17 Kasım 2010 Çarşamba

Kıskanmak ve içimizdeki bıçak

Bıçağı saplayan çıkarsın isteriz.

Kuşkunun yada kaybetme endişesinin hançerini kim içimize sapladıysa, onu oradan çıkarma ve yaramızı iyi etme kudreti de yalnızca ondadır çünkü.

İçimize yerleştiği andan itibaren sivri pençeli bir kuş gibi bizi didikleyen kıskançlığı, insanoğlunun en çözümsüz dertlerinden biri haline getiren de, çareyi o kara kuşu içimize yerleştirip bizi çaresiz bırakanda aramak zorunda kalmamızdır.

O kara kuş sanki boynuna takılı gizli bir iple onu oraya yerleştiren sahibine bağlıdır, o uzaklaştığında kuşun pençeleri dahada keskinleşir, gagası değdiği her yeri dağlayan zehirli bir diken gibidaha derina batar ; sahibine yaklaştıkça vahşeti azalır.

Ve biz acımızı hafifletebilmek için o kara kuşun sahibinin peşinden sürüklenir gideriz. Bütün istediğimiz kuşun sahibine kimsenin dokunmaması, onun kimeye yaklaşmamasıdır. O birinden hoşlandığında veya dokunduğu zaman içimizdeki bıçak kımıldar, kuş canavarlaşır.

Şeytanın yarattığı bir gökkuşağı gibidir kıskançlık. İçinde siyahtan mora doğru her türlü karanlık rengin kıpraştırdığı bir gökkuşağı;
sevdiğin tarafından sevilmediğin endişesinin yarattığı keder, istediğine dokunamamanın getirdiği huzursuzluk yalnızlık duygusu, beğenilmediğine inanmanın yarattığı aşağılanma, bir başkasının sana tercih edildiğini düşünmenin getirdiği eziklik ve öfke, alay edilme korkusu, benliğine olan güvenini kaybetme sonucunda kendini değersiz görme, bir başkasının beğenisine muhtaç olduğunu hissetmenin zavallılığı.

Bütün bu karanlık, bu yok edici duygular demirden bir kapak gibi kapanır üstüne.

Kendini tutsak, kıskandığını özgür görürsün.
Sen kımıldayamazken onun her an başka biriyle oynaştığını hayal edersin.

Şüphelerin bilenir.
Hayaller uydurursun.
Belki de kendini çok aşağılanmış bulduğundan, kendinden intikam almak ister gibi, canını en çok yakacak hayalleri yaratırsın zihninde, onun bir başkasıyla nasıl seviştiğini, neler fısıldadığını, neler yaptığını en ince ayrıntısına kadar canlandırırsın aklında.

İyi haberlere inanmakta güçlük çekersin, kötü haberlere ise inanmaya hemen hazırsındır.

Kıskançlık başladıktan sonra kuşku keskin güçleriyle öyle bir kemirirki içini, içinde herhangi bir şeye inanabilecek sağlam tek bir yapı bile kalmaz, uçurumlarla dolar zihnin, inanmak istediğin, inanmaktan duyacağın her haber, her bakış, her söz, her gülümseme, aynı kuyruklu yıldızlar gibi , bir anlık ışıkla parladıktan sonra o uçurumlara doğru kayıp yok olur.

Ne gariptir, seni sevindiren o gülümseyişi görüp o sözü duyduktan sonra, o bir anlık sevinci yaşayıp da ardından kaybedince kuşkuların eksileceğine dahada artar, o gülümseyişin seni aldatmak için olduğunu düşünürsün, bu sefer kuşkularına düşmanlık karışır.

Ve bir insanın birini hem sevip hem de ona düşmanlık duyması kadar zor bir duygu ikiliği, inanın az bulunur.

Bu hal, bıçağın artık iyice saplandığı, kuşun kanatlarını açarak çılgınca çırpındığı bir andır.

Bıçağı sokanın bile acıyı yatıştırmakta zorlanacağı bir hal. Yine onun peşindesindir, onun yanında olmak, onu görmek, onun bir başkasına dokunmadığından emin olmak istersin ama, ama artık acı sahibinden bile kopmuş, bozulmuş bir ordu gibi denetimden çıkmıştır. Kıskandığın her kıpırdandığında bıçak derine girer kuş canavarlaşır. Acıyı iliklerine kadar hissedersin. Bu acıdan kurulmak için ölmeyi ve öldürmeyi bile düşünürsün. Othello, böyle bir durumdayken karısının değil de düşamanının sözlerine inanır, o iri ve siyah elleriyle okşamaya kıyamadığı o beyaz boynu sıkar.

Shekespeare, bir insanın içinde sevdiğinden kuşkulanmak için ekilecek kötü tohum bekleyen uğursuz bir toprak olduğunu anlatır piyesinde. O tohumun nasıl büyüdüğünü, kıskançlığın her duygudan daha büyük ve daha geniş bir ağaç haline gelip bütün duyguları gölgesiyle örtebileceğini gösterir. Artık her baktığında, eskiden sevgiyi, neşeyi, sevinci gördüğün yerlerde ihaneti ve aşağılanmayı görürsün. Birisini istemenin ağır bir zincir gibi bütün ruhuna dolandığını, seni güçsüzleştirdiğini, seni senden çaldığını hissedersin. Bir yandan zinciri biraz gevşetsin, bıçağını biraz çeksin diye yalvarır, bir yandan da seni yakıştıracak her sözü kıskandıracak bir tuzak gibi görürsün. Çırpınmaya başlarsın. Acıklı ve zavallı bir çırpınıştır bu. Sesin değişir, bakışların değişir, konuşman değişir. Daha önceleri seni güldüren bir şaka şmdi yaralayan bir alay olarak çarpar kulaklarına. Öfkelenirsin, kabalaşırsın; çaresizliğin acıklı çirkinliği yerleşir davranışlarına. Sevilecek yanlarını kaybedersin. Artık iyileşmek bile değildir istediğin, zaten iyileşbileceğine olan inancını da elden kaçırmışsındır, istediğin kıskandığının canını acıtmak, onu cezalandırmak, senin çektiğini onunda çekmesini sağlamaktır. Ama bunu pek başaramassın... Onun ne canını yakmayı başarabilirsin, ne onu güldürmeyi başarabilirsin. Sıkılır ve sıkarsın... Acı dayanılmaz hale geldiğinde, bir gün kendini aniden kurtulmuş, özgürleşmiş, iyileşmiş hissedersin; yalancı bir duygudur bu, sevinçle sarılırsın ama, ama aynı kabuslarda olduğu gibi sarıldığın o sevincin kısa bir sürede ellerinin arasında bir kedere dönüştüğünü farkedersin. Bu kısa sevincin ardından gelen sarsıntı ise büyük bir şaşkınlık yaratır. Ama bu sarsıntı iyileşmenin ilk işaretidir. Altında ezildiğin, seni sen yapan ve ruhsal mimarini ayakta tutan bütün sutunları birer birer kırıp çökerten o acılara, şüphelere, aşağılanmalara daha fazla dayanamayan varlığın, neredeyse senden bağımsız bir şekilde hayvansı bir içgüdüyle kurtulmak için silkinmeye başlamıştır.

Kurtuluş anları daha sık yaşanır olur. Ancak kıskançlıktan ve acıdan kurtulurken sevgidende kurtulduğunu, sevdiğine duyduğun sevginin azaldığını başladığını hissedersin ki, buda başka bir acı yaratır, çünkü insan birini severken onu sevmekten vazgeçme ihtimalini düşünmeye bile tahamül edemez. Üstelik ortada kapanmamış bir hesap vardır. Sen acı çekmişsindir; sevdiğini sevmekten, kıskandığını kıskanmaktan vazgeçtiğinde çektiğin acının intikamındanda vazgeçeceksin demektir. Hayat gariptir, kıskançlık yeni başladığında cılgınca kurtulmak ve sevmekten vazgeçmek istediğinde değil de, kurtulma duygusunun seni üzdüğü, vazgeçmek ihtimalinin seni tedirgin ettiğinde vazgeçmeye başlarsın. Bir macera bitmektedir.

Bir zaman sonra tümüyle kurtulur ve özgürleşirsin. Ama bir vakitler köle olduğunu gösteren o damga vurulmuştur ruhuna. Sapı kırık bir bıçak, ölü bir kuş iskeleti kalır içinde. Bıçağı sokan çıkarır çünkü; o çıkarmadıkça, keskinliğini kaybetmişte olsa o bıcak orada durur. Bazı sabahlar için titreyerek, özleyerek, özlemle ve kederle uaynırsın; o bıçağın ruhuna saplandığı anki ateşi hissedersin içinde ama o ateş yüzünde tuhaf bir gülümseme bırakarak çabuk söner. Bıçağı sokanın çıkarmadığı, kapanmamış bir hesabı taşıdığını hatırlarsın sadece...


ahmet altan - kristal denizaltı

Hiç yorum yok: