28 Şubat 2009 Cumartesi
A. Alvarez - İntihar / Kan Dökücü Tanrı kitabının önsöz'ünden
Sonra zil çaldı, hep birlikte öğle yemeğine çıktık. Fizik hocası bisikletle evine gitti, başını bir torbaya soktu ve boğazını kesti. Pek fazla pislik yoktu. Korkunç etkilenmiştim.
Bizden Sonra Kan Dökücü Tanrı
Dünyanın gidişatını yalnız o bilirdi, bolluk ve zenginlik yalnız ondan gelirdi ve istediği zaman geri alırdı; zenginlik, bolluk ve ün, cesaret ve yetki,gurur ve onur verdi ve istediği zaman geri aldı. Bunun için korkuldu,kutsandı, çünkü hem erinç hem de lanet ondan gelirdi.
23 Şubat 2009 Pazartesi
bir sana bir de bana
sonunu düşünmeden duygular sarınca beni
gizlice tuttum elini
yüzüne baktım usulca
gözlerin fısıldadı ahh
mutluluğu yavaşça
çiçeklerin kokusu
dalgaların şarkısı
rüzgarın fısıltısı
bir sana bir de bana
bahçede hanımeli
gökyüzünde yıldızlar
yağmurun narin sesi
şimdi bir anlamı var
aşk nasılda kırılgan
sus dedim ama olmadı
kalbimden ismin geçti ahh
kimseler duymadı
bir sana bir de bana- baba zula
babasız kızlar balosu
babamız bizi sevmedi çirkiniz çirkiniz
baba zula- babasız kızlar balosu
özgür ruh
ölünce parçalanmaz ki bendeki özgür ruh
sevişe sevişe azalmaz ki tendeki özgür ruh
kopyalayarak çoğalmaz ki gendeki özgür ruh
baba zula- özgür ruh
22 Şubat 2009 Pazar
21 Şubat 2009 Cumartesi
15 Şubat 2009 Pazar
oğuz atay'ın dünyası - 1
Süleyman Kargı, şarkının Başparmağını emdi (yıkanmamış ve kanlı)
Cahildi, ne bilsindi libidonun adını.
(Tutunamayanlar, s.96)
Başparmağını emdi, evde koptu kıyamet
Ona göre oburluk, Freud'a göre şehvet
(Tutunamayanlar, s.139)
Atay, Freud'dan çok, Jung 'u yakın buluyordu kendine, '' Beni rahatsız eden ve adlandıramadığım duygularımın, yanlız libidoya bağlanmasına gönlüm razı olmuyor'' derdi.
ezseydin o zaman narsist ibne
bolderline

Modern dönemlerin birçok olumsuz tezahürü onlarda mevcut; derin bir boşluk duygusu, değersizlik hissi, anlamsız bir acı, istikrarsızlık... Borderline, yani sınır durum vakaları böylesi duyguları tüm şiddetiyle yaşıyor. Onların sayısı aramızda her geçen gün artıyor.
`Havada uçuşan renkler düşün, hepsi benim ama bir bütünlük yok. Her zaman karşıdakine göre şekillenen biriyim.` `Sürekli bana heyecan veren şeyler arıyorum. İstikrar benim için çok sıkıcı, ruhum daralıyor.` `Nefret ve sevgiyi âdeta bir arada yaşıyorum.` `Bir anda geliyor, beynime kan gibi sıçrıyor. O an her şeyi yapabilirim.` `Kendimi bir hiç gibi, pislik gibi hissettiğimde bunu yıkmam lazım. Öyle anlarda siyahlaşıyorum. Ben karardıkça dünya da kararıyor. Bana canım diyen sanki canın çıksın diyor.` `Terk edilme korkusu bütün ruhuma, varlığıma hâkim oluyor.` `İçimde ciddi bir boşluk duygusu var, herkes tek ama ben yarımım resmen.
Bu cümleler `borderline` yani sınır durum vakalarına ait. Onlardan herhangi biriyle karşılaştığınızda bu ifadelerin benzerlerini duymanız muhtemel. Türkiye`de de sayıları hızla artıyor. Toplumsal geçiş süreçleri, modern ile geleneksel hayatlar arasında sıkışmışlık, genetik faktörler, çevresel etkiler gibi pek çok sebebi var bu patolojinin; fakat en çok da yetiştirilme şeklinden kaynaklanıyor. Genelde annenin çocuğuna yeterince ilgi göstermemesi ve tam manasıyla kendini verememesinin sonucu bu yarım hayatlar.
Bir nevi modern zamanların hastalığı borderline. Kariyer telaşı, başarı hırsı, eğlence merakı anneleri fiziken, değilse zihnen evlerinden yavaş yavaş uzaklaştırdı. Birçok ev hanımı anne için bile evlat sahibi olmak çocuk bakıcılığına eş değer. Aynı çatı altındaki çocuk ile anne-baba arasında mesafeler var artık. Annesinin gözüne baktığında kendini göremeyen çocukların kaderi borderline. Acılarının sebebi gibi neticesinin de kaynağı günümüz hayat şartlarından besleniyor. Varoluşsal sorunları sonuna kadar yaşayan, boşluk hissi ile mücadele eden, değersizlik karmaşasında bocalayan, acı çeken, âdeta modern hayatın tüm olumsuz semptomlarını üzerinde taşıyan kişiler bunlar. Özetle; hayata bir türlü tutunamayanlar...
Varlık ile yokluk arasında
Sınır durumları daha iyi anlamak için 18-24 ay arasındaki evrelerine gitmek gerekiyor. İki büyük teorisyen Otto Kernberg ve James F. Masterson, borderline oluşum mekanizmasında Mahler`in `yeniden yakınlaşma evresi` dediği bu döneme dikkat çekiyor. Sınır durumları kavramak için ayna nöronları hakkında fikir sahibi olmakta da fayda var.
Karşımızdakinin yüz ifadesini okumamıza yarayan `ayna nöronları`nın keşfi 1996`ya dayanıyor. Yeni doğan bebeğin başkalarının bakışlarına karşı hassasiyeti bu nöronlar sayesinde aktifleşiyor. Doğumdan sonra bu nöronlar çalışmaya başlıyor ve çocuk `oral dönem` denen süreçte sadece fiziksel değil psikolojik olarak da her şeyi içine alarak zihninde bir nesne tasarımı kurguluyor. Böylece bir dünya temsili tasarlıyor. Bu `simülasyon programı`nın ana gövdesinin meydana gelmesi ilk 12 ayda gerçekleşiyor. Kapı, pencere, anne, baba gibi her şeyi zihninde kurduğu bu dünyaya yerleştiriyor çocuk; fakat en önemli karakteri yani kendisini göremediği için bu tasarım eksik kalıyor. Burada anne faktörü ve ayna işlevi devreye giriyor. Çocuk kendisini ancak annesinin gözlerinde görerek varlığını hissediyor. Normal bir anne bebeğine yaklaştığında gözünde oluşan pırıltı ile çocuk kendisi arasında ilişki kuruyor. Böylece annesinin gözündeki ışığı alarak simülasyon programında kendisi için ayrılmış yere yerleştiriyor. Annenin gözündeki ışıltı, öğrenilecek bir şey değil, tamamen fıtrat kaynaklı. Fıtratın önüne başka şeyler geçtiğinde, mesela şehir hayatında bu doğal ışık sanki perdeleniyor. Meşguliyetler, yorgunluk, telaş, endişe bir şal gibi düşüyor annenin bakışlarının önüne.
Peki ya çocuk annenin gözünde ışıltıyı göremezse? Annenin zihni dağınıksa, çocuğuna bir ayak bağıymış gibi bakıyorsa, kendi evde ama aklı dışarıdaysa... Veyahut sarhoş kocası içip içip birazdan gelip kendisini dövecek diye kaygılanıyorsa. İşte böylesi durumlarda annenin evladına o ışıltılı bakışı vermesi zorlaşır. O zaman çocuğun zihnindeki dünya da öyle sönük ve karamsar bir hâl alır. Bebek kendini var hissedemez, etkisiz eleman gibidir. Simülasyon programında kendisini temsil eden bir temsilci yoktur. Yetişme dönemindeki bu duygu hâli kişinin ömrü boyunca peşini bırakmaz. Tüm hayatı boyunca varlığını sorgulayacaktır.
Ben burada mıyım?
Uzmanlar borderline vakalarının ömürleri boyunca `Ben burada mıyım değil miyim?` duygusuna kapıldığını anlatıyor. Hastalar bu yokluk hissini aşabilmek için heyecan hissettirecek eylemlere başvuruyor: Jilet atmak, cinsellik, alkol, uyuşturucu, hızlı araba kullanma, adrenalin sporlarına ilgi göstermek, mafyatik işlere karışmak ya da antisosyal eğilimler; şiddet, suç vs... Bu fiillerin tek amacı kişinin var olduğunu hissetme kaygısı.
Sınır durumlar kötü kendilik hâlindeyken yaptıkları bu eylemler sayesinde iyi kendiliğe geçerler; fakat orada da uzun süre kalmayacaklardır. Psikoterapi Enstitüsü Derneği Başkanı Tahir Özakkaş bu gidiş gelişleri sembolleştirerek açıklıyor: `Bunların insan ilişkilerine baktığımızda üç tabaka görürüz. Magma, yeryüzü ve atmosfer (ya da buzullar tabakası). Normal insanların ilişkilerinde yeryüzü daha geniştir. Ama borderline magmada iç-içe geçen sıcak, coşkulu bir mutluluk ilişkisi yaşar; eğer orada bir kırılma, incitilme yaşarsa direkt kutuplara geçer. Soğuk ve acımasızdır. Kar fırtınası, tipi gibi eser, kavurur, her şeyi bozar. Borderline magma ya da kutupta bulunur; aradaki ince yeryüzüne nadiren uğrar, bu nedenle sağlıklı, mantıklı ilişkiyi kurması çok zordur.`
Erkekler narsist, Kadınlar borderline
Görüştüğümüz psikiyatr ve psikologlar borderline vaka sayısının her geçen gün yükseldiğini, katıldıkları uluslararası konferansların da bu tespiti doğruladığını söylüyor. Türkiye`de son yıllarda artış gözlense de Batı`nın borderline vakalarına aşinalığı geçmiş yıllara dayanıyor, bunu yıllar önce bestelenen şarkılar, çekilen filmler de gösteriyor. Madonna, Bon Jovi gibi sınır durumlardan ilham alan Scorpions`un şarkı sözleri şöyle: `Sınırda yürüyoruz, soğuk kitlelere karşı... Yangınlardan atladık, güçlü rüzgârlara gidiyoruz...` 1999 yılında çekilen Almanya-ABD ortak yapımı `Aklım karıştı` (Girl interupted) filminde borderline patolojisine sahip karakteri Winona Ryder canlandırıyor. Onun küçük bir kediye bile nasıl muhtaç kalabildiğini, tanımadığı bir hasta bakıcı ile rahatça bir gecelik ilişki yaşayabildiğini görüyoruz filmde.
14 Şubat 2009 Cumartesi
Barış Bayraktar
ben sana nasa'nin tasarladigi son erkek,
ben sana vaftiz edilmis son musluman.
ben sana muska yerine prospektusu ezberlenmis anti-deprasan.
barış bayraktar 21/01/1978 dogumlu ilk ve orta dereceli okulları farkı şehirlerin farklı okullarında tamamladı. ilk etapta bilgi üniversitesinde 5 yıl işletme egitimi aldı. ardından maltepe üniversitesinde görsel iletişim tasarımı bölümüne girdi.
'26,3 kere u.f.o gördüğünü idda ederek görme duyusunun sayısal bi deger taşıdıgını ispatlamış ve ilk digital sistemlerin fikir babası olmuştur.' :-)
1)parmak izi konsantrasyonu.
2)sentetik koku ajitasyonu.
3)selulozik ibadet fermantasyonu.
sevgili baris bayraktar'in türkçemize kazandırdıgı son 3 deyim...
Kişisel güvenlik konusunda son derece tedbirli, gündelik yaşamında karşılaştığı her veriyi bir yerde saklayıp, ipucu niyetine kullanabilen, aynı tutum ve özeni sanal yaşamında da koruyan, tüm logları ve mailleri tarihleyip dosyalandıran, tüm telefon görüşmelerini banda kaydeden,çektiği filmlerle kanada' da umut vaad eden genc yönetmen ünvanlı saykopat kişilik.
bikaç kısa filmini izledim. iyi sayılırlardı. özellikle USAnmaz adlı Amerikan emperyalizmine yönelik eleştiri niteliğinde olan kısa filmini beğendim. Erkan Can gibi sevdiğimiz,saydığımız tipleri de filmlerinde oynatmış olması onu özelimsi kılmış. Syntetic filminden sevdiğim bi repliği aktariyim hemen:p
''Bu hayatta üç şeye dikkat ediceksin olm...birincisi Colombiyalılara(uyuşturucuyu genital organlarında dış ülkelere sokarlar), ikincisi travestilere, üçüncüsü tavuklara. Bu üçüde hayatlarının anlamını kıçlarında barındırır. ''
ayrıca kendi adındaki sitesinin girişide etkileyici olmuş :-) merak eden bakabilir.
13 Şubat 2009 Cuma
kalbim de bir orospu canlarım
Adam: Sen canımı hiç yakmadın ki..”
Pek de acımıyor diye başlayacağım söze ama yalan sütümde yok. Acıyor ulan. Hani yazıyoruz çiziyoruz diye kendimize aşk adamı etiketini yapıştırmışız bir de, şekilden şekle girmiyor değilim.
Derinleşiyorum bak şimdi.
Masal gibi bir hikayemiz var diye konuşuyorduk aramızda. Kız çocuğa aşıktır çocuk bilmez, çocuk da kıza aşıktır kızın haberi yok, birbirlerini tanımazlar yıllarca uzaktan bakarlar, adamlar kadınlar girer hayatlarına, ama birbirlerine yine de aşıktırlar. Gün gelir olacak ya işte bir araya gelmeleri farz olur. Bizimki daha çok sünnet gibiymiş. Olmaması dert değil yani.
Başlıktaki –de bitişiktir dostlarım. İçinde anlamındadır. Yıllarca sürmüş bir sahteliğe yapılmış açık bir göndermedir. İnsanın beyni namuslu olmalı şekerim fenomenine bir destek, içten bir sarılış, ateşli bir Fransız öpücüğüdür.
Nasıl bir korkuysa bu
Arsız bir kaçışa yön veriyor
Zehir dolu bir denizin lekeleri üzerimde
Islığımı çalarak uzaklaşıyorum senden...
selçuk şenol
irtica devriminde gençlik
“Ayaklarınızı iyice siliniz”
Pansiyon kapısından içeri girmeden önce dış dünya kirlerimizi orada bırakmamızı istiyorlardı. Oysa bir avuç kum getirmiş olabilirdim en fazla. (Temizlik imanın şartlarındandı.) Zaten böyle değil midir? Yeni bir dünyaya girecekseniz, eskiye dair ne varsa bırakmalıydınız. Düşündüm, o halde bu kapıda epey birikim vardı.
Asık yüzleriyle karşılandım birkaç çalışanın. Gençken hakları için uğraşıp didindiklerimiz amneziye uğramış beyinleriyle örtünmüşler. (Bu hak verilmişti çünkü kendilerine 2000’li senelerde.)
İstanbul’un orta yerinde ürettiği taş plakların fütüristik beyinli bilgisarlarda çalıştırılmaya uğraşıldığı yıllarda bir avuç gencin yaşlandığını görmek acıydı. Sanırım yüzündeki kırışıklıktan ve ciddi manada yolun sonuna geldiğinin farkında olmandan çok canını acıtan da buydu. Zamanın kapitalist damarları kabarmıştı yine. Alışını da iyi biliyordu verişini de.
Büyükçe akvaryumlardan, yine cam, fanuslara taşıdılar bizleri. Yediğimiz, çıkardığımız bir yerde büyüdük çocuklarımızla. Kimisi acıkınca yedi bir diğerini. Öyle ya, böyle öğretilmişti bize. Büyük balık küçük balığı yerdi. Zamanla su kirlendi ve yeni doğanlar böyle bildi dış dünyayı. Her şey 2000’li yılların başına denk geldi. Yirmi yaşlarında bir avuç gençtik o zamanlar. Taşındık büyükçe akvaryumlardan kirli suların biriktiği cam fanuslara.
Betonlaşmanın ve kentleşmenin sadece mahallelerde gerçekleşeceğini tahmin ederdik. Ruha çörekleneceğini kimse bilememişti o zamanlar.
Etrafımdaki herkesin giderek tepksizleştiğini ve kendi çekmecelerine kendilerini çektiklerini fark ettim. Gerçekler kuklalaştırıldı. Diledikleri masalla kandırdılar 2000’li yılların çocuklarını. Pinokyo’nun burnu uzadı itaat etmedikçe. Böyle korkuttular onları. Hiçbir kurbağa öpülmedi gerdek gecelerinden önce. Rapunzel saçlarını bir daha hiç salamadı duvarlardan aşağı. Kralın çıplak olduğunu anlayan çocuk asılmıştı doğruyu söylediği için. Bir tek külkedisi masalını doğru bildi o yılların çocukları. Zengin ve fakir masalı sürmeye hak kazandı.
Mekanik ilişkiler yaşanıyor bu zamanlarda. Atomik saldırılar yaşandığı gibi. Büyük mideli devletler yutmayı başardı içine beyni midesine düşmüş devletleri.
İnsanlar robotlaştı. Duygular ayaklarına çimento dökmüş bir kadınla birlikte atladılar denize. Umut kendi kendini imha etti kopya hayatlar yaşayan bedenlerin içinde.
Bir eski pansiyon içinde , oturdum bugün öylesine. Hala bir yerlede Jack satılmasını istedi dilim. Televizyonu açtım ve izlemeye devam ettim 2000’lerin ortasındaki Sodom ile Gomore’nin yıkılışını.
Heterojen yargıların birleşiminden doğan melez çocuklar sahipsiz kalmış ortada. İçim acıdı!
sinem sal
omzunda vişne çürükleri ve amnesiac diş izleri
Duş almak için banyoya geçiyorsun.Aynada beyaz bir yüz ve küçük kahverengi gözler karşılıyor seni.Yaklaşık 37 senedir aynı gözlere sahipsin.Üstelik onlardan sıkıldığında olmadı hiç, şaşıyorsun.Yine sabah erkenden çıkmış olmalı evden.Dolabın çekmeceleri açık bırakılmış belli ki beyaz gömleğini bulmakta güçlük çekmişti her zamanki gibi.Dolabı açıyorsun.İçin götürmüyor kalabalık bir kahvaltıyı.Kapatıyorsun ve bir kahve yapıyorsun kendine.O sırada kapı çalıyor.İki ekmek ve günlük gazeten...Nedense öteki gün bayatladı diye birini atacağın ekmeği tam on bir senedir sipariş ediyorsun ve on bir senedir her gün bir ekmeği ufalıyorsun balkon demirinin altına.Her ne kadar Nilgün'ün sözünü tutmaya çalışsan da, öyle ya "kuşlara iyi bakın" demişti intihar mektubunda, aslında sen biraz da bahane giydiriyorsun bayat ekmeklerine.Onlar senin iyiliğinden değil, kocanın eve erken gelme ihtimaline karşı alınmış karın toklukları.
Duş almak için banyoya giriyorsun.Omuzlarında vişne çürüğü izler...Tadı güzel midir ki?Ne garip değil mi, insan kendi tadını hiçbir zaman bilmiyor ve öğrenemeyecek.
İzmarit çiğneyen kaldırım taşları gibi,
Üstüne basılıyor saçlarımın.
Ben hiçbir zamanı yetiştiremedim
Koşuda düşen at bünyeme.
Ve korktuğumdan fırlattım sırtıma çökenlerimi,
Yorgunluğum hükümsüzdür.
Buz tutmuş karların altında eski sıcak giz değil mi oysa?
Çıkacaksa çim yeşili ortaya,
Ki bir gün bende düşeceksem bu yeşilin altına,
Gözümü alan beyaz her zaman beyaz mıdır sadece?
Cennet bile yedi katsa,
Kaçıncı katındayız dünyanın?
Zeminin manzarası buysa ,
Çatı katına gömün bedenimi öldüğüm vakit.
Tenler birer leke sevişirken gece vakitlerinde.
Cuma günlerinin mübarekliği tutuyor da
Günaha giriyor diğer altı gün,
Altısının da altı yatak,
Üstü bir at, bir kısrak.
Omzumda vişne çürükleri ezilmiş
bahar gecesinde,
Annem olsa reçel yapardı.
Ben dokunamadım bile.
Hayatı baş aşağı izlemeye kalkmış bir yarasa gibi gecenin orta yerinde kalıveriyorsun bir dalın altında.Dünya ters geliyor uçmaya başladığın her vakit.Seneler önce evleniyorsun his boşluğu kabarık bir adamla.Başarının yüksek, isteğinin yok olduğu bir meslekte en iyilerden biri oluyorsun.Çocuk doğurmayı çok istiyorsun, eşin istemiyor, o yüzden hep zayıf kalıyor göbek kısmın.Bir dağ gölü kasabasında uyanmayı diliyorsun; fakat yine beton evinde uyanıyorsun storlu perdelerden içeri sızan gün ışığıyla birlikte.
Sen hayatı baş aşağı izlemeye alışkın bir yarasa gibisin."Uçuyorum" dediğin an insanlara göre olağan, kendine göre ters hayatta havalandın.
Tutup iki omzundan hayatı sarsasın var, tam yakaladım diyorsun, insanlar gülmeye başlıyor, bu kadın paçasına yapışıp hayatın ne dileniyor diye.
Baktığın yere göre düz duran her şey nasıl da değişir görüyorsun.Duşunu aldın, evden çıkıyorsun, arabana biniyorsun, en sevdiğin şarkı çalıyor kulaklarında " La Alegria"... Üstelik senin "seni sevmenin günahını ödemek için yaşıyorum." diyebileceğin biri bile yok artık.Her şey alelade, her şey öylesine, biraz da öyle olması gerektiği için öyle işte.
Oturup ağlıyorsun, değiştirmek için ortalama belki de 30 senenin daha olduğu hayatı hala kabulleniyorsun diye.
sinem sal
12 Şubat 2009 Perşembe
11 Şubat 2009 Çarşamba
simurg
efsaneye göre, kuşlar, sultanlarını bulmak üzere toplanıp yola çıkarlar bir gün...
yol uzun, yolculuk zorludur.
"aşk denizi"nden geçerler önce...”
"ayrılık vadisi"nden uçarlar..”
"hırs ovası"nı aşıp, "kıskançlık gölü"ne saparlar..”
kuşların kimi aşk denizi’ne dalar, kimi ayrılık vadisi’nde kopar sürüden...
kimi hırslanıp düşer ovaya, kimi kıskanıp batar göle...
yolculuk bittiğinde, kaf dağı’nın ardına sadece 30 kuş varabilmiştir.
sultanları simurg’u bulamazlar orada...
sonunda sırrı, sözcükler çözer:
farsça "si", "otuz" demektir....
murg" ise "kuş"..."30 kuş",
anlar ki, aradıkları sultan, kendileridir.
ve gerçek yolculuk, kendine yapılan yolculuktur.
5 Şubat 2009 Perşembe
bu bir yalan
hiç anlamadım
Özel bir arkadaş, gerçek bir aşk
Niye herkesi kaybetmek zorundayız?
bu hakikat değil;bu, doğru değil!
Bu, aşk değil; bu hayat değil; bu, gerçek değil!
Varolan diğer yolları nasıl inkar ederiz?
bu, hakikat değil; bu doğru değil
Bu, aşk değil; hayat değil;
Bu, gerçek değil! bu bir yalan
the cure - this is a lie
3 Şubat 2009 Salı
[11:36] *** Topic '''O kötülere bile iyi olmamızı ister, Böylece örter çıplak kötülüğümü. Ben en çok şeytanı oynarken aziz gibi görünürüm.'''
[11:36] *** Efendisiz Tarafından Tue Jan 27 01:15:00 tarihinde yazılmış
[11:36] -ChanServ- (#Blackmetal)
[11:37]
[11:39] <@katharsis> selam .
[11:39]
[11:39] <@katharsis> dsıgfd
[11:39]
[11:39]
[11:41]
[11:41]
[11:41]
[11:41]
[11:41]
[11:42]
[11:42]
[11:42] * Bağlantınız Kesildi[11:43] *** Kanala Tekrar Giriliyor #blackmetal
[11:43]
[11:43]
[11:43] -NickServ- Sifre kabul edildi.
[11:45]
[11:45] <@katharsis> mkdsgfd
halvet der encümen
sadık yalsızuçanlar
omurganın flütü
Tanrı,
Tanrım benim,
yıldızların halısını sen dokuyorsan,
günden güne büyüyen
bu ağrı,
bu acı bir armağanınsa, Tanrım, senin,
yargıçlık zincirini takın da sana uğramamı bekle.
Gelirim ben tam zamanında,
gecikmem bir gün bile.
Dinle biraz
ulu işkenceci!
Sımsıkı bastırırım dudaklarımı,
Tek bir çığlık bile çıkmaz
kanatıncaya dek ısırdığım ağzımdan.
Bir kuyruklu yıldıza bağla beni, bağlar gibi kuyruğuna bir atın,
bas kırbacı.
Yıldızların sipsivri uçlarında parçalansın bedenim
Ya da;
ruhum göçüp de dünyadan artık
çıkınca senin mahkemi kübrana
şaşkın, suratı asık,
bir darağacı kur bana
samanyolundan,
as bir eşkiya gibi.
Yap aklına geleni,
istersen atlara bağla beni, kopsun kolum bacağım.
Yalnız
-duyuyorsun ya beni!
-al götür başımdan
bana sevgili diye verdiğin baş belasını!
Geniş adımlarıma dayanmıyor yolların uzunluğu.
Nereye gitsem ki içimdeki bu cehennemle?
Hangi göksel Hoffman
tasarlayabilir seni
V. Mayakovski
bir banyosu ve temiz klozeti olanlar!
Bir banyosu ve temiz klozeti olanlar!
Sizler yeteneksiz kalabalık,
Nasıl da iyi tıkınırım diye düşünenler
Biliyor musunuz şu anda belki
Bir bomba kopardı teğmen Petrov'un bacağını...
Mayakovski
Pantalonlu Bulut
kirden parlayan bir kanepede yan gelip yatan semiz bir uşak gibi
hayal kuran düşüncenizi,
kanlı bir yürek parçasıyla tedirgin edeceğim,
dalga geçeceğim, geberesiye küstah ve zehir dilli.
Tek bir ak saç yok ruhumda,
yaşlılığın çıtkırıldımlığı yok onda!
Dünyayı bozguna uğratarak sesimin gücüyle
yürüyorum - yakışıklı,
yirmi iki yaşında.
Çıtkırıldımlar!
Kemana yatırırsınız aşkı siz.
Kabalar, onu trampete yükler.
Fakat, tersyüz edebilir misiniz, kendinizi benim gibi,
Öyle ki, dudaklar kalsın ortada, salt dudaklar!
Çık da gel konuk odasından
gel de bir adam tanı,
kibirli, patiskadan ve melek soylu memur karısı.
Sen ki dudaklar çevirirsin aynı kayıtsızlıkla,
bir aşçı kadın nasıl çevirirse yemek kitabının sayfalarını...
İster misiniz
ten kudurtsun beni,
- ve gök gibi, renk değiştirerek ansızın -
ister misiniz
öylesine yumuşayım, sevecen olayım ki öylesine
hani, erkek değil de, pantolonlu bir bulut desinler bu!
İnanmıyorum çiçekli Nice diye bir yerin var olduğuna!
Benimle göklere çıkarılacaktır yeniden
hastane gibi bayatlamış erkekler,
ve atasözleri gibi yıpranmış kadınlar da...
Vladimir Vladimiroviç MAYAKOVSKI
hayattan yok çıkarım
ne yüzümü yıkar
ne sokağa çıkarım
kışın soba yakarım
yazın camdan bakarım
hayattan yok çıkarım
öğlen olur yemek yerim
fırçalanmaz hiç dişlerim
acaba ne yapsam derim
kovboy filmine giderim
dönünce kızar pederim
akşam olur güneş batar
babam hep anneme çatar
cici çocuk erkenden yatar
hayat sıkıcı ne kadar.
Oğuz Atay
önce kelime vardı, kelimeden önce yanlızlık
Oğuz Atay
apart
Ama kız anlamayacaktır
Kız bütün gece onun aramasını bekler
Ama o artık aramayacaktır
Erkek affet dediğini duymayı bekler
Ama kız sadece inci siyahı gözlerini devirir
Ve seni seviyorum dediğini duymak için yalvarır
Ama erkek daha fazla yalan söylemeyecektir
Erkek kızın anlamasını bekler
Ama kız anlamayacaktır
Kız bütün gece öpücüğünü hissetmek için bekler
Ama hep yalnız uyanır
Erkek kızın unut dediğini duymayı bekler
Ama kız sadece acıyla boynunu eğer
Ve onun artık bi daha asla bırakmayacağım dediğini duymak için dua eder
Nasıl bu kadar uzaklaştık?
Eskiden birlikte çok yakındık
Nasıl bu kadar uzaklaştık?
Bu aşkın sonsuza kadar süreceğini düşünmüştüm
the cure - apart lyrics çeviri