22 Kasım 2009 Pazar



Çocuk insanlar arasında

SIDDARTHA TÜCCAR KAMASVAMİ’NİN evine gitti, buranın bir zengin konağı olduğu belliydi; kendisini kapıda bir uşak karşıladı, duvarları boydan boya halılarla kaplanmış uzun solanlardan geçip daha geniş bir bölmeye girdiler, evin efendisini burada beklemesi gerektiği söylenildi.

Çok geçmedi, Kamasvami içeri girdi, tez canlı, esnek düşünceli, yönetmesi kolay bir adama benziyordu, saçları iyiden iyiye kırlaşmıştı, zeka ve tedbirlilik bakışlarından okunuyordu, ihtiraslı dudakları vardı. Bey ve konuk birbirlerini dostça selamladılar.

“Bana” diye söze başladı tüccar, “sizin Brahman, bilgin bir kişi olduğunuz, bir tüccarın yanında iş aradığınızı söylediler. İş aradığına göre, herhalde sıkıntıya düşmüş olmalısın?”

Hayır” dedi Siddartha, “sıkıntıya düşmedim, ben hiçbir zaman sıkıntıya düşmedim. Unutmayın ki ben Samanaların yanından geliyorum, onlardan biriydim, yanlarında yıllarımı geçirdim.”

“Samanaların oradan geliyorsan, nasıl olur da sıkıntı nedir bilmezsin? Samanaların malı mülkü olmaz ki!”

“Malı mülkü olmayan benim” dedi Siddartha, “eğer onu kastediyorsan” diye ekledi. “Elbette malım mülküm olmayacak. Ben öyle istedim. O bakımdan sıkıntıya düşmüş sayılmam.”

“Malın mülkün olmadığına göre neyle yaşamayı düşünüyorsun?”

“Onu daha düşünmedim efendim. Üç yıldır malsız mülksüz yaşıyorum, ama yine de şimdiye kadar, neyle yaşayacağım diye bir şey düşünmedim.”

“Demek ki başkasının malından mülkünden geçinmişsin.”

“İhtimal verilebilir. Tüccar da başkasının malından mülkünden geçiniyor.”

“Doğru söz. Ama sadece kendisine düşen payı alır, onu da bedava değil, tabii, karşılığında malını vererek alıyor.”

“Eylemlerimizdeki durum da bunu gösteriyor. Herkes alıyor, herkes veriyor, hayat böyle."

“Ama bir dakika: Malın mülkün yoksa ne vereceksin?”

“Herkes neyi varsa onu verir. Savaşçı gücünü, tüccar malını, öğretmen bilgisin, köylü pirincini, balıkçı balığını verir.”

“Çok güzel. Peki senin verecek olduğun ne? Öğrendiğin ne, ne yapabilirsin, ne becerirsin?”

“Ben düşünmesini beceririm, beklemesini, oruç tutmasını beceririm.”

“Hepsi bu kadar!”

“Galiba bu kadar!”

“Peki neye yarıyor? Örneğin oruç tutmak –ne işe yarar?”

“Çok işe yarar, efendim. Bir insanın yiyecek bir şeyi yoksa, yapacağı en akıllıca iş oruç tutmaktır. Örneğin, Siddartha oruç tutmasını öğrenmemiş olsaydı, bugün ya senin yanında ya da başka bir yerde herhangi bir işi kabullenmek zorunda kalacaktı, açlık onu zorlayacaktı çünkü. Ama Siddartha’ya gelince, o rahatça bekleyebilir, sabırsızlık, sıkıntı diye bir şey tanımaz, açlığın pençesine düşse bile gülmesini, bütün bunlara gülmesini bilir. İşte oruç tutmak bunun için iyidir, beyefendi.”

“Haklısın, Saman. Bir dakika bekler misin?”

Kamasvami dışarı çıktı ve elinde bir kâğıt tomarı ile geri döndü. Tomarı konuğuna uzatarak “bunu okuyabilir misin?” dedi.

Siddartha üzerinde bir satın alma anlaşması yazılı olan belgeleri gözden geçirdi ve okumaya başladı.

“Mükemmel” dedi Kamasvami “Lütfen, şöyle kâğıdın üzerine bir şeyler yazar mısın?” Kâğıt ve bir kalem uzattı. Siddartha yazdı ve kâğıdı geri verdi…

Kamasvami okudu: “Yazmak iyidir, düşünmek daha iyidir, zekâ üstündür, sabır daha üstündür.”

herman hesse - siddartha

Hiç yorum yok: