sokakta her zamanki cansıkıntısı ve telaş. Satıcılardan, tüpgazcılardan ve çocuklardan yükselen bağırtıya, bariyerlere, inşaat artıklarına betonla yaprağın kaynaşmakta gösterdiği çaresizliğe baktı. Çocuğunu hırpalayan öfkeli anneye, Servise yetişmek üzere koşuşturan memurun giysisindeki uyumsuzluğa, vinç operatörünün kar altında çimento torbasının üstünde kıldığı namaza baktı. Birbiriyle konuşmadan yürüyen ortahalli yaşlı karı kocaya. Askerin çehresindeki korkuya baktı. Koyulaştıkça dayanılmazlaşıyor, dedi. Ötekini dinlemenin dayanılmazlığına baktı bu kez, konuşmanın ağırlığına. Sokakta pervasızca yürüyen köpeğin yılgınlığına. Kendilerini satılığa çıkarmış gibiydiler. Bir tellal gibi bağırıyordu yalnızlıkları. Efendisine yakarıyor,’siz benden daha iyi bir köle bulabilirsiniz fakat ben sizden daha iyi bir efendi bulamam,’ diyordu. Evlilik, arkadaşlık, akrabalık, komşuluk sanılan beraberliklerin yakarışına bakıyor, yüreğine dokunan sözlerden gözyaşlarını tutamıyordu Yalnızlık. Kölesini satmaktan vazgeçiyordu.

sadık yalsızuçanlar

Hiç yorum yok: