2 Eylül 2009 Çarşamba

gidiş geliş

O giderken ne yapacağınızı bilirsiniz… Kara gün dostlarınızı arar, yaşamınızı alkol buğulu geyiklere gömer, on bin kitap, yüz bin film izlemeye çalışırsınız… Öğrenciyseniz, okulun en kazık dersine, durduk yere niye kafayı takıp,nasıl tek vuruşta o dersi haklayabildiğinize kimse –kendiniz dahil- hiçbir anlam yükleyemez… Deli gibi halı sahada top koşturanlar, çeşitli kurslara yazılanlar, kibritten ev, şişe içinde gemi, marangozluk yapanlar, balık tutmaya kalkışanlar bile olur… Bu unutmaya çalışmanın hüzünlü bir deliliğidir… Onunla birlikte kendinizi de unutmaya çalışırsınız aslında… Kendinize ”Yaşam devam ediyor,geçip gidecek.“ dersiniz… Unutur musunuz peki?Bu zamanla ilgili bir şeydir… Parmağına çekiç vurmuş bir insanın, elini deli gibi sallayıp zıplaması, söz konusu acıyı asla geçirmez…Gittiğini boş verelim şimdilik… Ben geleceği günü anımsıyorum… Asıl çekici o gün vurdum parmağıma… Duvara yağlı boya resim asmaya kalkıştım. Resmi severdi… Onu etkilemek istiyordum… Olduğumdan başka görünmek istemiyordum… Ama gerçekten, odam benden izleri asla taşımazdı… Kitaplarımı, kasetlerimi boş karton kutulara yığar, bir tek benim bilebileceğim yerlere koyardım… Onların dışında çek yat, televizyon, masa falan işte…En baba kitaplarımı bulup ortalığa serpiştirdim… Çalmam gerekir diye bağlamalarımı,gitarımı akord edip,çekiç vurduğum parmağı 45 dakika kadar emdim, duvara astığım resme tükürdüm sonra… Acayip canım yanıyordu… Buzdolabının buzluğundan bir parça et çıkarıp parmağıma bağladım… Zonklaması biraz azalmıştı…Aslında başlangıçta iyi niyetliydim… Sadece odam benden izler taşısın istiyordum… Sonra annemlerin oturma odasındaki hayvani müzik setini kendi odama nasıl soktuğumu, Fıratlara telefon edip evlerindeki mor, lila ve fuşya renkli köşe yastıklarını niye ödünç istediğimi bilmiyorum… O gün çıkıp beş saat Gitanes sigarası aradıktan sonra, kendime Zippo çakmak almam da bir muammadır…Aniden geldi… Elini sıkıp onu öperken, avcuna, az önce parmağıma sardığım et parçasını bırakmışım… Gözünden yaş gelinceye kadar güldü… Ama zaten her şey komikti… O oda benim değildi,o herif ben değildim… Allahtan manyak mavi gözleri epey derine bakardı,onca şeyin arasında beni de gördü…O ilk gelişinden sonraki gidişinde, ardından, oturduğu yerlere oturdum… Kamera gibi bakmaya çalıştım… Yastıkları görmüş müydü, müzik setinin yeri iyi miydi? O inanılmaz zarifliğiyle attığı adımlardan attım, durduğu yerlerde durdum, onun gibi bakabildiğimi sanarak baktım, durdum…Bunlar işte… Her geliş gidişte bir seri anlamsız hareketi tekrarlarsınız…Unuturken, sinemaya gidersiniz, öyküler okursunuz, gülersiniz, gözleriniz dolar… “Gerçekten başından geçti mi? “ diye sorarsınız öykücülere, oysa ”Anlatılan sizin hikayenizdir” hep…Birileri avcunuza kalbini bırakır [ eline vermek diye buna denir işte..], derin mavi bakmayı bilmiyorsanız, göremezsiniz…

[--] * benim eklemem

orjin: atilla atalay

Hiç yorum yok: