2 Eylül 2009 Çarşamba

ebekulak

Orda duruyor.. Nasıl olsa göz göze gelicez… Ama ilk hareket ondan gelmeli,bekliycem.. Kahretsin, yine çok güzel, çok.. Aklıma tüküreyim nasıl da terkediştik Yasemin’le… Okulun kantinindeydik galiba, “sen” dedi, “Hamama gider kurnaya, düğüne gider zurnaya aşık olursun” … “Sana ne kızım gönlümün kahyası mısın” gibisinden laflar geveledim… “Köpek gibi geri dönersin ama” dedi.. O lafı demeseydi, hemen ertesi gün dönerdim belki.. Ne o, ne de ben dönmedik ve üç yıl sular seller gibi geçip gitti…

Olanca güzelliğiyle orda oturuyor… Beni gördüğünü biliyorum… Yanına gidip “merhaba” desem çok büyük bir taviz sayılmaz herhalde.. Yanındayım… İlk darbeyi “şişmanlamışsın” diyerek indirdim… Karşı saldırı anında geldi, beni öldüren gülümseyişiyle “senin de saçlar gidiyo galiba” dedi… Arada boşluk bırakmadan “Gamzeni naaptın?” diye sordum. “Yanağında gamzen vardı, aldırttın galiba… Ya da fondötenlerin altında kalmış, gözükmüyor”.. Kıvılcımlar saçarak; “Hayatımda suratıma fondöten sürmedim ben” dedi. Güzel, sinirlendi.. Yumuşatmalıyım.. “O zaman gül bakalım, gamzen yerinde mi görelim” …Hemencecik güldü… Yavru kedi mi yuttum, içimi ne tırmalıyor? Niye kalbim küt küt atıyor ki? Bir gülüşte böyle olursam, sonrası napar beni… “Sahilde yürüyelim mi, banklara otururuz” dedi… İşte zafer! Belli ki o yavru kediden Yasemin de yutmuş… Yürüyoruz… Saatine baktı “İki saat sonra Özkan işten çıkar” dedi… Özkan ha.. Demek Özkan… Kasten ismini yanlış söyleyerek, “Ne iş yapıyo bu Öztan?” dedim.. “Reklamcı” diye yanıtladı… “Ben tanıyo muyum bu Özcan’ı”… Durdu, kızdı ama belli etmiyor… “”Tanımazsın, Özkan Boğaziçi’nden” .. Demek Özkan Boğaziçi’nden … İyi..Aferin Özkan’a .. Bravo yani… Eşşooleşşek Özkan.. İbibik.. Badem… Bakışlarımdan düşüncelerimi okumasın diye denizi seyrediyorum… “Senin Minö napıyo?” diye sordu… “Minö” ne demek be kızım… Benim taktiğimi kullanıyor… Ben ısrarla “ipimde diil” muamelesi çekerek herifin adını yanlış söyledim ya… O da benimkinin adını tahrif ediyor… Mine yerine Minö.. Pes yani.. Bari Emine falan de be kızım… Yuh yani… Feci dalga geçti kaltak benle… “Gitti,Amerika’da” dedim…

Çay bahçesindeyiz… O da ne? Yasemin’le şarkımız çalıyor… “Arap saçı” … Ha ha ha… Şimdi bittin işte kızım … Hele bi şarkının “orası” gelsin… “gönlüm söz dinlemiyor, sevdiğimi ver diyor,kim görse şu halimi bir daha sevme diyor…ah aşk yüzünden arap saçına döndüm,çöz beni arap saçı, çivi çiviyi söker, budur bunun ilacı…”

Peki bana nooluyo lan? Şarkıyı dinlememek için içimden “Gün doğdu hep uyandık, siperlere dayandık” marşını tekrar ediyorum… O da kafasını çantasına daldırıp “bişeyler arıyormuş” rolü kesiyor…

Şarkı yüzünden iki tarafta da zaiyat yok… Bravo, direncine hayranım bu kızın… “Gitmeliyim” dedi… Giiit.. “Kal” mı diycem sanıyosun… “İyi” dedim… “Sen bilirsin” …Git,git…Özkan bekliyodur…Yürrü… Son bıçağı sapladım: “Kilo vermeye çalış.. Özton’a benden selam”…

Usulca kalkıp masadan uzaklaştı… Ardından bakıyomuş gibi olmamak için, masa örtüsündeki kırmızı kareleri saymaya karar verdim…Bir.. Beş,..On… Allahım… Ebekulak… Beykoz’da dolaşırken… Tam dört yıl önce yerde bulup ona vermiştim… Kocaman bir salyangoz kabuğu… “Bizim köyde bunlara ebekulak derler… Yağmurdan sonra çimenlerin üstünde bür sürü olur.. Çocuklar avucuna alıp şarkı söyler… Al , senin olsun, beni hatırlarsın”… Şimdi o ebekulak iki kırmızı karenin arasında öylece duruyor… Şarkı sırasında çantasını karıştırıyordu… O zaman koymuş olmalı… Silah olarak ebekulak çekeceğini hesaba katmamıştım…

İçimdeki yavru kedi debelendi… Diyememeklerle geçen ömrüme bir de “Yasemiiiiinnn” sözcüğü eklendi… Yüz kırmızı kare… Bin kırmızı kare…

atilla atalay

Hiç yorum yok: