28 Şubat 2009 Cumartesi

A. Alvarez - İntihar / Kan Dökücü Tanrı kitabının önsöz'ünden

Okuldayken her zaman şakayla karışık intihardan söz eden, üstü başı dağınık, çok tatlı bir fizik hocamız vardı. Kocaman kafasını çevreleyen yumuşak, gri bukleleri, yüzünden hiç eksilmeyen tatlı bir gülümsemesi ve kırmızı geniş yüzüyle ufak tefek bir adamdı. Okuldaki diğer hocaların aksine, Cambridge'de tezini pekiyi dereceyle verdiği söylenirdi. Bir gün ders sonunda, boğazını kesmeye karar veren birinin torbayı kafasına geçirirken çok dikkatli olması gerektiğini, yoksa arkasında kötü bir pislik bırakabileceğini söyledi.
Sonra zil çaldı, hep birlikte öğle yemeğine çıktık. Fizik hocası bisikletle evine gitti, başını bir torbaya soktu ve boğazını kesti. Pek fazla pislik yoktu. Korkunç etkilenmiştim.

Bizden Sonra Kan Dökücü Tanrı

Tanrı Teczatlipoca gerçek bir tanrıydı; gözle görülmez ve aynı anda her yerde bulunabilir; gökyüzünde; yeryüzünde, ölülerin evinde... Yeryüzündeyken insanları savaşa kışkırttı, aralarında düşmanlık yaratttı ve anlaşmazlık çıkardı ve büyük bir acı ve üzüntüye neden oldu. İnsanları birbirine düşürdü, onlarda birbirleriyle savaştılar ve bunun için ona '' her iki tarafında düşmanı'' dediler.

Dünyanın gidişatını yalnız o bilirdi, bolluk ve zenginlik yalnız ondan gelirdi ve istediği zaman geri alırdı; zenginlik, bolluk ve ün, cesaret ve yetki,gurur ve onur verdi ve istediği zaman geri aldı. Bunun için korkuldu,kutsandı, çünkü hem erinç hem de lanet ondan gelirdi.

23 Şubat 2009 Pazartesi

bir sana bir de bana

bulutların üstünden bıraktım ben kendimi
sonunu düşünmeden duygular sarınca beni
gizlice tuttum elini
yüzüne baktım usulca
gözlerin fısıldadı ahh
mutluluğu yavaşça
çiçeklerin kokusu
dalgaların şarkısı
rüzgarın fısıltısı
bir sana bir de bana

bahçede hanımeli
gökyüzünde yıldızlar
yağmurun narin sesi
şimdi bir anlamı var
aşk nasılda kırılgan
sus dedim ama olmadı
kalbimden ismin geçti ahh
kimseler duymadı

bir sana bir de bana- baba zula

babasız kızlar balosu

babamız bizi sevmedi sevmedi sevmedi
babamız bizi sevmedi çirkiniz çirkiniz

baba zula- babasız kızlar balosu

özgür ruh

dört duvar arası kapanmaz ki sendeki özgür ruh
ölünce parçalanmaz ki bendeki özgür ruh
sevişe sevişe azalmaz ki tendeki özgür ruh
kopyalayarak çoğalmaz ki gendeki özgür ruh

baba zula- özgür ruh

22 Şubat 2009 Pazar

prag operası


prag, charles köprüsü


prague


yapılabilicek en büyük saygısızlıktı
duygulara yapılan saygısızlık!
affedilemez
unutulamaz

21 Şubat 2009 Cumartesi


16 Şubat 2009 Pazartesi

herşey sisin içinde kaybolur
geçmiş silinir
yapılanlar unutulur
gerçek olan yalanlar
sonra tekrar yalan olur
büyük kestane ağacının altında
ben seni sattım,
sen de beni.
i 'll show you pain..

15 Şubat 2009 Pazar


oğuz atay'ın dünyası - 1

Oğuz Atay:

Süleyman Kargı, şarkının Başparmağını emdi (yıkanmamış ve kanlı)
Cahildi, ne bilsindi libidonun adını.

(Tutunamayanlar, s.96)

Başparmağını emdi, evde koptu kıyamet
Ona göre oburluk, Freud'a göre şehvet

(Tutunamayanlar, s.139)

Atay, Freud'dan çok, Jung 'u yakın buluyordu kendine, '' Beni rahatsız eden ve adlandıramadığım duygularımın, yanlız libidoya bağlanmasına gönlüm razı olmuyor'' derdi.

ezseydin o zaman narsist ibne

"kafamıza an itibariyle düşmekte olan taşı zamanında istesem ezip toza çevirebilirdim"

bolderline



Modern dönemlerin birçok olumsuz tezahürü onlarda mevcut; derin bir boşluk duygusu, değersizlik hissi, anlamsız bir acı, istikrarsızlık... Borderline, yani sınır durum vakaları böylesi duyguları tüm şiddetiyle yaşıyor. Onların sayısı aramızda her geçen gün artıyor.

`Havada uçuşan renkler düşün, hepsi benim ama bir bütünlük yok. Her zaman karşıdakine göre şekillenen biriyim.` `Sürekli bana heyecan veren şeyler arıyorum. İstikrar benim için çok sıkıcı, ruhum daralıyor.` `Nefret ve sevgiyi âdeta bir arada yaşıyorum.` `Bir anda geliyor, beynime kan gibi sıçrıyor. O an her şeyi yapabilirim.` `Kendimi bir hiç gibi, pislik gibi hissettiğimde bunu yıkmam lazım. Öyle anlarda siyahlaşıyorum. Ben karardıkça dünya da kararıyor. Bana canım diyen sanki canın çıksın diyor.` `Terk edilme korkusu bütün ruhuma, varlığıma hâkim oluyor.` `İçimde ciddi bir boşluk duygusu var, herkes tek ama ben yarımım resmen.

Bu cümleler `borderline` yani sınır durum vakalarına ait. Onlardan herhangi biriyle karşılaştığınızda bu ifadelerin benzerlerini duymanız muhtemel. Türkiye`de de sayıları hızla artıyor. Toplumsal geçiş süreçleri, modern ile geleneksel hayatlar arasında sıkışmışlık, genetik faktörler, çevresel etkiler gibi pek çok sebebi var bu patolojinin; fakat en çok da yetiştirilme şeklinden kaynaklanıyor. Genelde annenin çocuğuna yeterince ilgi göstermemesi ve tam manasıyla kendini verememesinin sonucu bu yarım hayatlar.

Bir nevi modern zamanların hastalığı borderline. Kariyer telaşı, başarı hırsı, eğlence merakı anneleri fiziken, değilse zihnen evlerinden yavaş yavaş uzaklaştırdı. Birçok ev hanımı anne için bile evlat sahibi olmak çocuk bakıcılığına eş değer. Aynı çatı altındaki çocuk ile anne-baba arasında mesafeler var artık. Annesinin gözüne baktığında kendini göremeyen çocukların kaderi borderline. Acılarının sebebi gibi neticesinin de kaynağı günümüz hayat şartlarından besleniyor. Varoluşsal sorunları sonuna kadar yaşayan, boşluk hissi ile mücadele eden, değersizlik karmaşasında bocalayan, acı çeken, âdeta modern hayatın tüm olumsuz semptomlarını üzerinde taşıyan kişiler bunlar. Özetle; hayata bir türlü tutunamayanlar...

Varlık ile yokluk arasında

Sınır durumları daha iyi anlamak için 18-24 ay arasındaki evrelerine gitmek gerekiyor. İki büyük teorisyen Otto Kernberg ve James F. Masterson, borderline oluşum mekanizmasında Mahler`in `yeniden yakınlaşma evresi` dediği bu döneme dikkat çekiyor. Sınır durumları kavramak için ayna nöronları hakkında fikir sahibi olmakta da fayda var.

Karşımızdakinin yüz ifadesini okumamıza yarayan `ayna nöronları`nın keşfi 1996`ya dayanıyor. Yeni doğan bebeğin başkalarının bakışlarına karşı hassasiyeti bu nöronlar sayesinde aktifleşiyor. Doğumdan sonra bu nöronlar çalışmaya başlıyor ve çocuk `oral dönem` denen süreçte sadece fiziksel değil psikolojik olarak da her şeyi içine alarak zihninde bir nesne tasarımı kurguluyor. Böylece bir dünya temsili tasarlıyor. Bu `simülasyon programı`nın ana gövdesinin meydana gelmesi ilk 12 ayda gerçekleşiyor. Kapı, pencere, anne, baba gibi her şeyi zihninde kurduğu bu dünyaya yerleştiriyor çocuk; fakat en önemli karakteri yani kendisini göremediği için bu tasarım eksik kalıyor. Burada anne faktörü ve ayna işlevi devreye giriyor. Çocuk kendisini ancak annesinin gözlerinde görerek varlığını hissediyor. Normal bir anne bebeğine yaklaştığında gözünde oluşan pırıltı ile çocuk kendisi arasında ilişki kuruyor. Böylece annesinin gözündeki ışığı alarak simülasyon programında kendisi için ayrılmış yere yerleştiriyor. Annenin gözündeki ışıltı, öğrenilecek bir şey değil, tamamen fıtrat kaynaklı. Fıtratın önüne başka şeyler geçtiğinde, mesela şehir hayatında bu doğal ışık sanki perdeleniyor. Meşguliyetler, yorgunluk, telaş, endişe bir şal gibi düşüyor annenin bakışlarının önüne.

Peki ya çocuk annenin gözünde ışıltıyı göremezse? Annenin zihni dağınıksa, çocuğuna bir ayak bağıymış gibi bakıyorsa, kendi evde ama aklı dışarıdaysa... Veyahut sarhoş kocası içip içip birazdan gelip kendisini dövecek diye kaygılanıyorsa. İşte böylesi durumlarda annenin evladına o ışıltılı bakışı vermesi zorlaşır. O zaman çocuğun zihnindeki dünya da öyle sönük ve karamsar bir hâl alır. Bebek kendini var hissedemez, etkisiz eleman gibidir. Simülasyon programında kendisini temsil eden bir temsilci yoktur. Yetişme dönemindeki bu duygu hâli kişinin ömrü boyunca peşini bırakmaz. Tüm hayatı boyunca varlığını sorgulayacaktır.

Ben burada mıyım?

Uzmanlar borderline vakalarının ömürleri boyunca `Ben burada mıyım değil miyim?` duygusuna kapıldığını anlatıyor. Hastalar bu yokluk hissini aşabilmek için heyecan hissettirecek eylemlere başvuruyor: Jilet atmak, cinsellik, alkol, uyuşturucu, hızlı araba kullanma, adrenalin sporlarına ilgi göstermek, mafyatik işlere karışmak ya da antisosyal eğilimler; şiddet, suç vs... Bu fiillerin tek amacı kişinin var olduğunu hissetme kaygısı.

Sınır durumlar kötü kendilik hâlindeyken yaptıkları bu eylemler sayesinde iyi kendiliğe geçerler; fakat orada da uzun süre kalmayacaklardır. Psikoterapi Enstitüsü Derneği Başkanı Tahir Özakkaş bu gidiş gelişleri sembolleştirerek açıklıyor: `Bunların insan ilişkilerine baktığımızda üç tabaka görürüz. Magma, yeryüzü ve atmosfer (ya da buzullar tabakası). Normal insanların ilişkilerinde yeryüzü daha geniştir. Ama borderline magmada iç-içe geçen sıcak, coşkulu bir mutluluk ilişkisi yaşar; eğer orada bir kırılma, incitilme yaşarsa direkt kutuplara geçer. Soğuk ve acımasızdır. Kar fırtınası, tipi gibi eser, kavurur, her şeyi bozar. Borderline magma ya da kutupta bulunur; aradaki ince yeryüzüne nadiren uğrar, bu nedenle sağlıklı, mantıklı ilişkiyi kurması çok zordur.`

Erkekler narsist, Kadınlar borderline

Görüştüğümüz psikiyatr ve psikologlar borderline vaka sayısının her geçen gün yükseldiğini, katıldıkları uluslararası konferansların da bu tespiti doğruladığını söylüyor. Türkiye`de son yıllarda artış gözlense de Batı`nın borderline vakalarına aşinalığı geçmiş yıllara dayanıyor, bunu yıllar önce bestelenen şarkılar, çekilen filmler de gösteriyor. Madonna, Bon Jovi gibi sınır durumlardan ilham alan Scorpions`un şarkı sözleri şöyle: `Sınırda yürüyoruz, soğuk kitlelere karşı... Yangınlardan atladık, güçlü rüzgârlara gidiyoruz...` 1999 yılında çekilen Almanya-ABD ortak yapımı `Aklım karıştı` (Girl interupted) filminde borderline patolojisine sahip karakteri Winona Ryder canlandırıyor. Onun küçük bir kediye bile nasıl muhtaç kalabildiğini, tanımadığı bir hasta bakıcı ile rahatça bir gecelik ilişki yaşayabildiğini görüyoruz filmde.

14 Şubat 2009 Cumartesi

1984


the chainsaw massacre


Barış Bayraktar



ben sana nasa'nin tasarladigi son erkek,
ben sana vaftiz edilmis son musluman.
ben sana muska yerine prospektusu ezberlenmis anti-deprasan.

barış bayraktar 21/01/1978 dogumlu ilk ve orta dereceli okulları farkı şehirlerin farklı okullarında tamamladı. ilk etapta bilgi üniversitesinde 5 yıl işletme egitimi aldı. ardından maltepe üniversitesinde görsel iletişim tasarımı bölümüne girdi.

'26,3 kere u.f.o gördüğünü idda ederek görme duyusunun sayısal bi deger taşıdıgını ispatlamış ve ilk digital sistemlerin fikir babası olmuştur.' :-)

1)parmak izi konsantrasyonu.

2)sentetik koku ajitasyonu.

3)selulozik ibadet fermantasyonu.

sevgili baris bayraktar'in türkçemize kazandırdıgı son 3 deyim...

Kişisel güvenlik konusunda son derece tedbirli, gündelik yaşamında karşılaştığı her veriyi bir yerde saklayıp, ipucu niyetine kullanabilen, aynı tutum ve özeni sanal yaşamında da koruyan, tüm logları ve mailleri tarihleyip dosyalandıran, tüm telefon görüşmelerini banda kaydeden,çektiği filmlerle kanada' da umut vaad eden genc yönetmen ünvanlı saykopat kişilik.

bikaç kısa filmini izledim. iyi sayılırlardı. özellikle USAnmaz adlı Amerikan emperyalizmine yönelik eleştiri niteliğinde olan kısa filmini beğendim. Erkan Can gibi sevdiğimiz,saydığımız tipleri de filmlerinde oynatmış olması onu özelimsi kılmış. Syntetic filminden sevdiğim bi repliği aktariyim hemen:p

''Bu hayatta üç şeye dikkat ediceksin olm...birincisi Colombiyalılara(uyuşturucuyu genital organlarında dış ülkelere sokarlar), ikincisi travestilere, üçüncüsü tavuklara. Bu üçüde hayatlarının anlamını kıçlarında barındırır. ''

ayrıca kendi adındaki sitesinin girişide etkileyici olmuş :-) merak eden bakabilir.

13 Şubat 2009 Cuma

i can't feel nothing at all...
nothing

kalbim de bir orospu canlarım

“Kadın: Benim için neden bir şeyler yazmıyorsun ?
Adam: Sen canımı hiç yakmadın ki..”

Pek de acımıyor diye başlayacağım söze ama yalan sütümde yok. Acıyor ulan. Hani yazıyoruz çiziyoruz diye kendimize aşk adamı etiketini yapıştırmışız bir de, şekilden şekle girmiyor değilim.

Derinleşiyorum bak şimdi.

Masal gibi bir hikayemiz var diye konuşuyorduk aramızda. Kız çocuğa aşıktır çocuk bilmez, çocuk da kıza aşıktır kızın haberi yok, birbirlerini tanımazlar yıllarca uzaktan bakarlar, adamlar kadınlar girer hayatlarına, ama birbirlerine yine de aşıktırlar. Gün gelir olacak ya işte bir araya gelmeleri farz olur. Bizimki daha çok sünnet gibiymiş. Olmaması dert değil yani.

Başlıktaki –de bitişiktir dostlarım. İçinde anlamındadır. Yıllarca sürmüş bir sahteliğe yapılmış açık bir göndermedir. İnsanın beyni namuslu olmalı şekerim fenomenine bir destek, içten bir sarılış, ateşli bir Fransız öpücüğüdür.

Nasıl bir korkuysa bu
Arsız bir kaçışa yön veriyor
Zehir dolu bir denizin lekeleri üzerimde
Islığımı çalarak uzaklaşıyorum senden...

selçuk şenol

bi bok anlamadık


irtica devriminde gençlik

Dinlenmek için geldiğim pansiyonda yalnızlığımı daha da hissetmeye başladım.

“Ayaklarınızı iyice siliniz”

Pansiyon kapısından içeri girmeden önce dış dünya kirlerimizi orada bırakmamızı istiyorlardı. Oysa bir avuç kum getirmiş olabilirdim en fazla. (Temizlik imanın şartlarındandı.) Zaten böyle değil midir? Yeni bir dünyaya girecekseniz, eskiye dair ne varsa bırakmalıydınız. Düşündüm, o halde bu kapıda epey birikim vardı.

Asık yüzleriyle karşılandım birkaç çalışanın. Gençken hakları için uğraşıp didindiklerimiz amneziye uğramış beyinleriyle örtünmüşler. (Bu hak verilmişti çünkü kendilerine 2000’li senelerde.)

İstanbul’un orta yerinde ürettiği taş plakların fütüristik beyinli bilgisarlarda çalıştırılmaya uğraşıldığı yıllarda bir avuç gencin yaşlandığını görmek acıydı. Sanırım yüzündeki kırışıklıktan ve ciddi manada yolun sonuna geldiğinin farkında olmandan çok canını acıtan da buydu. Zamanın kapitalist damarları kabarmıştı yine. Alışını da iyi biliyordu verişini de.

Büyükçe akvaryumlardan, yine cam, fanuslara taşıdılar bizleri. Yediğimiz, çıkardığımız bir yerde büyüdük çocuklarımızla. Kimisi acıkınca yedi bir diğerini. Öyle ya, böyle öğretilmişti bize. Büyük balık küçük balığı yerdi. Zamanla su kirlendi ve yeni doğanlar böyle bildi dış dünyayı. Her şey 2000’li yılların başına denk geldi. Yirmi yaşlarında bir avuç gençtik o zamanlar. Taşındık büyükçe akvaryumlardan kirli suların biriktiği cam fanuslara.

Betonlaşmanın ve kentleşmenin sadece mahallelerde gerçekleşeceğini tahmin ederdik. Ruha çörekleneceğini kimse bilememişti o zamanlar.

Etrafımdaki herkesin giderek tepksizleştiğini ve kendi çekmecelerine kendilerini çektiklerini fark ettim. Gerçekler kuklalaştırıldı. Diledikleri masalla kandırdılar 2000’li yılların çocuklarını. Pinokyo’nun burnu uzadı itaat etmedikçe. Böyle korkuttular onları. Hiçbir kurbağa öpülmedi gerdek gecelerinden önce. Rapunzel saçlarını bir daha hiç salamadı duvarlardan aşağı. Kralın çıplak olduğunu anlayan çocuk asılmıştı doğruyu söylediği için. Bir tek külkedisi masalını doğru bildi o yılların çocukları. Zengin ve fakir masalı sürmeye hak kazandı.

Mekanik ilişkiler yaşanıyor bu zamanlarda. Atomik saldırılar yaşandığı gibi. Büyük mideli devletler yutmayı başardı içine beyni midesine düşmüş devletleri.

İnsanlar robotlaştı. Duygular ayaklarına çimento dökmüş bir kadınla birlikte atladılar denize. Umut kendi kendini imha etti kopya hayatlar yaşayan bedenlerin içinde.

Bir eski pansiyon içinde , oturdum bugün öylesine. Hala bir yerlede Jack satılmasını istedi dilim. Televizyonu açtım ve izlemeye devam ettim 2000’lerin ortasındaki Sodom ile Gomore’nin yıkılışını.

Heterojen yargıların birleşiminden doğan melez çocuklar sahipsiz kalmış ortada. İçim acıdı!

sinem sal

is there anyone who really recalls?


omzunda vişne çürükleri ve amnesiac diş izleri

Yatakta uzanıyorsun.Örümcek ağının narin yapısına çivilenmiş sivri sinekler gibi kıpırtısız ve "yensem de bitse" der gibi bir uzanış ve susuş hali.Tavanın her zaman pürüzlüydü.Beyaz aşağı doğru sarkıtları olan bu tavan üst kattaki komşuya göre tabandı.Demek ki aynı şey farklı yerlerden ve yaşantılardan bakıldığında ayrı amaçlar için kullanılıyordu.Senin ulaşamayacağının üzerinde bir ötesi ayak gezdirebiliyordu, koşabiliyordu hatta iki buçuk yaşındaki kız çocuğu bu tav/banın üstünde tepinebiliyordu.

Duş almak için banyoya geçiyorsun.Aynada beyaz bir yüz ve küçük kahverengi gözler karşılıyor seni.Yaklaşık 37 senedir aynı gözlere sahipsin.Üstelik onlardan sıkıldığında olmadı hiç, şaşıyorsun.Yine sabah erkenden çıkmış olmalı evden.Dolabın çekmeceleri açık bırakılmış belli ki beyaz gömleğini bulmakta güçlük çekmişti her zamanki gibi.Dolabı açıyorsun.İçin götürmüyor kalabalık bir kahvaltıyı.Kapatıyorsun ve bir kahve yapıyorsun kendine.O sırada kapı çalıyor.İki ekmek ve günlük gazeten...Nedense öteki gün bayatladı diye birini atacağın ekmeği tam on bir senedir sipariş ediyorsun ve on bir senedir her gün bir ekmeği ufalıyorsun balkon demirinin altına.Her ne kadar Nilgün'ün sözünü tutmaya çalışsan da, öyle ya "kuşlara iyi bakın" demişti intihar mektubunda, aslında sen biraz da bahane giydiriyorsun bayat ekmeklerine.Onlar senin iyiliğinden değil, kocanın eve erken gelme ihtimaline karşı alınmış karın toklukları.

Duş almak için banyoya giriyorsun.Omuzlarında vişne çürüğü izler...Tadı güzel midir ki?Ne garip değil mi, insan kendi tadını hiçbir zaman bilmiyor ve öğrenemeyecek.

İzmarit çiğneyen kaldırım taşları gibi,
Üstüne basılıyor saçlarımın.
Ben hiçbir zamanı yetiştiremedim
Koşuda düşen at bünyeme.
Ve korktuğumdan fırlattım sırtıma çökenlerimi,
Yorgunluğum hükümsüzdür.

Buz tutmuş karların altında eski sıcak giz değil mi oysa?
Çıkacaksa çim yeşili ortaya,
Ki bir gün bende düşeceksem bu yeşilin altına,
Gözümü alan beyaz her zaman beyaz mıdır sadece?
Cennet bile yedi katsa,
Kaçıncı katındayız dünyanın?
Zeminin manzarası buysa ,
Çatı katına gömün bedenimi öldüğüm vakit.

Tenler birer leke sevişirken gece vakitlerinde.
Cuma günlerinin mübarekliği tutuyor da
Günaha giriyor diğer altı gün,
Altısının da altı yatak,
Üstü bir at, bir kısrak.

Omzumda vişne çürükleri ezilmiş
bahar gecesinde,
Annem olsa reçel yapardı.
Ben dokunamadım bile.

Hayatı baş aşağı izlemeye kalkmış bir yarasa gibi gecenin orta yerinde kalıveriyorsun bir dalın altında.Dünya ters geliyor uçmaya başladığın her vakit.Seneler önce evleniyorsun his boşluğu kabarık bir adamla.Başarının yüksek, isteğinin yok olduğu bir meslekte en iyilerden biri oluyorsun.Çocuk doğurmayı çok istiyorsun, eşin istemiyor, o yüzden hep zayıf kalıyor göbek kısmın.Bir dağ gölü kasabasında uyanmayı diliyorsun; fakat yine beton evinde uyanıyorsun storlu perdelerden içeri sızan gün ışığıyla birlikte.

Sen hayatı baş aşağı izlemeye alışkın bir yarasa gibisin."Uçuyorum" dediğin an insanlara göre olağan, kendine göre ters hayatta havalandın.

Tutup iki omzundan hayatı sarsasın var, tam yakaladım diyorsun, insanlar gülmeye başlıyor, bu kadın paçasına yapışıp hayatın ne dileniyor diye.

Baktığın yere göre düz duran her şey nasıl da değişir görüyorsun.Duşunu aldın, evden çıkıyorsun, arabana biniyorsun, en sevdiğin şarkı çalıyor kulaklarında " La Alegria"... Üstelik senin "seni sevmenin günahını ödemek için yaşıyorum." diyebileceğin biri bile yok artık.Her şey alelade, her şey öylesine, biraz da öyle olması gerektiği için öyle işte.

Oturup ağlıyorsun, değiştirmek için ortalama belki de 30 senenin daha olduğu hayatı hala kabulleniyorsun diye.

sinem sal

12 Şubat 2009 Perşembe

hapsettim seni


11 Şubat 2009 Çarşamba

simurg



efsaneye göre, kuşlar, sultanlarını bulmak üzere toplanıp yola çıkarlar bir gün...
yol uzun, yolculuk zorludur.
"aşk denizi"nden geçerler önce...”
"ayrılık vadisi"nden uçarlar..”
"hırs ovası"nı aşıp, "kıskançlık gölü"ne saparlar..”
kuşların kimi aşk denizi’ne dalar, kimi ayrılık vadisi’nde kopar sürüden...
kimi hırslanıp düşer ovaya, kimi kıskanıp batar göle...
yolculuk bittiğinde, kaf dağı’nın ardına sadece 30 kuş varabilmiştir.
sultanları simurg’u bulamazlar orada...
sonunda sırrı, sözcükler çözer:
farsça "si", "otuz" demektir....
murg" ise "kuş"..."30 kuş",
anlar ki, aradıkları sultan, kendileridir.
ve gerçek yolculuk, kendine yapılan yolculuktur.

5 Şubat 2009 Perşembe

bu bir yalan

Niçin seçmek zorundayız?
hiç anlamadım
Özel bir arkadaş, gerçek bir aşk
Niye herkesi kaybetmek zorundayız?

bu hakikat değil;bu, doğru değil!
Bu, aşk değil; bu hayat değil; bu, gerçek değil!

Varolan diğer yolları nasıl inkar ederiz?

bu, hakikat değil; bu doğru değil
Bu, aşk değil; hayat değil;
Bu, gerçek değil! bu bir yalan

the cure - this is a lie

evim


3 Şubat 2009 Salı

11:36] *** Şu an #blackmetal kanalında bulunuyorsunuz
[11:36] *** Topic '''O kötülere bile iyi olmamızı ister, Böylece örter çıplak kötülüğümü. Ben en çok şeytanı oynarken aziz gibi görünürüm.'''
[11:36] *** Efendisiz Tarafından Tue Jan 27 01:15:00 tarihinde yazılmış
[11:36] -ChanServ- (#Blackmetal)
[11:37] slms ,sdf...
[11:39] <@katharsis> selam .
[11:39] :D
[11:39] <@katharsis> dsıgfd
[11:39] ben böyle kasıntı bir slma asla karşılık vermem......
[11:39] dsg
[11:41] 4 te uyandım
[11:41] kafamı ellerimin arasına aldım ve şöyle dedim
[11:41] allahım lanet olası bi boşluktayım
[11:41] lkasjlk
[11:41] bi kaç kek buldum kemirdim
[11:42] sonra yine düşündüm
[11:42] yeah kahrolası bi boşluktayım
[11:42] * Bağlantınız Kesildi[11:43] *** Kanala Tekrar Giriliyor #blackmetal
[11:43] laet olsun
[11:43] :D
[11:43] -NickServ- Sifre kabul edildi.
[11:45] hay allah tamda ilham perim gelmiş idi
[11:45] <@katharsis> mkdsgfd

psycho killer




halvet der encümen

Konuştukça içimdeki uğultu büyüyor, dedi Kadın. Büyüdükçe daha çok konuşuyorsun, dedi Adam. İnsanlara karıştıkça yalnızlığım artıyor, dedi Kadın. Yalnızlaştıkça daha çok karışıyorsun, dedi Adam. Yaşadıkça acılarım çoğalıyor, dedi Kadın. Acıların çoğaldıkça yaşadığını sanıyorsun, dedi Adam. Sana yaklaştıkça uzaklaşıyorum, dedi kadın. Uzaklaştıkça yaklaşıyorsun, dedi adam. Yalnızlığın uğultusu...diye fısıldadı Kadın, buna dayanamıyorum artık. Dayandıkça koyulaşacak, dedi Adam. Pencereden usançla baktı Kadın. Sokakta her zamanki cansıkıntısı ve telaş. Satıcılardan, tüpgazcılardan ve çocuklardan yükselen bağırtıya, bariyerlere, inşaat artıklarına betonla yaprağın kaynaşmakta gösterdiği çaresizliğe baktı. Çocuğunu hırpalayan öfkeli anneye, Servise yetişmek üzere koşuşturan memurun giysisindeki uyumsuzluğa, vinç operatörünün kar altında çimento torbasının üstünde kıldığı namaza baktı. Birbiriyle konuşmadan yürüyen ortahalli yaşlı karı kocaya. Askerin çehresindeki korkuya baktı. Koyulaştıkça dayanılmazlaşıyor, dedi. Ötekini dinlemenin dayanılmazlığına baktı bu kez, konuşmanın ağırlığına. Sokakta pervasızca yürüyen köpeğin yılgınlığına. Kendilerini satılığa çıkarmış gibiydiler. Bir tellal gibi bağırıyordu yalnızlıkları. Efendisine yakarıyor,’siz benden daha iyi bir köle bulabilirsiniz fakat ben sizden daha iyi bir efendi bulamam,’ diyordu. Evlilik, arkadaşlık, akrabalık, komşuluk sanılan beraberliklerin yakarışına bakıyor, yüreğine dokunan sözlerden gözyaşlarını tutamıyordu Yalnızlık. Kölesini satmaktan vazgeçiyordu.

sadık yalsızuçanlar

omurganın flütü

Sen gerçekten varsan
Tanrı,
Tanrım benim,
yıldızların halısını sen dokuyorsan,
günden güne büyüyen
bu ağrı,
bu acı bir armağanınsa, Tanrım, senin,
yargıçlık zincirini takın da sana uğramamı bekle.
Gelirim ben tam zamanında,
gecikmem bir gün bile.
Dinle biraz
ulu işkenceci!
Sımsıkı bastırırım dudaklarımı,
Tek bir çığlık bile çıkmaz
kanatıncaya dek ısırdığım ağzımdan.
Bir kuyruklu yıldıza bağla beni, bağlar gibi kuyruğuna bir atın,
bas kırbacı.
Yıldızların sipsivri uçlarında parçalansın bedenim

Ya da;
ruhum göçüp de dünyadan artık
çıkınca senin mahkemi kübrana
şaşkın, suratı asık,
bir darağacı kur bana
samanyolundan,
as bir eşkiya gibi.
Yap aklına geleni,
istersen atlara bağla beni, kopsun kolum bacağım.
Yalnız
-duyuyorsun ya beni!
-al götür başımdan
bana sevgili diye verdiğin baş belasını!


Geniş adımlarıma dayanmıyor yolların uzunluğu.
Nereye gitsem ki içimdeki bu cehennemle?
Hangi göksel Hoffman
tasarlayabilir seni

V. Mayakovski

mayakovski



kuul


bir banyosu ve temiz klozeti olanlar!

Size, sefahat ardına sefahat yaşayanlar.
Bir banyosu ve temiz klozeti olanlar!
Sizler yeteneksiz kalabalık,
Nasıl da iyi tıkınırım diye düşünenler
Biliyor musunuz şu anda belki
Bir bomba kopardı teğmen Petrov'un bacağını...

Mayakovski

Pantalonlu Bulut

Pelteleşmiş beyninizde
kirden parlayan bir kanepede yan gelip yatan semiz bir uşak gibi

hayal kuran düşüncenizi,
kanlı bir yürek parçasıyla tedirgin edeceğim,
dalga geçeceğim, geberesiye küstah ve zehir dilli.

Tek bir ak saç yok ruhumda,
yaşlılığın çıtkırıldımlığı yok onda!
Dünyayı bozguna uğratarak sesimin gücüyle
yürüyorum - yakışıklı,
yirmi iki yaşında.

Çıtkırıldımlar!
Kemana yatırırsınız aşkı siz.
Kabalar, onu trampete yükler.
Fakat, tersyüz edebilir misiniz, kendinizi benim gibi,
Öyle ki, dudaklar kalsın ortada, salt dudaklar!

Çık da gel konuk odasından
gel de bir adam tanı,
kibirli, patiskadan ve melek soylu memur karısı.

Sen ki dudaklar çevirirsin aynı kayıtsızlıkla,
bir aşçı kadın nasıl çevirirse yemek kitabının sayfalarını...

İster misiniz
ten kudurtsun beni,

- ve gök gibi, renk değiştirerek ansızın -
ister misiniz
öylesine yumuşayım, sevecen olayım ki öylesine
hani, erkek değil de, pantolonlu bir bulut desinler bu!

İnanmıyorum çiçekli Nice diye bir yerin var olduğuna!
Benimle göklere çıkarılacaktır yeniden
hastane gibi bayatlamış erkekler,
ve atasözleri gibi yıpranmış kadınlar da...

Vladimir Vladimiroviç MAYAKOVSKI

hayattan yok çıkarım

sabah erken kalkarım
ne yüzümü yıkar
ne sokağa çıkarım
kışın soba yakarım
yazın camdan bakarım
hayattan yok çıkarım

öğlen olur yemek yerim
fırçalanmaz hiç dişlerim
acaba ne yapsam derim
kovboy filmine giderim
dönünce kızar pederim

akşam olur güneş batar
babam hep anneme çatar
cici çocuk erkenden yatar
hayat sıkıcı ne kadar.

Oğuz Atay

önce kelime vardı, kelimeden önce yanlızlık

İçimden geçenleri bilselerdi beni dünyanın bir numaralı vatandaşı sayarlardı. insanları dinlerken sıkıntılı bir görünüşüm vardı: sanki, her zaman onların sözlerini bitirmeleirni ve konuşma sırasının bana gelmesini sabırsızlıkla beklerdim. bana kalırsa, bu görünüş çok aldatıcıydı. bana kalırsa, bana kalırsa .. ne yazık ki hiç kalmadı bana. benden önce davranıp ne olduğunu, aslında ne kadar bencillik ettiğimi suratıma haykırdılar. oysa, hepsiyle tek tek ne kadar ilgiliydim. insanlar benim için soyut kavramlar değildi. birlikte bulunduğum sırada onlar için ayrı ayrı bir şeyler yapmak isteği ve bunun imkansızlığı beni sarıyordu. hangi birine yetişecektim? hemen ortaya çıkmaya korkuyordum. her biri, bir öncekinden o kadar farklı bir davranış istiyordu ki. ben, gene hepsine yetişmeye hazırdım. fakat, birinin yardımına koşmak, onun düşüncelerini paylaşmak bir öncekine ihanet olacaktı. bu nedenle çekingen davranıyordum. aslında her gördüğüm insana kapılıyordum. hemen onun gibi olmak, ona bütün varlığımı sunmak ve onun bütün varlığını içime almak istiyordum. her an değişmeye hazırdım. bu isteklerle ancak bir kişinin yaşantısına katılabilirdim ömrümce. buna da razıydım. bunu da istemediler benden. beni küçümsediler; kişiliklerine karıştığımı sandılar. her türlü alçalmayı göze almıştım onlar için: her biriyle ondan öncekilerin bütününü bir yana bırakacak kadar yoğun bir yaşantıya girdim belki de kendi isteklerini çok ciddiye almıyorlardı; benim, bu isteklere verdiğim önemi, onlar vermiyordu. şimdi bile, sözün gelişi böyle konuştuğumu sanıyorsunuz. bütün meselenin selim ışık olduğunu ileri sürüyorsunuz. neden? en basit, en bayağı insanlar için bile, gözümün ucuyla şöyle bir gördüğüm insanlar için bile aynı duyguları besliyormuşum da ondan. kendimi ileri sürmenin başka yoluymuş bu. insan, otobüs biletçisi ve reisicumhurbaşkanı için aynı duyguları besleyebilirmiş; yalnız genel anlamda olurmuş bu. bütün insanlık için duyulan soyut bir sevgiymiş bu. değil, değil! size, sözümün eri olduğumu nasıl anlatsam? biletçi dediğim zaman biletçi, reisicumhurbaşkanı dediğim zamanda reisicumhurbaşkanı demek istediğimi, yalnız onu demek istediğimi, başka hiçbir şey kasdetmediğimi belirtmenin hiçbir yolu yok mu? yeni dilbilgisi kitabı çıktı mı bugünlerde? öznenin, yüklemin filan başka bir düzen içinde yerleştirilmesini sağlayarak beni istediğim anlama kavuşturacak böyle bir kitap. ne diyorlarsa, yalnız onu demek isteyenler için geliştirilmiş düşünce ve ifade kuralları ne zaman bulunacak? insanın kendi gibi olmak istemediği zamanlar da varmış. ben, her zaman kendileri gibi olmaları için baskı yapıyormuşum onlara. tek yönlü, can sıkıcı bir yaşantıya itiyormuşum onları. size yaranmanın bir yolunu bulamadım zaten. bunu da açıkça söyleseydiniz, seve seve katlanırdım her yönünüze. seninle olmuyor, diye kestirip attınız. zamanın yetersizliğinden söz ettiniz. oysa ben çoğu zaman yapacak bir iş bulamadım. bu kadar zamanı siz ne yapıyordunuz? biraz da siz öğretebilirdiniz bana. önce alırdınız beni, istediğiniz biçime sokardınız, sonra da şöyle yap, böyle yap, derdiniz. hangi kitaplar okunacaksa, daha önceden söylerdiniz. tabiatı sevmiyorsun, eşyaya bakmasını bilmiyorsun. tamam. bütün otların adları ezberlenirdi, ay doğarken iç çekilirdi, duvarın üstündeki kedi okşanırdı (bu sırada yüze en canım bir ifade verilirdi); benim değişme gücüme kimse inanmadı. sonunda ben de inanmadım. işte böyle can sıkıcı biri oldum sonunda gerçekten. ne yazık: siz beni gerçek bir adam, ne bileyim sizler gibi kişilik sahibi biri sandınız. alışkanlıkları olan, çatalı şu şekilde tutup, filan yemeği falan yemekten önce yemesini seven, yatakta belirli bir yatış biçimi alan, itiraz eden, bazı anlarda kimseyi görmeye tahammülü olmayan ve daha bir sürü özellik.. ben de kaçtım, ihanet ettim. bütün bu olamamak, yapamamak ve daha bilmem neler, başka türlü bir kişilik, başka türlü bir kalıplaşma.. ne haliniz varsa görün..

Oğuz Atay



apart

Erkek kızın anlamasını bekler
Ama kız anlamayacaktır
Kız bütün gece onun aramasını bekler
Ama o artık aramayacaktır
Erkek affet dediğini duymayı bekler
Ama kız sadece inci siyahı gözlerini devirir
Ve seni seviyorum dediğini duymak için yalvarır
Ama erkek daha fazla yalan söylemeyecektir
Erkek kızın anlamasını bekler
Ama kız anlamayacaktır
Kız bütün gece öpücüğünü hissetmek için bekler
Ama hep yalnız uyanır
Erkek kızın unut dediğini duymayı bekler
Ama kız sadece acıyla boynunu eğer
Ve onun artık bi daha asla bırakmayacağım dediğini duymak için dua eder

Nasıl bu kadar uzaklaştık?
Eskiden birlikte çok yakındık
Nasıl bu kadar uzaklaştık?
Bu aşkın sonsuza kadar süreceğini düşünmüştüm

the cure - apart lyrics çeviri

2 Şubat 2009 Pazartesi

ulan bunu sende bilirsin...sana taptık ulan...unuttun mu...sana taptık