22 Aralık 2009 Salı


geride bıraktıklarınızı sonra konuşuruz....

21 Aralık 2009 Pazartesi

fahişe gönüllerin kahpeliği koymaz bize
bizi unutanı bizde unuturuz kahpece

18 Aralık 2009 Cuma

yalnız bir opera

ölü bir yılan gibi yatıyordu aramızda
yorgun, kirli ve umutsuz geçmişim
oysa bilmediğin birşey vardı sevgilim
ben sende bütün aşklarımı temize çektim

imrendiğin, öfkelendiğin
kızdığın, ya da kıskandığın diyelim
yani yaşamışlık sandığın
geçmişim
dile dökülmeyenin tenhalığında
kaçırılan bakışlarda
gündeliğin başıboş ayrıntılarında
zaman zaman geri tepip duruyordu.
ve elbet üzerinde durulmuyordu.
sense kendini hala hayatımdaki herhangi biri sanıyordun,
biraz daha fazla sevdiğim, biraz daha önem verdiğim.
başlangıçta doğruydu belki.
sıradan bir serüven, rastgele bir ilişki gibi başlayıp,
günden güne hayatıma yayılan, varlığımı ele geçiren,
büyüyüp kök salan bir aşka bedellendin.
ve hala bilmiyordun sevgilim
ben sende bütün aşklarımı temize çektim
anladığındaysa yapacak tek şey kalmıştı sana
bütün kazananlar gibi
terk ettin.


yaz başıydı gittiğinde, ardından,
senin için üç lirik parca yazmaya karar vermistim.
kimsesiz bir yazdı. yoktun. kimsesizdim.
çıkılmış bir yolun ilk durağında bir mevsim bekledim durdum.
çünkü ben aşkın bütün çağlarından geliyordum.
sanırım lirik sözcüğü en çok yüzüne yakışıyordu
yüzündeki kuşkun kedere, gür kirpiklerinin altından
kısık lambalar gibi ışıyan gözlerine
çerçevesine sığmayan
munis, sokulgan, hüzünlü resimlerine
lirik sözcüğü en çok yüzüne yakışıyordu.

yaz başıydı gittiğinde. sersemletici bir rüzgar gibi geçmişti Mayıs.
seni bir şiire düşündükçe
kanat gibi, tüy gibi, dokunmak gibi
uçucu ve yumuşak şeyler geliyordu aklıma.
önceki şiirlerimde hiç kullanmadığım bu sözcük
usulca düşüyordu bir kağıt aklığına,
belkide ilk kez giriyordu yazdıklarıma, hayatıma.
yaz başıydı gittiğinde. Bir aşkın ilk günleriydi daha.
aşk mıydı, değil miydi? Bunu o günler kim bilebilirdi?
'Eylül'de aynı yerde ve aynı insan olmamı isteyen' notunu buldum kapımda.
Altına saat: 16.00 diye yazmıştın, ve 16.04'tü onu bulduğumda.
Daha o gün anlamalıydım bu ilişkinin yazgısını
Takvim tutmazlığını
Aramızda bir düşman gibi duran zamanı
Daha o gün anlamalıydım
Benim sana erken
Senin bana geç kaldığını.

Gittin. Koca bir yaz girdi aramıza. Yaz ve getirdikleri.
Döndüğünde eksik, noksan bir şeyler başlamıştı.
Sanki yaz, birbirimizi görmediğimiz o üç ay,
Alıp götürmüştü bir şeyleri hayatımızdan, olmamıştı, eksik kalmıstı.
Kırılmış bir şeyi onarır gibi başladık yarım kalmış arkadaşlığımıza.
Adımlarımız tutuk, yüreğimiz çekingen, körler gibi tutunuyor, dilsizler gibi
bakışıyorduk.
Sanki ufacık bir şey olsa birbirimizden kaçacaktık.
Fotoromansız, trüksüz, hilesiz, klişesiz bir beraberlikti bizimki.
Zamanla gözlerimiz açıldı, dilimiz çözüldü güvenle ilerledik birbirimize.
Gittin. Şimdi bir mevsim değil, koca bir hayat girdi aramıza.
Biliyorum ne sen dönebilirsin artık, ne de ben kapıyı açabilirim sana.
Şimdi biz neyiz biliyor musun?
Akıp giden zamana göz kırpan yorgun yıldızlar gibiyiz.
Birbirine uzanamayan
Boşlukta iki yalnız yıldız gibi
Acı çekiyor ve kendimize gömülüyoruz

Bir zaman sonra batık bir aşktan geriye kalan iki enkaz olacağız yalnızca
Kendi denizlerimizde sessiz sedasız boğulacağız
Ne kalacak bizden?
Bir mektup, bir kart, birkaç satır ve benim şu kırık dökük şiirim
Sessizce alacak yerini nesnelerin dünyasında
Ne kalacak geriye savrulmuş günlerimizden
Bizden diyorum, ikimizden
Ne kalacak?

Şimdi biz neyiz biliyor musun?
Yıkıntılar arasında yakınlarını arayan öksüz savaş çocukları gibiyiz.

Umut ve korkunun hiçbir anlam taşımadığı bir dünyada
Bir şey bulduğunda neyi, ne yapacağını bilmeyen çocuklar gibi
Ve elbet biz de bu aşkta büyüyecek
Her şeyi bir başka aşka erteleyeceğiz.

Kış başlıyor sevgilim
Hoşnutsuzluğumun kışı başlıyor

Bir yaz daha geçti hiçbir şey anlamadan
Oysa yapacak ne çok şey vardı
Ve ne kadar az zaman
Kış başlıyor sevgilim
İyi bak kendine
Gözlerindeki usul şefkati
Teslim etme kimseye
, hiçbir şeye
Upuzun bir kış başlıyor sevgilim
Ayrılığımızın kışı başlıyor
Giriyoruz kara ve soğuk bir mevsime.

Kitaplara sarılmak, dostlarla konuşmak,
Yazıya oturup sonu gelmeyen cümleler kurmak,
Camdan dışarı bakıp puslu şarkılar mırıldanmak....
Böyle zamanlarda her şey birbirinin yerini alır
Çünkü her şey bir o kadar anlamsızdır
İçimizdeki ıssızlığı dolduramaz hiçbir oyun
Para etmez kendimizi avutmak için bulduğumuz numaralar
Bir aşkı yaşatan ayrıntları nereye saklayacağınızı bilemezsiniz
Çıplak bir yara gibi sızlar paylastığımız anlar,
Eşyalar gözünüzün önünde durur birlikte yarattığınız alışkanlıklar
Korkarsınız sözcüklerden, sessizlikten de; bakamazsınız aynalara,
Çağrışımlarla ödeşemezsiniz.

Dışarda hayat düşmandır size
İçeride odalara sığamazken siz, kendiniz
Bir ayrılığın ilk günleridir daha
Her şey asılı kalmıştır bitkisel bir yalnızlıkta
Gün boyu hiçbir şey yapmadan oturup
Kulak verdiğiniz saat tiktakları
Kaplar tekin olmayan göğümüzü
Geçici bir dinginlik, düzmece bir erinç
Suyu boşalmış bir havuz, fişten çekilmiş bir alet kadar tehlikesiz
Bakınıp dururken duvarlara
Boş bir çuval gibi, çalmayan bir org gibi, plastik bir çicek,
Unutulmuş bir oyuncak, eski bir çerçeve gibi, hani,
Unutsam eşyanın gürültüsünü, nesnelerin dünyasında
Kendime bir yer bulsam, dediğimiz zamanlar gibi
Kendimizin içinden yeni bir kendimiz çıkarmaya zorlandığımız anlar gibi
Yeni bir iklime, yeni bir kente, bir tutkunluk haline, bir trafik kazasına,
Başımıza gelmiş bir felakete, iskenceye çekilmeye, ameliyata alınmaya
Kendimizi hazırlar gibi.

Yani dayanmak ve katlanmak için silkelerken bütün benliğimizi
Ama öyle sessiz baktığımız duvarlar gibi olmaya çalışırken,
Ve kazanmış görünürken derinliğimizi
Ne zaman ki, yeniden canlanır bağışlamasız belleğimizde
Bir anın, yalnızca bir anın bütün bir hayatı kapladığı anlar
O tiktaklar kadar önemsiz kalır şimdi
Hayatımıza verdiğimiz bütün anlamlar
Göremeseniz de, bilirsiniz
Hiç yakın olmamışsınızdır intihara bu kadar.

Bana zamandan söz ediyorlar
Gelip size zamandan söz ederler
Yaraları nasıl sardığından, ya da her şeye nasıl iyi geldiğinden.
Zamanla ilgili bütün atasözleri gündeme gelir yeniden.
Hepsini bilirsiniz zaten, bir işe yaramadığını bildiğiniz gibi.
Dahası onalar da bilirler.
Ama yine de güç verir bazı sözler, sözcükler, öyle düşünürler.
Bittiğine kendini inandırmak, ayrılığın gerçeğine katlanmak, sırtınızdaki
hançeri çıkartmak, Yüreğinizin unuttuğunuz yerleriyle yeniden karşılaşmak
kolay değildir elbet.
Kolay değildir bunlarla baş etmek, uğruna içinizi öldürmek.
Zaman alır.
Zaman alır sizden bunların yükünü
O boşluk dolar elbet, yaralar kabuk bağlar, sızılar diner, açılar dibe
çöker.
Hayatta sevinilecek şeyler yeniden fark edilir.
Bir yerlerden bulunup yeni mutluluklar edinilir.
O boşluk doldu sanırsınız
Oysa o boşluğu dolduran eksilmenizdir.

Gün gelir bir gün
Başka bir mevsim, başka bir takvim, başka bir ilişkide
O eski ağrı
Ansızın geri teper.
Dilerim geri teper.
Yoksa gerçekten bitmissinizdir.

Zamanla yerleşir yaşadıkların, yeniden konumlanır, çoğalır anlamları, önemi
kavranır.
Bir zamanlar anlamadan yaşadığın şey, çok sonra değerini kazanır.
Yokluğu derin ve sürekli bir sızı halini alır.
Oysa yapacak hiçbir şey kalmamıştır artık
Mutluluk geçip gitmiştir yanınızdan
Her şeye iyi gelen zaman sizi kanatır
Ölmuş saadeti karşılaştır yaşayan mutsuzlukla
Günlerin dökümünü yap
Benim senden, senin benden habersiz alıp verdiklerini
Kim bilebilir ikimizden başka?

Sözcüklerin ve sessizliklerin yeri iyi ayarlanmış
Bir ilişkiyi, duyguların birliğini,
Bir aşkı beraberlik haline getiren kendiliğindenliği
Yani günlerimiz aydınlıkken kaçırdığımız her şeyi bir düşün
Emek ve aşkla güzelleştirilmiş bir dünya
Şimdi ağır ağır batıyor ve yokluğa karışıyor
Orada olmuş saadeti karşılaştır yaşayan mutsuzlukla
Bunlar da bir işe yaramadıysa
Demek yangından kurtarılacak hiçbir şey kalmamış aramızda.

Bu şiire başladığımda nerde,
Şimdi nerdeyim?
Solgun yollardan geçtim.
Bakışımlı mevsimlerden
İkindi yağmurlarını bekleyen
Yaz sonu hüzünlerinden
Gün günden puslu pencerelere benzeyen gözlerim
Geçti her cağın bitki örtüsünden
Oysa şimdi içimin yıkanmış taşlığından
Bakarken dünyaya
Yangınlarla bayındır kentler gibiyim:
Çicek adlarını ezberlemekten geldim
Eski şarkıları, sarhoşların ve suçluların
Unuttuklarını hatırlamaktan
Uzun uzak yolları tarif etmekten
Haydutluktan ve melankoliden
Giderken ya da dönerken atlanan esiklerden
Duyarlığın gece mekteplerinden geldim
Bütünlemeli çocukluklarıyla geçti
Gençliğimin rüzgara verdiğim yılları
Gökummaların ve içdökmelerin vaktinden geldim.

Bu şiire başladığımda nerde,
Şimdi nerdeyim?
Yaram vardı, bir de sözcükler
Sonra vaat edilmiş topraklar gibi
Sayfalar ve günler
Işık istiyordu yalnızlığım
Kötülükler imparatorluğunda bir tek şiir yazmayı biliyordum
İlerledikçe...Kaybolup gittin bu şiirin derinliklerinde
Aşk ve Acı usul usul eriyen bir kandil gibi söndü daha şiir bitmeden.
Karardı dizeler.
Aşk...Bitti. Soldu şiir.

Büyük bir şaşkınlık kaldı o fırtınalı günlerden
Daha önce de başka şiirlerde konaklamıştım
Ağır sınavlar vermiştim değişen ruh iklimlerinde
Aşk yalnız bir operadır, biliyordum:
Operada bir gece uyudum, hiç uyanmadım.
Barbarların seyrettiği trapezlerden geçtim
Her adımda boynumdan bir fular düşüyordu
El kadar gökyüzü mendil kadar ufuk
Birlikte çıkalan yolların yazgısıdır:
Eksiliyorduk
Mataramda tuzlu suyla, oteller kentinden geldim
Her otelde biraz eksilip, biraz artarak
Yani çoğalarak
Tahvil ve senetlerini intiharlarla değiştirenlerin
Birahaneler ve bankalar üzerine kurulu hayatlarında
Ağır ve acı tanıklıklardan
Geçerek geldim. Terli ve kirliydim.
Sonra tımarhanelerde tımar edilen ruhum
Maskeler ve çiçekler biriktiriyordu
Linç edilerek öldürülenlerin hayat hikayelerini de...
Korsan yazıları, kara şiirleri, gizli kitapları
Ve açık hayatları seviyordu.
Buraya gelirken
Uzun uzak yollar için her menzilde at değiştirdim
Atlarla birlikte terledim yolları ve geceleri
Ödünç almadım hiç kimseden hicbir şeyi
Çıplak ve sahici yaşayıp çıplak ve sahici ölmek için panayır yerleri...
panayır yerleri...
Ölü kelebekler...
Ölü kelebekler...
Sonra dünyanın bütün sinemalarında bütün filmleri seyrettim.

Adım onların adının yanına yazılmasın diye
Acı çekecek yerlerimi yok etmeden
Acıyla baş etmeyi öğrendim.
Yoksa bu kadar konuşabilir miydim?
İpek yollarında kuzey yıldızı
Aşkın kuzey yıldızı
Sanırsın durduğun yerde
Ya da yol üstündedir
Oysa çocukluktan kalma gökyüzünde hileli zar
Ölü yanardağlar, ölü yıldızlar
Ve toy yaşın bilmediği hesap: ışık hızı.

Aşkın bir yolu vardır
Her yaşta başka türlü geçilen
Aşkın bir yolu vardır
Her yaşta biraz gecikilen
Gökyüzünde yalnız bir yıldız arar gözler
Gözlerim
Aşkın kuzey yıldızıdır bu
Yazları daha iyi görülen
Ben, öteki, bir diğeri ona doğru ilerler
İlerlerim
Zamanla anlarsın bu bir yanılsama
Ölü şairlerin imgelerinden kalma
Sen de değilsin. O da değil
Kuzey yıldızı daha uzakta
Yeniden yollara düşerler
Düşerim
Bir şiir yaşatır her şeyi yaşamın anlamı solduğunda
Ben yoluma devam ederim. Bitmemiş bir şiirin ortasında
Darmadağınık imgeler, sözcükler ve kafiyeler
Yaşamsa yerli yerinde
Yerli yerinde her şey
Şimdi her şey doludizgin ve çoğul
Şimdi her şey kesintisiz ve sürekli bir devrim gibi
Şimdi her şey yeniden
Yüreğim, o eski aşk kalesi
Yepyeni bir mazi yarattı sözcüklerin gücünden
Dönüp ardıma bakıyorum
Yoksun sen
Ey Sanat! Her şeyi hayata dönüştüren.

Murathan Mungan
DAĞDA ÜÇ BEŞ KOYUN SÜRÜSÜ

TUTTURMUŞ BİR KÜRDİSTAN TÜRKÜSÜ

ELİNE ALMIŞ BAYRAK DİYE BİR MASA ÖRTÜSÜ

SATSAN BEŞ PARA ETMEZ NE DİRİSİ NE DE ÖLÜSÜ

SOYU SOYSUZ OLAN SENSİN TOPRAK SENİN NEYİNE

İTE İTLİK YAPIP KAFA TUTMA BEYİNE

ANLASA DEDİĞİMİ SOKAKTAKİ KÖPEK AĞLAR HALİNE

DUY ULAN SOYSUZ

NE MUTLU TÜRK'ÜM DİYENE !..
Hollanda’nın Başkenti Amsterdam’da her gün, “Çorba Otobüsü” adı verilen bir otobüs günde beş tur atmakta, Amsterdam sokaklarında gördüğü evsizlere yiyecek, giyecek, battaniye ve ilaç dağıtmaktadır. AB’nin kurucu üyelerinden olan Hollanda’nın Başkentinde bu onur kırıcı acı manzara yaşanırken...
İlk flörtünün "Dancing" kapısında onu yüzüstü bırakarak başka bir kızla çıktığı zamanlardandı yüzündeki bağışlamasız hüzün. Uzak bakışlarındaki derin küskünlük, meydan okuyan bir umarsızlığa dönüşmüştü zamanla.

Her acıyı ciklet çiğneyerek karşılayan ve bir omuz silkmesiyle geçiştiren kızlardan biri olmuştu sonunda.

Başka türlü ayakta ve hayatta kalınamayacağını öğrenmişti çünkü.

murathan mungan - üç aynalı kırk oda 'dan

16 Aralık 2009 Çarşamba

ben tanrıya hep inandım onun artık bana inancı yok

15 Aralık 2009 Salı

tıkılıp kalmak herşeye

kaçış isteğidir,
beni, kaleme kağıda çeken
tıkılıp kaldığım bir arzudur isyanlarım.
her adımda ilerledim sandığım,
oysa hayaldir.
kabuslarıma kısmet olmayan kötülükteki,
zihnimden avuntu sesleridir nefes alışlarım.
kalbime saplanan hayat parçalarını söküşümden
fışkıran geçmişler artık duyduğum sözler.
tıkılıp kaldığım bir isyandır bağırışlarım.

insanlara bakıp bulduğum tümdengelimler,
boş sokaklara uğurlanan,
çıkmaz gelecekler eşliğinde yolculardır.
bir içimlik ruhu kalan acizler.
inanılan tek şey vardır;
batıldır o gerçek.
saklambaç oynanır bütün semtlerinde akılların.
tıkılıp kaldığım bir bağırıştır küfürlerim.
bir kurtuluş uğruna saçılan aşağılıklar üstünde
sallanarak gezinen mutlu küçümseyiciler yaşayanlar
;
gülüşlerinden tükürüklerini hissettiklerim yanağımda.
gecenin dibinden çığrışları sömürülen,
köşeye sikilip atılmış bir kız parçası.
tıkılıp kaldığım bir küfürdür yalvarışlarım.
tanrı inancımı inançlarıyla matlaştıran insanlar
kendi yalan senetlerinin müsvedde nüshalarıdır.
hiçbiri okumamış ama,
kutsal kitaplardan kalma, boktan müsveddeler hepsi.
aptallığın timsali Adem oğlunun.
bi’ yoğun sevgi.
bi’ yoğun sevgi sevgidir yıldızların göğe akıttığı.
benim titrek hayatlardan aldığım,
sınır tanımaz bir hiçtir.
benim senin için bizlediğim
,
bir avuç sonsuzdur…
tıkılıp kaldığım bir yalvarıştır dualarım.
hayalet bedenler dünyada beslenenler.
asıl olan benim!
benim ağaçlarım onların havasını temizliyor;
onların bacaları havamı kirletiyor.
ah, şu yalanlarım.
tüm kaygımla şüphelendiğim zehirli solucanlarım.

tıkılıp kaldığım bir duadır sevgilerim.
katıksız üretilen bol hormonlu bir meyve tüm aşklarım.
tanrı’dan onaysız karanlık acılar yaşadıklarım;
yaşıyor olduğum...
yaşamayacak olduğum…

şu yaşlar var ya gözlerimden dökülen,
sıçarlar ağzına insanın, bin bir ağırlık koyarlar tepene, ve hüzün;
diğerlerine neşe.

alınamaz bu aşkın tarifi, ne de tedavisi, doğa parçalarından.
tıkılıp kaldığım bir sevgidir tanrılarım.
yataylamasına yoğunca ve dikeylemesine derince.
tıkılıp kaldığım bir Tanrı’dır tanrılarım.

14 Aralık 2009 Pazartesi

Tanrının, öfkeli bir vaktinde yarattığı bir cinstik biz, yaptıklarımızın intikamını kendimizden kendimiz alıyorduk, rüyalarımızla, ani hatırlayışlarımızla, pişmanlıklarımızla kendimizi bıçaklıyor, yaralıyor, kanatıyorduk...
Bir kadın, bir erkek...

Nice aşk yitirdim ben.

Kışkırtıcı bir bakışıyla çılgına döndüğüm, bir dudak büküşüyle agulu acılar çektiğim, kahkahalarıyla şenlenip, gözyaşlarıyla kederlendiğim, bir tanrıça katına çıkarıp tapındığım, kutsal mabetlerinin sunaklarına hayatımı bir adak gibi bırakmayı arzuladığım, memelerinde, kasıklarında, kalçalarında, bacaklarında, boyunlarında, adanmış topraklarda dolaşan sofu gibi vecd içinde kendimden geçerek dolaştığım, ayaklarına kapandığım, göğüslerinde ağladığım, saçının bir teline halel gelmesin diye fütursuzca ölüme yürüyeceğimi hissettiğim, bazen öldürmeyi şiddetle istediğim, onla yok olup onla var olduğum, bana her defasında aşkı, acıyı, sevinci, hayatı ve ölümü yeniden öğreten kadınlar yitirdim ben.

Kızıl bir kor gibi örslerine bıraktığım ruhumu bazen sert darbelerle, bazen yumuşak dokunuşlarla şekillendiren, benden bir başka ben yaratan, onun herşeyi, babası, oğlu, kardeşi, kocası, sevgilisi olduğum, onu herşeyim yaptığım, varlığıyla herşeyin tadını, kokusunu, görüntüsünü değiştiren, sıradan bir çok davranışı, olağanüstü maceralara dönüştürüp, olağanüstü maceraları olağanlaştıran kadınlar.

Yitirmenin ne olduğunu biliyorum.

Kendi hayatını hayatından çıkartmayı, kendi tanrıçanın mabedinden uzaklaşmayı, bir kadını öldürüp kendi cinayetinle ölmeyi biliyorum.

Niye öldürdüm onları?

Onlar beni niye öldürdüler?

Neden hayatlarımıza, içlerinde yaralı bir ölü taşıyan yabancılar olarak devam etmek zorunda kaldık?

Onları benden, beni onlardan alan neydi?

İki yabancıdan, hengisinin nerede bitip hangisinin nerede başladığı anlaşılamayan tek bir varlık yaratıp, tek bir varlığı parçalayıp ondan iki kederli yabancı çıkartan korkunç büyünün büyücüsü kimdi?

ahmet altan - içimizde bir yer

13 Aralık 2009 Pazar

almost blue

neredeyse hüzünlü,
gözlerimi kapattıgimda hala seninle birlikteymişiz gibi,
yanımda biri var, neredeyse sen,
hemen hemen,
onun da gözlerinde, gözlerinin bir zamanlar verdiği sözler,
seninse ağlamaktan kızarmış gözlerin.

neredeyse hüzünlü,
felaketle sevişir oldum ben,
ismim, budalaya çıktı sonunda,
neredeyse hüzünlü,
neredeyse dokunaklı,
hep incitecek gibi,
ama bir yanım var ki hep gerçek,
daima.

seninse ağlamaktan kızarmış gözlerin.

neredeyse hüzünlü,
felaketle sevişir oldum ben,
ismim, budalaya çıktı sonunda,
neredeyse hüzünlü,
neredeyse dokunaklı,
hep incitecek gibi,
ama bir yanım var ki hep gerçek,
daima.

bütün iyi şeyler* tükenmez,
sadece seçtiğimiz birkaç tanesi bitiverir.

başka mutsuz sevgililer de gördüm,
neredeyse sen,
neredeyse ben,
neredeyse hüzünlü.

mezar bulanığı

dudaklar bedenimde kaybolan çığlıklar artık...
ve temas eden uzuvlar bedenimde nedenli varolan acılar artık...
bedenime...

boş sallanan kollara uyumlu,
gidecek yeri olmayan ayaklar varlar.
gözlerini eriten binbir sorunlu,
akacak yeri olmayan sular varlar.

iki giriş ve tek çıkışlı yürek hücresinde
iki adım yerde, tek yerini bulamayan bulanık artık o.
ne olur göründüğü gibi; ne görünür olduğu gibi ve
iki giriş tek çıkışlı mezarlara layıktır o.

bulutun içine kazara dalıpta boğulan bir kuşa benzer,
kuşa benzer, bilinç yoksunu doğumlardan gelen şanssız gelin damatlar hep.
gelin ve damatlar hep, evcilik oynayadururlar ihanet eşiğinde,
ihanet eşiğinde, yüzü gizlenmiş bir hesapçıdır duran.

Deizm

Tüm dinleri reddeden ancak tanrının varlığına inanan inanç şeklidir. Dinler rededildiği için peygamberler, kutsal kitaplar, cennet ve cehennem, melek, şeytan gibi kavramların hiçbirinin deizm inancında yeri yoktur. Sadece evreni ve doğa kanunlarını koyan, bunun ardından evrene ve insanlığa hiç bir müdahalesi olmayan tanrıya inanılır. Bu tek inancın kaynağı, dolaysız yoldan algılarımızla doğaya ve insanın yapısına duyulan hayranlık ve bunları bir yaratan (tanrı) olması gerektiğine olan inançtır.

Deizmde ibadetlerin ve dinsel ritüellerin olmamasından dolayı ateistler ile deistler arasında günlük hayatta, pratik anlamda bir farklılık yoktur.

Deizm, evrim teorisine karşı değildir. Deizme göre insan, tanrının oluşturduğu kurallar çerçevesinde, daha ilkel canlıların evrimleşmesi sonucu oluşmuş olabilir. Bir tanrıya inanmak, o tanrının, insanı aşama geçirmeksizin bir anda yarattığı fikrine de inanmayı gerektirmez. Semavi dinlerde yani Musevilik, Hıristiyanlık, İslam gibi dinlerde insanın, önceden evrim geçirmeksizin yaratıldığına inanılır. Bu inanış deizmde yoktur.


Sorular ve Yanıtlar:

Deizm neye dayanır?

Akıla ve doğaya. Evrene bakınca bir düzen görürüz ve bu düzen bizi bir tanrı ya da tasarımcı inancına götürür.

Deizm ateizmin bir çeşiti midir?

Hayır. Ateizm tanrıyı reddeder. Deizme göre tanrı vardır. Deizm dinleri reddeder.

Eğer deizm tanrı inancını kabul ediyorsa deizm ve yahudilik, islam, hıristiyanlık gibi diğer dinler arasında ne fark vardır?

Deizm yukarda da geçtiği gibi doğaya ve akla dayanır, vahye dayanmaz. Diğer tüm dinler vahye ya da kutsal kitaplara dayalıdırlar. Deizmde bir rahibe papaza ya da imama gerek yoktur. Deismde ihtiyaç olan tek şey kendi sağduyumuz ve düşünme becerimizdir.

Deistler tanrının evreni yaratıp geri çekildiğine mi inanıyorlar?

Bazı deistler öyle düşünüyor, bazı deistler tanrının insan davranışlarına müdahale edebileceğini düşünüyor. Örneğin, George Washington Long Island'dan çekilme ya da teslim olma arasında daha riskli olan çekilmeyi seçmiştir ve kendisine niye daha riskli olanı seçtiği sorulduğunda, bunun yapabileceğinin en iyisi olduğunu ve gerisinin tanrının taktiri olduğunu söylemiştir.

Deistler dua ederler mi?

Sadece şükür ve teşekkür için dua edebilirler, tanrıya dikte etmezler. Dua için belli bir yer ve zaman, belirli bir vücut duruşları yoktur.

Deistler tanrıyı nasıl görürler?

Tanrıyı istediği kadar gücü olan ölümsüz bir varlık olarak görürüz. Albert Einstein' dan alıntı deizmin tanrı tanımı için iyi bir örnek olacaktır: " Benim dinim kendini zayıf aklımızla algılamamız zor olan sonsuz güç sahibi üstün ruha alçak gönüllü bir şekilde hayran olmaktan ibarettir. Bu üstün düşünen gücün duyguları derinden etkileyen ikna ediciliği, ki bu kendini anlamak mümkün olmayan evrende ifşa eder, benim tanrı anlayışımı oluşturur"

Deizm bir mezhep midir?

Deizmin bir mezhep olması mümkün değildir çünkü Deizm kendine dayanmayı öğretir ve insanları daima akıllarını kullanmaya teşvik eder. Deizm bedeli ne olursa olsun otoriteyi sorgulamayı öğretir. Deizm vahye dayalı dinler gibi muhakemesi olmayan iddialarda bulunmaz. Vahye dayalı dinler insanları tanrının söylediklerine teslimiyete ya da bu sözlere karşı düşünme gücünüzü ertelemeye çağırır. Bunu iman olarak adlandırırlar. Örneğin, Musa'nın denizi yardığına ya da İsanın suyun üstünde yürüdüğüne ya da Muhammed'in Kuran'ı bir melekten aldığına inanmak ne kadar mantıklıdır?

Deizmin dünyadaki fenalıklara karşı cevabı nedir?

Dünyadaki fenalıkların büyük bir kısmı eğer tanrı vergisi aklımızı kucaklasaydık ortadan kalkabilirdi. Unutulmamalıdır ki, Doğanın bulduğumuz ve ilerlemekte kullandığımız bütün kanunları, bilgisayardan tıppa ve uzay yolculuğuna kadar önceden beri vardı. Ama biz bilgimizi ilerletmek ve öğrenmek yerine batıl itikadları ve korkuyu seçtik. Başarının gereği olan zor işleri becermektense kendi davranışlarımızdan sorumlu olmadığımızı düşünmek daha çok yatıştırıcıdır. Deizm her soruya bir cevabının olduğunu iddia etmemektedir, deizm sadece bu sorulara giden doğru yolda olma iddiasındadır.
artık hiçbir şey hissedemiyorum...

12 Aralık 2009 Cumartesi

Ömer Hayyam



Evreni anlamak için, içinde yetiştiği İslam kültüründeki hakim anlayıştan ayrılmış, kendi içinde yaptığı akıl yürütmeleri eşine az rastlanır bir edebi başarı ile dörtlükler halinde dışa aktarmıştır.

Çadırcı anlamına gelen "Hayyam" takma adını babasının çadırcılık yapmasından almıştır.

Binom açılımını ilk kullanan bilimadamıdır.

Hayyam, genelde şiirlerindeki eğlence düşkünlüğünün belirgin olmasından dolayı Rubâileri ile ünlenmiştir.

Hayyam, aynı zamanda dünya bilim tarihi için de önemli bir yerdedir. Dünyanın ilk rasathanesini kurmuştur. Günümüzde kullanılan Miladi ve Hicri Takvimlerden çok daha hassas olan Celali Takvimi'ni hazırlamıştır. Okullarda Pascal Üçgeni olarak öğretilen matematik kavramı aslında Ömer Hayyam tarafından oluşturulmuştur. Matematik, astronomi konularında dünyanın önde gelen bilim adamlarındandır. Birçok bilimsel çalışması olduğu bilinmektedir.

Müslüman fakat felsefeyi günah saymayan bir toplum içinde özgürce felsefe ile ilgilenebilmiştir.

Yaşadığı dönemi takip eden yıllar boyunca, İslam dünyasında düşünce ve aklı reddeden bir yapının oluşması, İslam coğrafyasında siyasi iktidar mücadelesi, toplumsal sınıflar arasındaki mücadelelerde iktidarların geniş halk kitleleri üzerinde otoritelerini koruyabilmek adına dini kullanması neticesinde adeta "yobazlığın" iktidara oturtulması; Ömer Hayyam gibi insan aklına ışık tutmaya çalışmış birçok düşünürün "sapkın" ilan edilmesine, genel anlamda toplumsal eğitim seviyesinin düşmesi nedeniyle de Ömer Hayyam'ın şarap ve zevk düşkünü olarak anlaşılmasına sebep olmuştur. Bu nedenle Ömer Hayyam tüm zamanlarda iktidara muhalif olanlar için bir ilham kaynağı olagelmiştir.

Ey kara cübbeli!
Taş atma bu dünyayı bilmek isteyenlere.
Onlar yaradanın sanatı peşindeler;
Seninse aklın fikrin abdest bozan şeylerde...


Tanrıyla Konuşmalar

Beni özene bezene yaratan kim? Sen!
Ne yapacağımı da yazmışsın önceden.
Demek günah işleten de sensin bana:
Öyleyse nedir o cennet, o cehennem?

--------
Bilir misin, yüceler yücesi Tanrı,
Şarap ne zaman coşturur içenleri?
Pazar, Pazartesi, Salı, Çarşamba, Perşembe
Bir de Cuma, Cumartesi günleri.
--------
Felek, ne denli cömert, aşağılık insanlara!
Han, hamam, dolap, değirmen, hep onlara!
Kendini satmayan adama ekmek yok:
Sen gel de yuh çekme böylesi dünyaya!
---------
''Yapma'' diyorsun; yapmamak elimde mi?
Sen ''al'' demişsin; nasıl çekerim elimi?
''Hem yap, hem yapma'' demek seninki bana
İnsaf: Kadeh devrilir de, dolu kalır mı?
---------
Öldürmek de yaşatmak da senin işin;
Bu dünyayı gönlünce düzenleyen sensin.
Ben kötüyüm diyelim, kimde kabahat?

Beni böyle yaratan, sen değil misin?
---------
Kim görmüş o cenneti, o cehennemi?
Kim gitmiş de getirmiş haberini?
Kimselerin bilmediği bir dünya,
Özlenmeye, korkulmaya değer mi?
---------
Yerleri yapmış, gökleri kurmuşsun ama,
Sensin, bunca gönülleri yakıp yıkan da
Ne kızıl dudakları, ne alın saçları,
Atmışsın, süprünüler gibi kara toprağa.
--------
Ben, ne camiye yararım, ne havraya!
Bir başka hamur benimki, başka maya.
Yoksul, gavur, çirkin, orospu gibiyim:
Ne din umurumda, ne cennet, ne dünya!
--------
Biz aşka tapanlarız, müslüman değil;
Cılız karıncalarız, Süleyman değil;
Biz eskiler giyen benzi soluklarız:
Pazarda sırma satan bezirgan değil.
--------
Bir put demiş ki; kendine tapana:
''Bilir misin, niçin taparsın bana?
Sen kendi güzelliğine vurgunsun:
Ben ayna tutar gibiyim sana!''
--------
Sensiz camide, namazda işim ne?
Seninle buluşma yerim meyhane.
Benim sevmem de böyle, yüce Tanrı:
İstersen, kaldır at cehennemine!...
--------
Gökleri yarıp darmadağın ettiğin gün,
Pırıl pırıl yıldızları kararttığın gün,
Sen sorguya çekmeden, ben soracağım sana:
''Ey Tanrı, hangi günahım için beni öldürdün?''
-------
Ah, Tanrı dünyayı yeniden yarataydı
Yaratırken de ben, yanında tutaydı;
Derdim: ''Ya benim adımı sil defterinden,
Ya da benim dilediğimce yarat dünyayı.''
--------
Benim yasam; artık şarap, çalgı, eğlenti;
Dinim dinsizlik, bıraktım her ibadeti;
Nişanlım dünyaya: '' Ne çeyiz istersin?'' dedim
''Çeyizim, senin gamsız yüreğindir.'' dedi.
--------
Kim senin yasalarını çiğnemedi ki, söyle;
Günahsız bir ömrün tadı nedir ki, söyle;
Yaptığım kötülüğü kötülükle ödetirsen,
Seninle benim aramda, ne fark kalır ki, söyle!
--------
Nerdesin? Sana baş kaldırmışım işte;
Karanlık içindeyim, ışığın nerde?
Cenneti ibadetle kazanacaksam
Senin ne cömertliğin kalır bu işte?
---------
Dünya dediğin, bir bakışımızdır bizim;
Ceyhun nehri, kanlı gözyaşımızdır bizim;
Cehennem, boşuna dert çektiğimiz günler,
Cennetse, gün ettiğimiz günlerdir bizim.

Ömer Hayyam

8 Aralık 2009 Salı

golgotha



golgotha : Hz. Isa'nın çarmıha gerildiği tepe
beni zihninde yakaladığın her an sana sarılıyorum
senden vazgeçmeme izin verme
sdkjfh
Boyalı saçlar başlar
Havaya kalkmış kaşlar
Kendine bir av arar
o alaycı bakışlar
acımaz parçalar

Kara bir büyü yapsa
Gözlerimi dağlasa
Kalbime mühür bassa
Bana sökmez bunlar

Hatunun canı kötü şeyler ister
Günahın tadı içine işler
Bir yanı sevip sevilmek ister
Bir yanı beni mahvetmek ister


lityum- hatun

7 Aralık 2009 Pazartesi

sadakat

sevgisini öldürmek,
ihanet etmek...
sadakat
ne menem şeydir bu sadakat

sadakat
sır saklamak mıdır
sessiz kalmak mıdır
kıyametin kopacağını bile bile
ölüm gibidir sadakat
pazarlığı olmaz
bir kere çizgiyi geçtin mi
yoktur dönüşü

ne umutlar fısıldarsa fısıldasın sana
hayat çeker gider

sadık kalmaz sonunda
ama kötülük öyle mi
hep yanıbaşındadır insanın
sözler verilir
sözler unutulur
gün gelir ihanet eden sadakat ister


sadaka gibi verilmez sadakat
isteyen hepsini ister

sevdiğine sadık kalabilen adam
kendinden vazgeçen adamdır

sadakat sevdiğinin kalbini çıkarıp
elinde tutmaktır
ama sadakat gerektiğinde o yüreği
alıp yere fırlatmaktır

sadakat ya birine koşmaktır
ya da birinden kaçmaktır

sadakat erdem değildir esasında
sevgiden kör olmaktır
hep kaçtığın o şeye
eninde sonunda yakalanmaktır, sadakat...

yemin etmeden bir daha düşün
çünkü sadakatle başlayan herşey
ihanetle biter.

6 Aralık 2009 Pazar

iyi aileler iyi çocuklar yapar
iyi çocukları kötü kurtlar kapar
iyi çocuklar iyi okur
okur okur adam olur
okur okur müdür olur
sistem budur
fuck the system

5 Aralık 2009 Cumartesi

malcolm x



''Bir insanın düşünmeye ihtiyacı varsa, gidebileceği en iyi yer, bana sorulursa, üniversiteden sonra, hapishanedir.''

" Barışçıl olun, kibar olun, kurallara itaat edin, herkese saygılı olun; fakat biri size dokunacak olursa onu mezara gönderin."

- amerika'da müslümanlığın sevilmesinde, ha gayret, benimsenmesinde kilit adamdır malcolm abi.

kendisi henüz her şeyden habersiz, "çüküm kaç santim olacak acaba gerçekten zenci miyim ?" düşünceleriyle meşgul bir zenci şoparıyken ku klux klan bunların evini yakar... babası avuçlayınca ortada kalan malcolm ve kardeşleri hırsızlığa, serseriliğe eğilim gösterirler mecbur... bir gün allahını bilen bir polisin tuttuğu malcolm bir ıslahevine gönderilir.

malcolm'ün kaderi burda da yapmıştır yapacağını... kendine zencilerden üç beş arkadaş bulmuştur ama onlar da piç beyazlar tarafından tartaklanmış, hor görme kampanyasıyla tahakküme maruz kalmışlardır; ee bunlar da zenci, bulaşmamak gerekir, neticesinde onlar da beyaz çocuklara anyayı konyayı [haritadan] gösterirler.

neyse, küçük malcolm zencilere gönül vermiş bir rahibenin yardımıyla ıslahevinin kenarındaki okulda, tek zenci öğrenci olarak eğitimine başlar, ufkunu açar...

- ufku açık bir gençtir malcolm, okulların birincisi, settarı olur... son sınıfta derler ki; "malcolm'üm, ne olacaksın gülüm", malcolm'de saf saf "abukat, abukat olacağım" diyince, onunla alay geçerler, failün çekip, "yürü de marangoz ol allah'ın zencisi" diyerek onurunu, azmini kırarlar... burada malcolm allah'ın adını ilk kez duyar fakat anlam veremez.

malcolm beter üzülür... kendine kendi, "nerriye abukat oluyosun dingil" der demez okulu bırakıp, sokak alemine dalar... korkain, eroin satıp para kazanmaya başlayan malcolm yannış, hiç hoş olmayan hareketler sonucu mapusa düşer... mapus damında, kendisini ziyarete gelen kardeşi onu islamla tanıştırınca malcolm'ün hayatı anlam kazanır...

"eskiden sağır dilsizdim, islamınan kendimi buldum" buyuran malcolm efendi, kendisine "x" diyerekten, ayrı bi figür yapar, geçmişin üzerine adeta çarpı koyar.

***baba adamdı malcolm x. harcadılar
** sourtimes daki edebi dili güçlü yazarlardan alıntıdır hakkındakiler

70 model aşklar

Söylenememiş iki sözcük yüzünden heba olup gitmiş aşkların mezarlığıdır 70’ler…

Oysa bugün aynı iki sözcüğün enflasyonundan tıklım tıkış, aşkın kabristanı…

Sevda uğruna dünyayı yıkacak kadar cüretkar, ama iş, o sevdayı itiraf etmeye gelince dünyası yıkılan çocuklardık.

O yüzden çoğumuz sevgimizi hayat boyu “sinede bir yare” gibi sakladık. İlk yavuklumuzla hiç uyuyamadıysak da hep onun hayaliyle sabahladık.

Ve o aşklar, bir türlü vuslata erip hakkıyla yaşanamadığından, eskimeyip her daim taze kaldılar.
* * *
Kaç kırık aynada ilan-ı aşk provalarımızın izi vardır kimbilir; kaç lise kitabı, kurutulmuş güllerimizin döşeğidir.

Kaç park bankında, kaç yaz kampında mahcup “arkadaşlık” tekliflerimizin ergen sesi gizlidir.

Kaç plağın kapağında, kaç hatıra defterinin “kalbin kadar temiz sayfalarında” anlaşılmayı bekleyen imalı mısralarımız vardır.

Hele mektuplar!

Bizler ki son nesliyiz mektup denilen itirafnamenin… kaç mektup “Gece ve Müzik” eşliğinde karalanmış, kaçı “Örnek Aşk Mektupları” kitabından ya da cep fotoromanından araklanmış, kaçı gizlice yavuklu cebine saklanmış ve ümitle cevap kollanmıştır.

* * *
Aşk” demek cüretti zaten; “arkadaş”tık biz… “O en güzel, o en sıcak duygu”ydu çünkü…

Çıkmadeğil, hele “yatma” hiç değil, “konuşma” teklif edilirdi en kabadayısı…

“Konuşma” teklifi bile “Arkadaş kalalım” diye reddedilirdi.

Arkadaşlık, o kadar değerliydi.

Bir kez söz verildi mi de, o söz, illa ki “kıyamete kadar” giden bir yemindi.

Elele tutuşmaya cüret edebilenler uzun kır yürüyüşlerinde uzun uzun susarlardı. Şiirler, şarkılar derdi, onların diyemediğini…

Devrimciler “En güzel günlerimiz/ henüz yaşamadıklarımız”ı okurdu Nazım Usta’dan; lümpenler “Biz görmesek de görecekler var/ bitecek dertlerimiz”i söylerdi Orhan Baba’dan…

Umut, katığıydı yarın düşlerinin…

Ve “ben” demek ayıptı, “biz” varken…
* * *
Yalnızlık, lügatinde yoktu 70’lerin; onca vuslatsızlığa rağmen bunca dile düşmemişti.

Kavuşmak kolaylaştıkça arttı ıssızlık edebiyatı da… Sanki ete kemiğe büründükçe etten ve kemikten ibaret kaldı ilişkiler de…

Nostaljik bir mazi güzellemesi yapmak istemem. Çünkü giderek zindana dönüşen, koyu bir karanlıktı aynı zamanda 70’ler…

Ama aşkın ha babam ertelendiği o kanlı karanlıkta bile, en dayanışmacı ve masum yanları saklıydı insanoğlunun…

Ayşegül Devecioğlu, “Kuş Diline Öykünen” romanında bir kahramanına o masumiyeti şöyle söyletir:

“Ben hiçbir zaman o kadar iyiliği bir arada görmemiştim. İnsanların en iyi halleri sanki saklanıp gizlendikleri kuytulardan çıkmış ortada salınıyorlar(dı).”
* * *
Şimdi bakıyorum da umursamaz kalabalıklarda metruk bir yalnızlık yaşıyor neslim…

“’En güzel günlerimiz/ dün yaşadıklarımız’ mıydı acep” diye sorguluyor.


Gecenin sonunda “Belki hala umut vardır” dedim onlara…

70’lerden kalma bir alışkanlıkla…

Can Dündar

Türkiye'de her 4 kişiden 1'i ruh hastası

"44 kişi öldürüldü.

Köyün adı "Bilge"ydi.

*

Bir baba, geçenlerde 4 çocuğu ve eşini vurduktan sonra kendi kafasına sıktı.

“Mutlu” sokak.

“Ölmez” apartmanında.

*

Dün, 8 kişi katledildi.

“Huzurevleri” mahallesi

*

Hollywood’un dekorlarına benziyor Türkiye…

Dışarıdan bakıyorsun, şahane palas.

İçeri giriyorsun ki aslında kalas.

*
Başrolde biz… Hepimiz

*
Psikiyatr uzmanları bangır bangır bağırıyor, her 4 kişiden 1’i ruh hastası bu ülkede…
Ekonominin bu kadar bozuk olmadığı 10 sene önce 7 kişiden 1’iydi…
Herkes domuz gribinden korkuyor ama, panik atak salgını var şu anda… Depresyon had safhada, canımız burnumuzda… 15 milyon kişi stres kaynaklı uyku bozukluğu yaşıyor mesela."

( Yılmaz Özdil )

Durun şimdi… Hayata açılan pencerelerin güne bakan yansıtılmış uzlet nişanesi soyut kavramlar yapışmışken kalbimin tam da ortasına… Sessizlik gelmez işime… Fikrim, hissiyatım var diyen insanı fikrini haykırmasında ki temel sebep korkularına teslim olmak yerine, onun dizginlerinden tutup ona yön veren, kontrolü eline aldıktan sonra işin geriye kalan kısmını cesarete bırakmasından başka nedir? Tutunma çürük dallarıma. Güvenme rüzgârıma. Sesi üşütür yüreğini. Bir garib aldı götürdü fenerimi. Işığım yok benim. Söndürme bende kendini. Herkes bizi izliyor biliyorum. Hatırlayacak ve hatırladığında ben anlayacağım. Ağzını açıp hatırlamadığını söyleyecekken gözlerine baktığımı fark ediyor. Ellerim sonsuzluğu ağırlıyor. Kelimeler dökülüyor en cüretkâr haliyle. Manasız gülüşler. Kurcalıyor nizamda dik duran hayatımı. Güneş buzullara. Yanaşıp fısıldarken. Duymuş kuşlar. Sarı takımları geçirmiş yine. Susmayı bilmiyorsan hiç başlama konuşmaya. Hiç sesini çıkarma, hiç görünme. Hiç bakma. Hiç… Ol…

Kavil fanzin'den

4 Aralık 2009 Cuma

bırak beni oturayım sabahlara kadar
bırak beni uyuyayım hiç uyanmayana kadar

bu insanlık suçu döktüğün her şişenin dibinde umut var
elimden alıp kırdığın her kibrit çöpünde ışık var
Yalamadır rotası ipi kopuk bir kavmin suyu görünce yekten hain hain gülümser çünkü karda iz tutan bir yüzü yoktur suyun göç denen çingeneden aşinalığı siler

Aztek Kadını

Yürür ırmak kıyısında, çıplak, sağlıklı, yeni yıkanmış, yeni doğmuş geceden. Yazdan derlenmiş mücevherler yanar göğsünde. Yanardağın ağzında büyür mavi, neredeyse kara ot, kurumuş ot, örterek dişiliğini. Karnında kanatlarını açar bir kartal, iki bayrak sarılır birbirine ve su, dinlenir. Çok uzaklardan gelir, o nemli ülkeden. Çok az kimse gördü onu.
Gizini açıklıyorum size: Gündüzleri, bir taştır yolun kıyısında; geceleri, bir ırmak, akar erkeğin yanında.


Octavio PAZ

insandır insanın besini

"Müzik ve ekmek, süt ve şarap, aşk ve uyku. Bedava. Büyük ölümcül kucaklaşması birbirini seven iki düşmanın: Her yara bir çeşme.''


BİR ŞAİR

"Müzik ve ekmek, süt ve şarap, aşk ve uyku. Bedava. Büyük ölümcül kucaklaşması birbirini seven iki düşmanın: Her yara bir çeşme. Arkadaşlar, zamanın sonuna dek sürecek sonsuz sohbet için silahlarını iyice bilerler. Aşıklar geçer gecenin içinden, birbirine geçmiş biçimde, yıldızların ve gövdelerin birliği. İnsandır insanın besini. Bilgi düş görmekten farklı değil, ne de düş görmek yapmaktan. Şiir ateşe atar bütün şiirleri. Sözler bitmiştir, imgeler bitmiş. Nesne ile adı arasında uzaklık kaldırılmış; adlandırmak yaratmaktır, düşlemek doğmak."

"Şimdi sıkı tut çapanı, kuramlaştır, vaktinde gel. Fiyatını öde ve al maaşını. Boş zamanda, çatlayıncaya kadar otlan: Çok büyük gazete meraları vardır. Ya da, kır çevrendekileri kahve masasında her gece, dilin şişer politika yapmaktan. Kes sesini ya da gürültü çıkar: İkisi de aynı şey. Bir yerlerde zaten vermişler cezanı.
Onursuzluğa ya da darağacına götüren yol tek değil: Düşlerin fazla berrak, güçlü bir felsefeye gereksinmen var."

Octavio PAZ

arabesk

aragon : mutlu aşk yoktur demiş.
salak adam sen hiç bir türkü aşık olurken gördün mü ?

misal ;
dünya piyasası kırizde
reel ekonomi
reel olmayan ekonomi
ve sadece ekonomi
iflas etmiş ,
bir türk panikler mi sanıyorsun ?

adamım ben kırk yaşında
çizgisiz takım elbise giyen
üstelik fena bıyıklı adamların
ömürlerinde en az bir şiir yazdığı ülkede doğdum !
işsizdiler...
ki onlar el kadar bebelerin önünde
müthiş göbekleri ve ciddiyetsizlikleriyle
tüm dünyaya baş kaldırdılarda sen görmedin.

aşk varsa
ki var !
buydu işte.


dün, tüm lanet olası olasılık hesapları
gider-gelir dengesi üzerine sövdülerde
bugün mutluydular.
bir minik bakış onlara gülüvermesin
önlerine bir tas bol sulu kapuska konuvermesin
onlar bir gurbete düşmesinler ki...
gör bak sen tüm ahali , hısım akraba
bayram sabahlarını.

onlar en olmayacak kişileri hep en olmayacak zamanlarda sevdiler
esmerdiler ve hep kötü giyindiler...
nasırlaşmış ellerinde iki demet çiçek yoksa
ki hiç olmadı
sen romantizm öldü diye ağıt yaktın
ölsün be !

tek taş pırlantalarınız yerin dibine batsın
sıfır beden gudubet hatunlarınız yakınsında yakınsın

çünkü siz kariyer konuşup
çoçuk doğuramayan kadınlara sulanırken
kaybettiniz aşkı !

müthiş kibrinizden ve sağlıklı bedenlerinizden
ibaret diye nasıl olsa dünya...

yetmedi işte
arzularınız hiç bitmedi
uzun ünvanlarınız bile söndüremedi ateşinizi
bayım yanıldınız...
siz hep yalnız kaldınız

tanrının lanetini ikiz kulelerde aramayın bayım - yanılırsınız.

Kadir Kılıçaslan - Entel Abiler Koğuşu'ndan

magilum - kırmızı kar


çare

konuşma benimle düşlerin arasından
düşündüm bende hayat yok aslında
uyurduk senle toprağın altında


aslında herşeyin bir çaresi

konuşma dinle, sislerin arasından
yok olmak benle, zor değil aslında
uyurduk senle toprağın altında

aslında herşeyin bir çaresi

magilum - çare

yolun sonu

Yol..
yol kalmadı burda.
gidecek yer yok bu yakında.
neredeysen, kal orada..

Dur..
gelme hiç peşimden..
memnunum ben gidişim(n)den..

gitse(n)m de sonsuza..

Yollar akar gider,
değistirir acıyı
Biri ölür her yolun sonunda...

magilum - yolun sonu

nasıl ağlasın? gözleri hiç yalnız kalmaz ki. Niçin anlasın? giden benim, kalan o değil ki...

"Beni unut" dedi gitti...
Boş yaprakların ardında..
Bi de gülümsedi, gereksiz..

Radyoyu kapat şimdi
İkinizin sarkisi çalıyor
Zaman seni kucaklayıp büyürken
Acaba kaç kişi ağlıyor?

Nasıl ağlasın?
Gözleri hiç yalnız kalmaz ki.
Niçin anlasın?
Giden benim , kalan o değil ki...


magilum - giden benim

yalnız dünya

Gülmek ister misin gerçekten?
Unutulmus mu rüyalar?
Uzatmışlar ellerini bak,
Sana sokulan o çocuklar

Değişmiş mi yağmur hiç?
Ağarmış mı gökyüzü?
Beklendikçe çoğalan,
Lanetlenmis bu zamanlar..

Yalnızsan caddenin ortasında,
Hiç ses yoksa etrafinda
Dünya yalnız, sen değilsin,
Yalnız dünya..

Duymak ister misin gerçekten,
Ağır olmuşsa kurallar?
Sayfa sayfa dağılmış
O isimsiz kitaplar..

Çekip gitmek istersen,
Deniz var mi ki orada?
Kaybolursan ya eger,
Kendinden çok uzakta..

magilum - yalnız dünya
incinik ve zarif bazı şeyleri özleyen biri olarak
sessizliğin lanetine uğramak
sonra kaba-saba bir adamdan adres sormak ihtimali
fena halde yoruyordu abi beni


kadir kılıçaslan - entel abiler koğuşu'ndan

3 Aralık 2009 Perşembe

dehşetinle gel, şehvetini de getir

Bebeğimin dilindedir gül
Hançerimin bağrındadır ateş
Ölümüm elinden olacak
Ecel beni yanına alacak
Ey aşık...!

Hiç uyandırma
Geceleri
Düşüm korkar benden kaçar
Uzaklara dalar gider
Sevişirken yelkenliler

Çiçekler doğar güneşimin denizinde
Aşkın rengi olmaz
Haydi konuş benimle

Dehşetinle gel
Şehvetinide getir
Koynuma girip beni öldür
Sevdamıda ye bitir...

Bebeğimin dilindedir gül
Hançerimin bağrındadır ateş
Ölümüm elinden olacak
Ecel beni yanına alacak
Ey aşık...!

Hiç! uyandırma
Geceleri
Düşüm korkar benden kaçar
Uzaklara dalar gider
Sevişirken yelkenliler

Boşunadır çırpınışlar
Gözlerden akıp gider kurumuş yaşlar

Dehşetinle gel...

murat yılmaz yıldırım - dehşetinle gel

2 Aralık 2009 Çarşamba

niye seni bu kadar sevdim bilmiyorum
sana bütün güvenimi verdim
sana seni sevdiğimi söyledim, şimdi bütün her şey berbat oldu
sen beni acılar içine koydun, nasıl hissetiğimi bilmeni istiyorum

sana söylediklerimi s.ktir et, onlar bir b.k ifade etmiyor
hediyeleri s.ktir et, ata bilirsin de
tüm o öpücükleri s.ktir et, onlar bir şey ifade etmiyordu
seni geri istemiyorum


bu b.ku benden saklayabileceğini sandın, evet
yanıldın, hikayeyi duydum

benimle oynadın

umrumda olup olmadığını sorguladın
herhangi birine sorabilirdin
benim birtanem olduğunu bile söyledim
şimdi bitti, kabul ediyorum üzgünüm
gerçekten kötü acıtıyor, bunu inkar edemem, çünkü bir orospuyu sevdim

eamon- fuck it lyrics