31 Ocak 2009 Cumartesi

yalnız başına yürü,kemiklerine kadar çıplak

sadece senin bana biraz daha yakın olmanı istiyordum,
içimdeki aşkı hissedebilmen için.
bana sırtını döndün,
sen diğer yola bakıyordun.
senin için akan gözyaşlarımı göremedin.
seni sadece kollarımla sarmak istiyordum
ve benimle birlikte burada yatmanı.
sen arkanı dönüp, benden uzaklaşmak istedin.
kalbimi çıkarıp attın.
eğer burada kalabilseydik neler olurdu?
"Biz" çok güzel olurduk.
dünyayı dolaşır, gökyüzünde uçardık.
en derin denizlerde yüzerdik.
ama sen bende hiçbir şey göremedin.
sen benimkinden çok farklı bi yola saptın.
belki şimdi içimdeki herşeyi görebileceksin.
üzgünüm, herşey bu şekilde olmak zorunda olduğu için.
gözlerin, gülüşün..
artık kahkaha yok.
biz vardık.
Artık yokuz...

Yalnız başına yürü. kemiklerine kadar çıplak.
Bir başka güne kadar, başka bir tane bulacağım, gözlerimin ötesini görebilen.

the deepest of all hearts - my dying bride lyrics

my shamanic dream



I See Deserts On My Flight
I See Dragons In The Glowing Night
The Tigers Of Eternity
Universal As Light

I See
The Desert Queen
I Live
My Shamanic Dream

I Sail My Ship To Sunset Skies
Through The Red Feverous Night
I Leave Behind All Misery
On The Sinking Shore Called Past

The Night Turns To Day
I See The Opening Morn
When I Awake
To Face Reality

betray my secrets - my shamanic dream lyrics

30 Ocak 2009 Cuma

iyi dayanıklılıklar sayın ve sevgili cam

29 Ocak 2009 Perşembe

'' Çıldırmış olmalıyım. Bu sözcükleri uykumda duyuyorum ve her duyduğumda boğazımın gerisinde bir yerde, gırtlağın burunla birleştiği noktada - hani o korktuğunuz da kuruyan bölgede- kumru gibi dem çekiyorum. Sizi yaşadığımız yere götürebilmek için çıldırıyorum...''

Fiili Livata ( Anal seksüalizm, koit anal, pederasti, sodomi)


Cinsel ilişkide anüs'ün (makatın) kullanılmasıdır. Kutsal yapıtlar geçmişte Sodom ve Gomore kentlerinde yaşayan insanların bu tür ilişkide bulunmayı daha çok yeğledikleri ve Tanrı'nın gazabına uğrayıp, yok edildiklerini açıklamaktadır.
Tarihin her döneminde rastlanan bir sapık cinsel ilişki türüdür. SOCRATES, PLATON, Büyük FREDERIC, Paul VERLAINE, WAGNER, Oscar WILDE, SAINT- SAENS, SHAKESPEARE, MICHEL ANGELO,B.CELLINI gibi bir çok tanınmış kişinin aynı zamanda birer sodomist olduğu bilinmektedir.

Amfetamin


Tablet ya da beyaz toz halinde bulunur. Ağızdan alınabilir, damar yoluyla kullanılabilir. Amfetamin, ülkemizde uyarıcı, zihin açıcı olarak bilinmektedir. Amfetamin, performans arttırıcı ve keyif verici etkilerinden dolayı kullanılmaktadır. Sınavlara hazırlanan öğrencilerde, uzun yol şoförlerinde, zamanında yetiştirilmesi gereken işleri olan kişilerde kullanımına sıklıkla rastlanır. Amfetamin alımını takiben şizofreni benzeri bir tablo gelişebilir.

Kalp damarlarının tıkanmasına, beyin damar hastalıklarına, hipertansiyon ve bağırsakların oksijensiz kalmasına neden olur.

28 Ocak 2009 Çarşamba

rein raus

ben biniciyim,
sen de atsın.
ben tırmanırım.
sen de inlersin.
sana fısıldarım
bir iğnenin gözündeki fil
içeri, dışarı!
daha derine,
daha derine.
söyle! Yüksek sesle söyle!
daha derine, daha derine.
derinin içinde iyiyim.
ve bin fil parçalanır.
yolculuk kısa sürdü, üzgünüm
şimdi inmem lazım,
vaktim yokbaşka atlara gitmeliyim
sürülmeyi bekleyen

:p ( sexual) bi şarkı,

rammstein - rein raus
sizler ki benim en büyük yanlızlığımsınız
o, şiddetle çözüldüğüm yağmur gecelerinde
tek başıma
yorulduğum
ihanet replikleri...

küçük iskender

amour

aşk vahşi bir hayvandır.
sizi soluklar sizi arar.
kırık kalplerin üzerine yuva kurar.
ve öpücükler ve mumlar olduğunda avlanmaya gider.
sıkıca dudaklarınızı emer
ve kaburganıza doğru tüneller kazar.
hafifçe kar gibi bırakır.
önce sıcak tutar sonra soğuk sonunda canınızı yakar.

aşk,aşk..
herkes seni evcilleştirmek ister.
sonunda dişlerinin arasına yakalanırlar.

aşk vahşi bir hayvandır.
ısırır tırmalar ve bana doğru adımlar atar.
binlerce kolla beni sıkıca tutar
ve beni aşk yuvasına sürükler.
beni tamamen yiyip bitirir.
ve yıllar sonra beni kusmaya çalışır.
hafifçe kar gibi bırakır.
önce sıcak tutar sonra soğuk
sonunda canınızı yakar.

aşk vahşi bir hayvandır.
onun tuzağına düşersiniz.
gözlerinizin içine gözlerini dikip bakar.
bakışı sizi vurduğunda tılsım bağlar.

lütfen lütfen bana zehir verin...

Amour - Rammstein lyrics çeviri
seni çok mu yanlız bıraktılar sevgilim?

27 Ocak 2009 Salı

ve ben asla umursanmayan biri olamam

senin için ölürüm
seni sadece yanımda hissetmek için ölürüm
benim olduğunu bilmek için

senin için ağlayacağım
yaralarını gözyaşlarımla yıkayacağım
ve korkularını boğacağım

ruhumu kusursuz ve gerçek bir şey için satacağım
senin gibi

gittiğim her yerde senin yüzünü görüyorum
her konuştuğumda senin sesini duyuyorum

senin için yanarım
bıçağı sokup kalbimi kanatırım
onu parçalara ayırırım

senin için yalan söylerim
senin için yalvarırım ve çalarım
senin için ellerimin ve dizlerimin üzerinde sen görene kadar sürünebilirim
sende benim gibisin

kaçırdığım tüm aşkların kutsallığını bozarım
yaşadığım tüm acıları bir kenara atarım
bana inanacaksın
ve ben asla umursanmayan biri olamam

senin için ölürüm
senin için öldürürüm
senin için çalarım

sana inanıyorum
senin için ölürüm

garbage- i would die for you levi versiyonu

özgürlük paylaşılmaz

zavallı sevgilim benim.bilsen sana ne kadar acıyorum. bir iki yalanla, yapaylığınla gerçek yüzünü saklayıp,sonradan öldürücü bir böcek halini aldığın için sana acıyorum.
ben...nereye kadar...dayanırım...hiç..bilmiyorum...
---
milyonlarca insanın içinde koca hiçlik olmanın duygusun bulmaya çalışıyorum.annemin benim için yaptığı bok çeyizleri, kadınların sahiplerini düşünüyorum.
---
mesleğimi sevmiyorum.hayatımın sonuna kadar bu sıçtığımın mesleğini sürdürmek istemiyorum.
---
tüm filmlerin, tüm salak dergilerin canı cehenneme...yalancılar...
---
bir sembol, bir eşya, anlamsız bir ad olmayı zamanla kabullenmek..
---
hiçbir erkek ayaklarıma kapanacak kadar alçalamazdı.
---
kadın olman seni erkeklerden farklı kılmaz.
---
hâlâ öğrenemedin mi? burası cennet değil, dünya. Dünyada yalan söylenir, kalp kırılır ve bencil olunur.
bencillik mi istiyorlar?
ben size bencilliği gösteririm.
---
siz hazır yemeklerin özgürlük koktuğunu da bilmezsiniz.
---
hormon kurbanı
---
fatalist herif
---
özgürlük paylaşılmaz.
---
Kucakla beni sevgilim, öp, haydi!
Durma, beklersen aşk biter.
---
oya şeneldir- çünkü onlar kadın adlı kitaptan sevdiğim cümleler
kitap fazla feminist olarak nitelendirilsede, gerçekleri anlatıyor,çok yazık ki dünya kitapta anlatılanlarla çepe çevre sarılmış durumda,okumanızı tavsiye ediyorum, özellikle evlenmeyi düşünen tipler okusun, ben şahsen evliliği asla düşünmeyen biri olarak(arada bi sevgi ölçme aracı olarak bu bi evlenme teklifimi gibi boktan espiriler yapsamda), bi kere daha ne kadar doğru karar verdiğimi anladım, çünkü anlatılanlar gerçek, salt feminist yaklaşımlar değiller

26 Ocak 2009 Pazartesi

derin öppücük


bu gözyaşları için artık çok geç

işlediğine inandığı günahın hayallerine sızmasına tahammülü yoktu, hayallerinin bile yakalanacağından korkuyordu.
-----

zaman zaman kendini çok güçsüz hissettiğinde birinin kendisine şefkat göstermesini arzulasa da bunun hayatının içinde sürekli bulunmasını istemezdi, saki içinde bir şey katılaşmış,ruhu yanlış kaynamış bir kemik gibi çoktan çarpılmıştı; sadece neyi kaybettiğini görmüş, gizlice, adını bile koyamadan, neyi özlemiş olduğunu hissetmişti..
-----
tapınır gibi sevişiyor, sevişirkende seviştiği kadının bütün bedenine, her parçasına uzun uzun tapındığını hissettiriyordu.
----
tartışmaları,...'ın bilinçdışı bir öfkeyle kırbaçladığı bir kurt köpeği gibi vahşileşmeye ve bir otel odasında açılmış bir bavuldan rastgele çıkartılan parçalar gibi ortak geçmişlerinin orasından burasından çekilip çıkarılan,onların hatırlanmasıyla can acıtan bir hesaplaşmaya dönüşmeye başlamıştı.
----
Büyük, geniş bir deniz gibi yaşıyordu.
Herkes suyun üstünü görüyordu,ama asıl hayatı derinlerde, kimsenin görmediği, bazen kendisinin bile izlemekte zorlandığı diplerde yaşanıyordu, kendi hayatının görünür ve görünmez bölümleri arasındaki büyük fark onun neredeyse görünür herşeyden kuşkulanmasına yol açıyordu.

ahmet altan- aldatmak'tan sevdiğim paragraflar..Bu adam için genelde bi önyargı mevcut toplumda, taraf gazetesinde olmadık yazılar yazıyor,komünist,vs vs. ama beni bağlamaz tüm bunlar, kitap gayet kaliteliydi,zevkle okudum
O kadınların herşeyi ama kadınlar onun hiçbir şeyi olsun istiyordu...
Bazı şeylerin yokluğu, varlığından daha etkili olabiliyordu kimi zaman...

25 Ocak 2009 Pazar

bloodbath


24 Ocak 2009 Cumartesi

vudu


cenin ve ceset


Cenin ve Ceset

Piraye Şengel'in Cenin ve Ceset kitabından ruhuma sızanlar ( alıntılar)

ölüm gerekli bir şey kızım... sıkıldım her şeyden artık. ama isteyince de ölünmüyor ki...
---------------

X, günümüzde tıp biliminin ömrü uzatmakla birlikte bakıma muhtaç yaşlıları da arttırdığını düşünüyordu bu sırada. Belki yaşam uzamıştı, ama sürüne sürüne yaşıyordu çoğu. Bazıları da uzun süre yatalak yaşatılıyorlardı. Modern tıp denilen şey her şeyin doğasını değiştirmişti.
--------------

Neyse! Dert etme, benden kurtulmak istersen zehirleyiverirsin olur biter. İnsanlar eskiden birbirlerini zehirlerlerdi kızım... Birini yok etmek isterseniz en dertsiz olanıdır.
--------------

İnsan olmak istediği şeyi önce hayal etmeliydi.
--------------

İnsanoğlu aslında adi bir yaratıktır.İnsanın kötülük yapamadığı sadece iki hali vardır: Cenin ve Ceset hali. Çünkü isteselerde kötülük yapamazlar.
--------------

Kadının ruhundan sızan bir şey var sanki... Bakışlarına bir film senaryosu yazılır.
--------------

Küçük hikayeler insanın kalbini, büyük hikayeler beynini çarpar.
--------------

Antigone'den;

'' Hayır, hayır! Sizinki hesap kitap dünyasının dürüstlüğü! Benimki ise...
--------------

O, yaşamdan çok ölüme ait.
-------------

Küçümsediğiniz, sinir olduğunuz insanlar, aslında sizsiniz. Çünkü siz biz yok, hepimiz biriz.
------------

İkili ilişkileri beceremiyordu bir türlü. Aslında becermekte istemiyordu. Umrunda bile değildi. Özgürlüğünü engelleyecek hiçbir şeye tahammülü yoktu.
Sorumluluk almak, aşık olmak ya da ''el konulmak'' asla istemediği şeylerdi. Zor da olsa böyle yaşamaktan hoşlanıyordu.
-------------

homongolos: kadın düşmanı
-------------

Aşk, insanın saplantılı bir şekilde başkasını düşünmesiyle kendinden uzaklaşması hali değil miydi?
-------------

Bana doğru gibi gelen hiçbir şey yok ki aynı zamanda yanlışmış gibi gelmesin. Hiçbir şey için ahkam kesmemi bekleme benden, çünkü bende herkes gibi hiçbir şey bilmiyorum.
-------------

Aslında bu ülkenin sorunu ne biliyor musun? Herkesin ilk aklına geleni beğenip sanki 'simya sıçmış' gibi kıymetli sanması. Biraz daha derin bakmayı öğrenmemiz gerekiyor bence.
-------------

Hayat bir keçiboynuzunu kemirmeye benziyordu. Ağzının biraz tatlanması için kocaman bir şeyi kemiriyordun.
-------------

Zeki ve ölümlü bir yaratıktan daha trajik ne olabilir ki?
-------------

güzel konuşan janti adamlar...
--------------

İnsan sadece emeği ile değerli değildir, kendi başına değerlidir bana göre. Ama şimdi işkoliklerle doldu ortalık. Yavaşlık tedavülden kalktı artık. Hep hareket isteniyor insanlardan. Çünkü hareket etmiyorsan çalışmıyorsun anlamına geliyor. Şirketlerdeki hayat bana göre gayri insani. Bu, büyük saçmalıktır. Üç kuruşa insanların bütün zamanını çalıyorlar. Kimliğini yaptığı işle açıklıyor zavallılar.
--------------

Geçmişteki Hristiyanların 7 günahı artık bugün sevaba dönüşmüş durumda. Bu insanların ilişkilerine, ev hayatlarına da yansıyor doğal olarak. Sadakat yok, uzun vade yok, sevdiklerine zaman yok, gelecek korkusu var! Çok mutsuzlar... Oysa insan derin ilişkilere ihtiyaç duyan bir varlıktır. Eğer bu kapitalizm denen vahşi şey uygarlaşmazsa büyük zaiyatlar verilecek dostum!
--------------

Herkes kendi hayatını yaşar, ne olur olsun başkasının hayatını yaşamak istemem.
-------------

Sakatlara, ruh hastalarına, eşcinsellere, sefih insanlara ve uyuşturucu kullananlara zaafı vardı. Ucube insanları seven biriydi. Kendi güzeldi ama ruhu ucubeydi.
--------------

halinde tavrında koyu bir yanlızlık vardı. kırık döküktü sanki kanatları.
--------------

İnsanlar var olduklarını ispatlamak için afra tafra yapıp duruyorlar. Buradayım, ben güzelim, ben bilirim, ben şuyum, ben buyum... Komik! Hem de çok. Hiçbir şey değiliz aslında. Ne yazık ki bunu öğrenmek çok zaman alır.
--------------

Her kim olursa olsun anılar olmayınca bir şey ifade etmiyor...
--------------

Hayat ona taleplerini sıfıra indirmeyi öğretmişti bir süredir...
-------------

Geceye ait her heyi çok seviyordu. Sokak lambalarını, kedileri, dolmuş taşmış çöp kutularını, arada bir sessizce geçip giden arabaları.
-------------

ayak üstü yalanlar
-------------------------------------------------------------------------------------------------

şu sıralar Türk yazarlara sardım. Kaliteli yapıtlarla karşılaşmak beni çok mutlu ediyor. Önce Nevra Bucak, şimdide Piraye Şengel. çok mutluyum eheh. Yaşasın Edebiyat!!! :p

lost soul


görkemli,soğuk ve anlamsızca derin

gözyaşı dökecek yağmuru hatırla(o benim)...
hayata akan nehirleri beslese de bu gözyaşları
unutulmuşluk, çok daha güçlü bir su (içimde)
görkemli, soğuk ve anlamsızca derin...

23 Ocak 2009 Cuma

hey motherfucker!

düşünüyordumda yapmaktan nefret ettiğim şeyleri
bana yaptığın ya da benim sana yaptığım şeyleri
rambo'dan daha çirkin şeyler
robert dole'dan daha iğrenç şeyler
bir delikten çıkan pembe bir şey gibi
al işte, anababayla seks
bu sağcı politikacılar iyce ifrit edince beni

bu pis morukların ödleri kopuyor ya memeden, ya çükten
bende bir şey, bir şey bulayım dedim, ifrit edecek
madem öyle, alın işte ana babayla seks

bu bunak moruklar çalıp çırparlar istedikleri kadar
sonrada kanun çıkarırlar istediğinizi söylemek yasaktır diye
onu yapmak yasak, bnu yapmak yasak
onu içmek yasak, bunu çekmek yasak

bana gelince, benim elimde istatistikler var
belgeler, rakamlar
bunlar ana babalarıyla yattılar
farkındayım, şok geçiriyorsunuz
tamam, durun biraz, nefes alın
hele bir düşünün üzerinde bunun
göreceksiniz doğru olduğunu
öyle utandılar, öyle tiksindiler ki
bilmiyorlar ne halt edeceklerini
ana babayla seks yapmışlar bir defa
gördükleri anneleri
sevgililerinin gözlerine bakınca

aile değerleri adına, soralım şimdi kimin ailesi
aile değerleri adına, soralım şimdi
elimizdeki bilgilere göre, sayın milletvekili
illegal bir ilişki kurmuşsunuz annenizle
vekaleten sekse sayın milletvekili
pezevenklik denir bizim buralarda bilirsiniz
elinizdeki boku cilalıyorsunuz sayın milletvekili
burada, bu şehirde sevgili annesini yatağa atan
destur demeden, prezervatif bile kullanmadan
hürriyetimizin ırzına geçen insanlara
tanrı aşkına, böylelerine verdiğimiz
bir isim vardır
Hey motherfucker!

Lou reed- sex with your parents( motherfucker) lyrics

artık biliyorum

beni istediğini söyledin bu sadece yalandı
beni sevdiğini söyledin bu sadece yalandı

tek ihtiyacım olan gece beni ısıtacak olan biri
denedim bebeğim ama işe yaramadı
artık biliyorum
tek ihtiyacım olan gece beni ısıtacak biri

nasıl yalan söyledin

love lies bleeding



biraz müdahale onu daha güzel kıldı

o küçük bir kaltak

başka bir dünyada yaşıyordu mesajını iletmeye çalıştığı
söylediği sözleri tek kimse bile duymuyor
gözlerinde görmeliler
kafasında neler döndüğünü

o küçük bir kaçak
babasının kızı hızlı öğrendi
tüm o söylemediği şeyleri
o küçük bir kaçak
şimdi geceleri çalışıyor...
sana ihtiyacım olduğunda gözlerimi kapatıyorum ve seninleyim!
ve sana vermek istediğim her şey bir kalp atışı ötede
sevgiye ihtiyacım olduğunda ellerimi uzatıyorum ve sevgiye dokunuyorum
beni sabah akşam sıcak tutacak kadar çok sevgi olduğunu bilmiyordum

kilometrelerce mesafe var aramızda
telefon senin gülüşünün yerini alamıyor
ama biliyorsun...

dışarısı soğuk ama dayan ve benim yaptığım gibi yap
sana ihtiyacım olduğunda gözlerimi kapatıyorum ve seninleyim!

sadece ellerimi uzatıyorum
ve seninleyim sevgilim
örtündüğün battaniyeleri benimle paylaş
çünkü çok soğuk dışarıda, soğuk dışarıda

sakladığın sırları benimle paylaş,
çünkü soğuk içerde, soğuk içerde

hadi yanlızmışız gibi davranalım..

bir şarkı gibi,ama sonuna dek söyleyemezsin

yaşadığımı bile unuttun mu?
artık sahip olduğumuz her şeyi unuttun mu?
unuttun mu, unuttun mu hakkımdakileri?

içimizdekileri, hissettiklerimizi unuttun mu?

bir yerlerde hata yaptık
bir zamanlar çok güçlüydük
aşkımız bir şarkı gibi, bunu unutamazsın

hala aşıktık biz önceden
unutmayacağım, unutmayacağım hakkımızdakileri
yanılıyorum, bir aşk şarkısı değil bu yazdığım
eğer bu acı, şiddetle tattığım
nedeniyse hala bekliyor olmamın
o zaman yanılıyorum, evet yanılıyorum
bir aşk şarkısı değil bu yazdığım

Kafka'nın freudyen öyküsü

Franz Kafka'nın kendi kendisini yargıladığı ve ölüme mahkum ettiği otobiyografik analiz niteliğindeki 'Yargı' öyküsü üzerine...

Kafka, 1912 sonbaharında yazdığı 'Yargı' öyküsünde 'baba - oğul' ilişkisini kendi biyografisi üzerinde işlemiş ve yansıtmıştır.

Kafka'nın 20. yüzyılın başlarında gelişmeye başlayan hemen hemen tüm genç kuşak insanları gibi babasıyla hep sorunları olmuştur. Bunu otobiyografik bir dışavurumla en açık bir biçimde 'Yargı'da anlatmış, kendisini yeniden yaratmıştır. Öykü çok kısa bir özetlemeyle belki şöyle toparlanabilir:

Genç iş adamı Georg Bendemann, güzel bir ilkbahar mevsiminin bir pazar günü görece aydınlık ve insana umut veren çalışma odasına oturmuş Petersburg'da yaşayan sanal bir eski çocukluk arkadaşına mektup yazar, ve 'oyunsu bir yavaşlıkla' mektup kağıdını zarfa koymaya çalışır... Arkadaşı yıllar önce evinden kaçıp Rusya'ya gitmiş, bir mağazada çalışmakta, ama işleri ve diğer arkadaşlık ilişkileri pek de başarılı gitmemekte, oldukça yalnız bir yaşam sürdürmektedir... Kısaca (kaçmış ama) başarısız (da) bir yaşamı olmuştur. Kendisinin işleri ise oldukça iyi gitmektedir. İki yıl kadar önce annesini kaybetmelerinden sonra (eşinin desteğini de yitiren) babası iyice çökmüş, şimdi mağazanın oldukca karanlık ve geri plandaki bir odasında bütün gününü eski gazeteleri okumakla geçirmektedir.. Zaman zaman mağazanın işlerine katılsa da, yönetimin önemli bölümünü çoktan Georg'a devretmesi gerekimiştir. Georg da bu arada nişanlanmış, zaten mektubu da bu eski arkadaşını düğününe davet etmek için yazmıştır... Ancak bu uzaktaki arkadaşından nişanlısının bile pek haberi yoktur.

Georg, yazdığı mektubu cebine sokarken, uzun koridorun sonundaki babasının karanlık odasına girmek ve bu mektuptan onu haberdar etmek gereksinmesi duyar. Babasına Petersburg'da yaşayan arkadaşına yazdığı mektubu gösterir. Babası şaşırır. Ve hatta "senin Petersburg'da arkadaşın var mıydı?" diye sorar. Georg, "evet" diye yanıtlar ve bu konuda bilgiler vermeye çalışır... Sonra da babasının yorgun göründüğünü, dinlenmeye gereksinimi olduğunu söyler... Soyunmasına yardım etmek ister... Babasını kollarına alıp yatağına taşır. Kendi elleriyle babasının üzerini örter... Yorganı omuzlarının hayli üzerine değin çeker. Ayrıca, ayaklarının bile yorganla gereği gibi örtünüp örtünmediğini kontrol eder.

'Ben ölmüş değilim'
Ama tam da bu an'da babası birden yorganı büyük bir güçle üzerinden atar; "Üstümü örtmek istiyorsun hayırsız çocuğum, ama henüz örtülmüş (ve de ölmüş) değilim" diye bağırır... Ve dev gibi bir görünümle yattığı yerden ayağa kalkar. "Sen babanı altettiğini sanıyorsun ama .... baksana sen bana ... sakın yanılmayasın ben hâlâ senden daha güçlüyüm..." der... Öfkesini ve bağırmasının sürdüren baba, oğluna "Seni şimdi suda boğularak ölmeye mahkum ediyorum"... diye kesin 'Yargı'sını açıklar.

Georg, kendisini babasının odasından kovulmuş hissedip dışar çıkar, koşarak ilerideki köprünün korkuluklarına varır, sıçrayıp arkasına geçer... Ve son sözleri olarak "sevgili anneciğim, sevgili babacığım! Doğrusu ben her zaman sizleri çok sevdim!" diyerek kendisini aşağıya suya bırakır. "O sıra köprü üzerinde yoğun bir trafik vardır..." Dostu Kurt Wolff'un söylediğine göre, "en sevdiğim çalışmam" dediği bu öyküde Kafka tam da Freud'un 'Totem ve Tabu'sunun ilk bölümünün İmago dergisinde yayımlanmaya başladığı günlerde kendi kendisinin bir tür otopsisini (otobiyografik analizini) yapmaya, bedensel ruhsal konumunu sorgulamaya, tanımaya tanıtmaya çalışmış.. Daha somut söylersek 'Yargı' öyküsü Kafka'nın Kafka olmasını sağlamış. Sonra da 1919 yılında yazdığı 'Babama Mektup'da bu durum daha da pekişmiştir.

Bu öyküde oğul/Georg, olasılıkla Kafka'nın kendi çocukluk özlemlerini dile getiren uzaklara giden kendi başına bir yaşam kuran, sanal arkadaşını (hiç olmazsa mektup yazarak) anımsayıp iç döktüğü özbenliğidir. Gerçek (reel) oğul, mağazanın yönetimini eline almak üzereyken gene de içinden bir türlü atamadığı bu düşüncelerini babasına anlatmak gereksinimi duyar, düşlerinde olsun duyumsadığı 'suçunu' itiraf etmek, mektubu göstermek bahanesiyle odasına girer... Yorgun, halsiz ve neredeyse ölmek üzere babası onun bu tür 'başkaldıran nitelikteki' düşlerine bile öfkelenir... Birden ayağa kalkar, ve oğulu ölüme mahkum eder...

Oğul bir an biraz itiraz edecek bir şeyler düşünür; kendisine bildirilen 'Yargı'dan ve onun buna uygun hareket etme kararı alışından, kısası yaptığı işten orgazm olacak ölçüde haz duyarak, kendisine söylenenleri yapar. Koşarak gidip kendisini köprüden aşağıya atar... Burada babaya karşı duyulan güç/sevgi ambivalanz duyguları öfke/homoseksüel bağlantıları alacakaranlık bir ortamda çok örtük(müş gibi) olmalarına karşın olabildiğince açık sergilenir. Öykünün son cümlesi çok anlamlıdır, Georg kendisini suya atarken köprünün üzerinde yoğun bir trafiğin olduğu yazılır. (Almancası : "...ging über die Brücke ein geradezu unendlicher Verkehr" şeklindedir. 'Verkehr', Almancada hem iletişim, trafik hem de cinsel ilişki, haz, doyum için sıklıkla kullanılan bir sözcüktür. Kafka bunu (babaya karşı duyduğu homoseksüel duyguyu vurgulamak için) özellikle kullanmış... Ayrıca Max Brod'a öykü tamamlandığı, son cümlesi yazıldığı an'da yoğun bir cinsel boşalma duygusu (ejakülasyon) içinde olduğunu söylemiştir...

Oğul babasını yatağa yatırıp üzerini yorganla iyice örttüğü, kapadığı an'da (bile) baba, insanüstü tanrısal bir güçle ayağa kalkabilmiş... Oğul da büyük bir çaresizlik içinde kendileri hakkında verilmiş ölüm 'Yargı'sını (ilktoplumlara özgü bir tür 'Voodoo ayinlerine' benzer davranışlarla) uygulamıştır... 'Yargı' öyküsünün ardından Birinci Dünya Savaşının başlamasının arifesinde, 1914 yılının Temmuz ayının sonlarında (en geç) Ağustos ayının başlarında Kafka artık insanın 'meta suçunu', insanın 'dünyaya geldiği an'da zaten varoluşsal suçlu olduğu konusunu tartışacağı 'Dava'yı yazmaya başlamıştır... Bu durum yeni yüzyılın insanının otorite karşısında hiçbir itiraz etme gücünde olamayışının bir tür kanıtını (da) dile getirir.

Otobiyografik bir hesaplaşma

Öyküde babasının birden ayağa kalkması Kafka'da büyük bir suçluluk duygusu uyandırır... Nereden gelir bu suçluluk duygusu? Bilemeyiz. Günlüğünde bunun otobiyografik bir hesaplaşma olduğunu yazar... Kafka burada (belki de) kendi durumundan, babası ile olan ilişkilerinden (süper - ego karşısında duyulan varoluşsal bir suç/acı çekme ve de aynı zamanda haz duygusundan) kalkarak 'insanlığın durumunu' (Conditio humana') anlatır. Freud da ileriki yıllarda sıklık, ama özellikle de 1930 yılında yazacağı 'Kültür İçinde Huzursuzluk' yapıtında böylesi 'yazgısı kaçınılmaz olan suçluluk duygusunun' altını çizer. Bu belki de Goethe'nin de vurguladığı, Prometheus'lara özgü/benzer bir suçluluk duygusudur. Ama belki de Kafka'nın inkârı çok daha ileri düzeylerdedir... Yapıtlarda kimi zaman aşılması olanaksız kapalı bir dünya gözlenmez. İnsanlar, insan olmanın aşılması zor hatta çok kez olanaksız yasallıklarını, tıkanan kanallarını aşmaya çalışırlar, içlerinde hep bir umut vardır ama sürekli olarak kapalı kapılara çarpılır. Sonunda suç ve günahın (dahi) söz konusu edilemediği, sadece 'yoksama ve tahribin' bulunduğu bir dünya ile karşılaşılır... Freud'un 'inkarları kendi başkaldırısını çok aşan' ve bir anlamda yurttaşı sayılabilen Bohemyalı, Yahudi yazar Franz Kafka'dan haberdar olmadığını düşünmek oldukça zordur, ama ne yapıtlarında ne de mektuplaşmalarında Kafka'dan söz ettiği görülmez. Bu tavır da olsa olsa 'insanlığın durumu' ile açıklanabilir.

22 Ocak 2009 Perşembe


disconnectus erectus

Beceriksiz ve korkak bir hayvandır. İnsan boyunda olanları bile vardır. Yalnız pençeleri ve özellikle tırnakları cok zayıftır. Dik arazide, yokuş yukarı hiç tutunamaz. Yokuş aşağı, kayarak iner. (bu arada sık sık düşer) Tüyleri yok denecek kadar azdır. Gözleri çok büyük olmakla birlikte, görme duygusu zayıftır. Bu nedenle tehlikeyi uzaktan göremez. Erkekleri, yalnız bırakıldığı zaman acıklı sesler çıkarırlar. Dişilerini de aynı sesle çağırırlar. Genellikle başka hayvanların yuvalarında( onlar dayanabildikleri sürece) barınırlar. Ya da terkedilmiş yuvalarda yaşarlar.Belli bir aile düzenleri yoktur. Doğumdan sonra ana, baba ve yavruları ayrı yerlere giderler. Toplu olarak yaşamayı bilmezler ve dış tehlikelere karşı birleştikleri görülmemiştir. Belirli beslenme düzenleri de yoktur. Başka hayvanlarla birlikte yaşarken onların getirdikleri yiyeceklerle geçinirler. Kendi başlarına kaldıkları zaman genellikle yemek yemeyi unuturlar.
Büyün huyları taklit esasına dayandığı için, başka hayvanların yemek yediğini görmezlerse acıktıklarını anlamazlar. ( bu sırada çok zayıf düştükleri için avlanmaları tavsiye edilmez) İç güdüleri tam gelişmemiştir.Kendilerini korumayı bilmezler. Fakat - gene taklitçilikleri nedeniyle- başka hayvanların dövüşmesine özenerek kavgaya girdikleri olur. Şimdiye kadar hiçbir tutunamayanın bir kavgada başka bir hayvanı yendiği görülmemiştir.Bununla birlikte hafızaları da zayıf olduğu için, sık sık kavga ettikleri, bazı tabiat bilginlerince gözlenmiştir. ( aynı bilginler, kavgacı tutunamayanların sayısının gittikçe azaldığını söylemektedirler) Din kitapları, bu hayvanları yemeyi yasaklamışsa da, gizli olarak avlanmakta ve etleri kaçak olarak satılmaktadır.
Tutunamayanları avlamak çok kolaydır. Anlayışlı bakışlarla süzerseniz, hemen yaklaşırlar size.
Ondan sonra tutup öldürmek işten bile değildir. İnsanlara zararlı bazı mikroplar taşıdıkları tespit edildiğinden, belediye sağlık müdürlüğü de tutunamayan kesimini yasak etmiştir. Yemekten sonra insanlarda görülen durgunluk, hafif sıkıntı, sebebi bilinemeyen vicdan azabı ve hiç yoktan kendini suçlama gibi duygulara sebep oldukları, hekimlerce ileri sürülmektedir. Fakat aynı hekimler tutunamayanların bu mikropları, kasaplık hayvanlara da bulaştırdıklarını ve bu sıkıntıdan kurtulmanın ancak et yemekten vazgeçmekle sağlanabileceğini söylemektedirler. Hayvan terbiyecileri de tutunamayanlarla uzun süre uğraşmış ve bunları sirklerde çalıştırmak istemişlerdir. Fakat, bu hayvanların beceriksizlikleri nedeniyle hiçbir hüner öğrenemediklerini görünce vazgeçmişlerdir. Ayrıca birkaç sirkte halkın karşısına çıkartılan tutunamayanlar, onları güldürmek yerine mahzun etmişlerdir. ( halk gişelere saldırarak parasını geri istemiştir) Filden sonra, din duygusu en kuvvetli hayvan olarak bilinir. Öldükten sonra cennete gideceği bazı yazarlarca ileri sürülmektedir.Fakat toplu, yada tek gittikleri heryerde hadise çıkardıkları için, bunun pek mümkün olmayacağı sanılmaktadır. Başları daima öne eğik gezindikleri için, çeşitli engellere takılırlar ve her tarafları yara bere içinde kalır. Onları bu durumda gören bazı yufka yürekli insanlar, tutunamayanları ev hayvanı olarak beslemeyi de denemişlerdir.

Fakat insanlar arasında barınmaları -ev düzenine uymamaları nedeniyle- çok zor olmaktadır. Beklenmedik zamanlarda sahiplerine saldırmakta ve evden kovulunca bir türlü gitmeyi bilmemektedirler. Evin kapısında günlerce, acıklı sesleriyle bağırarak ev sahibini canından bezdirmektedirler. ( bir keresinde ev sahibi dayanamayarak kaçmışsa da, tutunamayan sahibini kovalayarak, gittiği yerde de ona rahat vermemiştir.)

Şehirlere yakın yerlerde yaşadıkları için, onları şehrin içinde, çitle çevrili ve yanlız tutunamayanlara mahsus bir parkta oturarak, sayılarının azalmasını önlemeyi düşünmenin zamanı artık gelmiştir.

***: hala bu neden bahsediyor diyenler için aşağıda tanımı var.

disconnectus erectus: oğuz atay 'ın kitaplarında [Tutunamayanlar ] kavramlaştırdığı, evrimleşmenin farklı bir boyutundaki insan türü

levi

hiç kimsenin kafesine
koyamayacağı bir kuş...

21 Ocak 2009 Çarşamba

en kral sokak köpekleriyle takılırım ben kışın
kimi zaman,
düşmediğim zamandeniz kıskanır ve ayağıma dalgalarını yollardı
kıramazdım onu, tusinamisini bekledim seneler boyu,
onun bana yaptığı götlüğü
elbette ben de ona yapmayacaktım
belki biraz metabolizmam bozuluyordu ama..
önemli olan dostluk,...

bol alkol ve müzik

Bir oda istiyorum ve bir hafta. Bol alkol ve müzik.
Orada daha rahat kendimi yiyip bitirebilirim.

Hepsi bu...
Sadece oturup beklemek istiyorum...
Ve şair demişti;

“İçmek, içinde boğmaya çalışmaktır sevgiliyi”

Aferin İskender’e, güzel söylemiş şerefsiz…
''Aynı mezar içinde yatıyorum katilimle, bütün ölüler ve diriler ile birlikte."

20 Ocak 2009 Salı

İntahar Adresli 1. Mektup

Sevgilim, güzel gülüşlüm benim;

bugün 17 Şubat. Düşünebiliyor musun seni görmeyeli 78 gün oldu.

Huysuzum benim; bir hafta önce doğum günündü ve ben yanında yoktum. Ki, bilirim sevmezsin böyle şeyleri. Ama ne bileyim yanında olmak için, senin gibi bahaneler uyduruyorum belkide. Keşke diyorum, keşke; telefon kullanmama kararını bir kaç yıl erteleseydik. Sesin yankılanıyor bu soğuk şehirde. Ve ben kendimi buza kestiriyorum.

Kimbilir nasılda uzamıştır sakalların. Her gün o traş losyonunu sürüyorum yüzüme, gözüme, her yerime. En çokta sol göğsümün üzerine yani senin değiminle "en sen yerime". Son mektubunda yer alan şiiri kocaman harflerle odamın duvarına yazdım siyah ruj eşliğinde. Yine kısa bir roman göndermişsin bana. Birbirimizden habersiz nasılda aynı şeyleri yazabiliyor ve ne kadar benziyoruz biz böyle birbirimize?

Ayrıca; yazdıklarından anladığım kadarıyla Türkiye!de siyaset yine yolunda gitmiyor. Ve buna sinirleniyorsun. İşte burada başlıyor seni sevmelerim. Kocaman bir vicdanın var, kocaman bir yüreğin.

İyi kalplim benim; nasılda özledim o sinirli hallerini bir bilsen. O anlarda gözlerin herkesten, herşeyden önce başlardı gülmeye. Bu arada şuan Metin-Kemal - Ferfecir dinliyorum. Söz verdiğim gibi kendime. Hatırlarsın dinlemekten asla bıkmazdık. Hatta bana ilk dinlettiğin gün yaşananlar bile aklımda;

Çanakkale'deydin. Gel, sayılarla aramı düzelt, finallere çalıştır beni. Yoksa seni özlemedim, demiştin. Ah güzel gülüşlüm; sen kaç kere seni özledim gel dedin ki? Hep komik bir bahanen olurdu, her dem beni sana tekrardan aşık eden. O gün bir ev nasıl harabeye çevrilir senden öğrenmiştim. Mahfetmiştin güzelim terası. Şarap şişelerinden yeni bir dünya kuracağım deyip duran halini o gün iyice anlamıştım. Sayamayacağım kadar çok şarap şişesini üst-üste, yan-yana dizmiş, anlayamadığım şekiller oluşturmuştun. Bir ara gözüm kitaplığa gitmiş ve beni deli gibi mutlu eden şeyi görmüştüm: Kırık camları bir karton üzerine yapıştırıp o hiç sevmediğim adımı yazmıştın. O gün adımı sevmiştim. O gün beni nasıl mutlu ettiğini içimde koşan, oynayan, uçan çocuklar bile tahmin edemezdi. Sen terasın balkonundan denizi ilizyor, ben ise evi toparlamaya çalışıyordum kabaca. Ama bir süre sonra bunu başaramayacağımı anlayınca yanına gelip arkadan sıkıca sarılmıştım sana. Biliyorsun boynundan öpmeyi çok severim. Boynun öylesine benim ki, öylesine güzel. Boynundan öpmüştüm.. Birden, deniz böyle izlenmez deyip yerinden kalktın. Denizi izlemenin bir adabı, sanat yanı olmalı diye mırıldandın, duydum. O an çok iyi hatılıyorum Hakan Yeşilyurt - Piraye çalıyordu. Şarkıyı yarıda kesip bir başka şarkı açtın. Ve işte ilk o zaman dinlemiştim bu parçayı: Ferfecir. O günden sonra eksik olmadı kulağımdan.

Sevgilim, derslerin yine kötüymüş. Okuldan kovulmayla tehdit edildiğini yazmışsın. Ne olur bir sonraki mektubunda bunun koca bir şaka olduğunu söyle. Biliyorsun annen sana çok düşkün. O'nu ve sevgilini üzme. Kalkıp; tabii, sessiz kalmak her zaman en kolay. Senin doktor olmana az kaldı, pek öğrenci sayılmazsın. Savur neşteri özgürce diye yazacaksın yine sinirli harflerle biliyorum. Ama birazcık çalışsan çok rahat geçeceğini de biliyorum derslerini. Lütfen birazcık beni dinle.

Şey, söyleyeceğim işte!

78 gün oldu. İçimdeki bu sancı ve endişe ölme hissini uyandırıyor bende. Ölmek istiyor, olmamak istiyorum senden uzakta. Bazen senden gizli gelmek istiyorum yanına. Ama korkuyorum bu yaptığıma kızıp kapılarını açmazsın diye.

Kaba sevgilim benim.. Bugün bugün bu cümleye benzer ne çok şey yazdım değil mi? Bundan sonra da yazacağım. Karşı koyamıyorum içimden dışıma çıkanlara. Ki içimde bir tek sen.

Yine bu arada, dinledin mi bilmiyorum; Mor ve Ötesi Küçük Sevgilim diye bir parça yapmış. Nasıl yakıştırıyorum sana anlatamam, küçük sevgilim benim: Çok izledim seni çok.

Uzun mektup yazmamı istemiyorsun biliyorum. Ama gönderdiğin kitabı okuyup hemen ölmek istiyorum: Parmak izlerinin canı akmadan, yok olmadan. Ve ancak bu kadar kısa yazabiliyorum. Ne olur mektup eline ulaşır ulaşmaz cevap yaz. Uzun yaz, çok uzun yaz sevgilim. Ne olur çok uzun. Ve mektubunda de ki: Gel! Gelme dediğin her gün neşter biraz daha yaklaşıyor bileklerime. Bu özlemeyi ibadet sayan sevdiğine kızma.


De ki sadece; gel!
Yüzü yağmurla bıçaklanmış bir sonbahardı
basitliğiyle
gerisin geriye çekilirken boz örtüler altında İstanbul
beni hırpalayanlar topu topu üç beş adamdı

küçük İskender

cennetim


Herkes kendini kandırır.
Ve asırların nankörü bundan zevk alır.
Köle olduğunu anlamadıkça köle olarak kalacak.
Korkularından kaçtıkça daha kırılgan olacak.
İnsan, yeni zincirler değil, yeni özgürlükler peşinde koşmalı.
Ben, şu kıyılar, dağlar ve gökyüzü, neye tanıklık ettiğimizi iyi biliriz.
'' Yüzler gerçek değil.
Güz herşeyi anlattı bir kez daha.
Yalnızsın, bunu bil.''

19 Ocak 2009 Pazartesi

Gece, Müzik, Şarap ve ateş!

Eğilip dinliyorum derinlerdeki ezgini...

Gece mor perdesini ağır ağır koyultuyor... Yıldızlar usul usul yerleşiyor gökkubbeye... Ay düşürüyor altın yüzünü denize... Şölen az sonra başlayacak... Her şey onlar için hazırlanıyor... Bir kadınla bir erkek için... Kadın, davetten ayrılıp kıyıya iniyor. Ardındaki neşeli sesler, kahkahalar gitgide azalıyor. Sevmiyor kalabalıkları. Yakınlardaki yalılardan birinde arp eşliğinde Ave-Maria'yı duyuyor. Arpın su gibi akan ezgilerine sopranonun pürüzsüz sesi karışıyor. Schubert! Ah, Schubert! Kadın içini çekiyor, elindeki kadehten kırmızı şarabını yudumluyor. Bir zamanlar o da söylerdi Ave-Maria'yı, piyanodan forteye gizemli bir yükselişle... Gözleri sulanıyor. Artık yıllardır söylemiyor, vazgeçmiş, vazgeçirtmişler... Viyana'da eğitim düşleri! Umutlar sönmüş, çoktan unutulmuş... anımsamak istemiyor... soprano yeniden yükseliyor; Ave-Maria! Kadın için bu lirik bir yakarış, açının derin içtenliği, öylesine sakıncasız, kendini bırakış... Teslimiyet!..

Erkek onu, yalnızlığının derinliğinde en duyarlı anında yakalıyor. Kadın öylesine dalmış ki, omuzuna dokunan tüy hafifliğinde, öte yandan sıcacık dokunuşla irkiliyor, "Nasılsın?" diye soruyor erkek. Kadın dönüp ona yalnızca gülümsemekle yetiniyor. Göz göze geliyorlar. Bu aslında şarkını büyüsü. Ave-Maria'nın, içe işleyen gizemli o büyük duanın...

"Onu tanıyorum," diyor erkek."Kimi?" diye soruyor kadın. "Ave-Maria'yı söyleyen sopranoyu. Yaz dinlencelerinde dostlarına evinin kapılarını açar, özel dinletiler verir."

"Onu tanımak isterdim."

"İstersen, oraya gidebiliriz. Bu gece zaten davetliydim."

"Neden gitmedin?"

Erkek yanıtlamıyor, gözlerini kadına dikip hemen uzaklaştırıyor. Sonra yumuşak bir sesle,

"Seni oraya götürmemi ister misin?" diye soruyor.

"Onu konuklarıyla birlikte değil, buradan dinlemek istiyorum."

"Nasıl istersen", diyor erkek, her zamanki doğal, baştan çıkaran ağırbaşlılığıyla. O sırada soprano Ave-Maria, diye yeniden yükseliyor. Ezgi öylesine lirik, öylesine şiirsel ki, kadın dayanamıyor, erkeğin varlığına karşın, bu şiirselliğe eşlik ediyor. Birlikte yükseliyorlar. Ave-Maria! Ave-Maria! Schubert!i birlikte bitiriyorlar. Erkek ilgiyle bakıyor kadına. "Ne güzel söylüyorsun." Uzun yıllardan sonra ilk kez birinin yanında şarkı söylüyor kadın. Erkek bunu bilmiyor. Kadının onu yazarak 'Gece'nin içine çektiğini de.

"Senin yanında rahatım," diyor kadın.
"Peki, partide neden yanıma gelmedin?"
"Çevrende pek çok kadın vardı."
Gülüyor erkek;"Sen de kalabalık bir topluluğun ortasındaydın."
"Evet, sonra sıkılıp buraya kaçtım."
"Bir ara seni gözden yitirdim, denize doğru indiğini gördüm. Ardından geldim."
"Teşekkür ederim, beni bu şarkıda yalnız bırakmadığın için. Bir zamanlar şarkıyla dile getirirdim yakarışlarımı, artık yazıya sığınıyorum."
"İlginç, yine de güzel. Şey..."
"Evet?""Konservatuar yıllarından kalan bir giz varmış yaşamında, öyle söylüyorlar."
"Hiçbir şey yok. Ben yalnızca edebiyatı seçtim, hepsi bu."Erkek gülüyor;"Yazarlar gizemli insanlardır, pek tekin değillerdir."

"Yalnızca yazarlar mı," diye anlamlı bakıyor erkeğe kadın. Erkek yanıtlamıyor. Bir süre sessiz kalıyorlar. Soprano artık söylemiyor. Yalıdaki dinletinin bittiğini anlıyorlar. Bir kez daha göz göze geliyorlar. Kadın, erkeği kim bilir bir daha, nerede, ne zaman göreceğini bilmiyor. Sürekli rastlantılarla karşılaşmışlar. Belki de, acıtan büyü orada başlıyor. Aşksızlıkta, yalnızca cinselliğin varolduğu ten ülkesinde... birbirlerine güvenemiyorlar...

"Benimle gelir misin?" diye soruyor erkek. Yumuşak, doğal bir sesle. Aşksız, yine de sevecen. Kadın şarabından koca bir yudum alıyor, boşalan kadehi denize fırlatıyor. Erkek, "Evimde arpım yok, sopranom da," diyor "ama CD'lerim var."

Erkeğe bakıyor kadın, "Neden olmasın?" Sonra kendine şaşıyor. İlk kez kendi kendinin tutuklusu olmuyor. İstediği, sıradan bir ilişki değil. Erkek de ona biraz şaşmış gibi, ya da kadın öyle sanıyor. Birbirlerini fazla tanımıyorlar, ortak arkadaşları var. Erkeğe kadını, kadına da erkeği anlatmışlar;" O, bağımsızdır, Avrupalı bir erkek gibi yaşar." Sanki Avrupalı bir erkeğin duyguları yokmuş gibi...

Kıyı boyu yan yana yürüyorlar. Geceye, müziğe, şaraba hazırlanıyorlar. Kadını erkeğin yanında yürüten güç ne, nerede kaynağı? Erkekten gelen, adı konulmayan o gizil çekim mi?Eve girerlerken kadın alçak bir sesle, "Ben artık kendime izin verdim," diyor.

SABAH

Günün ilk ışıklarıyla birlikte kadın gitmeye hazırlanıyor. "Henüz erken,"diyor erkek uykulu bir sesle. "Biraz daha kalamaz mısın?" "Yalnızca erken olduğu için mi kalmamı istiyorsun,? Diye soramıyor kadın. Gitmek istediğini söylüyor, ondan ayrılmak istemese de. Erkek, içe işleyen sesiyle, "Kalmanı istiyorum," diyor.

Kadının artık rol yapacak gücü yok, kalıyor. Erkek yeniden kollarına alıyor kadını. Kadın başını erkeğin göğsüne yaslarken, "Sana bin bir gece değil, bir gecelik düş anlattım," diye fısıldıyor. Kadını kollarında biraz daha sıkıyor erkek, "Kimseye sözün yoksa, bana bu gece de başka bir düş anlatır mısın?"

"Bende düş bitmez," diyor kadın.
Erkek aynı ses tonuyla,"O zaman?" diye soruyor.

Kadın, güç duyulan bir sesle, "Elbette anlatırım, benden istemeni bekledim yalnızca," diye yanıtlıyor.

Erkek daha sıkıyor kadını kollarında, kadın başını biraz daha gömüyor erkeğin göğsüne.Birbirlerinin kollarında, tenlerinde, kokularında uyuyorlar.

Nevra Bucak

düş kadehi



bu kadeh, düş kurmak, kırmızının, kanın, acının, aşkın içinde boğulmak için ideal
Kız çok gençti. Aşkın (kış) uykusuna yatmıştı. Erkekler artık onu sevmeyecek, onunla sevişemeyeceklerdi. Adam böyle istemişti. ...
"Dalgın ve üzüntülü yürüyordu. Oyunlarından yorulmuş görünüyordu. Bütün oyunları ciddiye almaktan yorulmuştu."

tutunamayanlar'dan :)

gece, kadın,kız ve adam

Yırtılan gecenin içinde sözcüklerle oynuyor kadın. Düşlerini, gözyaşlarını, maskeli kahkahalarını karanlığa taşıyor.
İrkilten bir tutkuyla kahramanlarını düşünüyor.
Gecelerini satan o küçük kızı... Sakıncalı, sıradışı, öte yandan karşı konulmaz çekicilikteki o adamı...Kızı aşağılayarak acımasız bir yabanıllıkla seven adamı...Onların uçurumun kıyısında seviştiklerini biliyor...
Kadın, onları unutmak istiyor. En çok da adamı, kızın tek müşterisi olan adamı...Onların uçurumun kıyısında seviştiklerini biliyor...
Kadın, onları unutmak istiyor. En çok da adamı, kızın tek müşterisi olan adamı...Adam kadının düşlerine giriyor, uykusunu parçalıyor. Artık güneşler doğmuyor düşlerinde. Hep gece...
"Kurtar beni ondan!" diye bağırıyor kız.
Yakarıyor."N'olur, hiç olmazsa öykülerde yüzümü güldür."
"İstesem de seni kurtaramam," diyor kadın, "sözcüklerle dilediğim gibi oynayamam, yaşam bana izin vermez."
Kız acıyla hıçkırıyor. Ten zevki için kendisiyle yatan adamı anlatıyor kadına. Kızı, okşamadan, öpmeden yalnızca bacaklarını ayırmasını söyleyen adamı... Bir gün ona başkaldırdığını söylüyor, ona karşı gelip öpülmek, sevilmek de istediğini; kaçıp gittikten sonra adamın nasıl çılgına döndüğünü, adeta delirdiğini gülerek ağlayarak anlatıyor kız. Anlattıkça coşuyor. "O, beni geri istiyor, yalnızca tenimi değil, yüreğimi de... Yeniden yırtmak, parçalamak için."
"Kaç, ondan," diyor kadın."
Ondan kaçtım, arayıp buldu. Artık beni yavaşça öldürüyor!

Kumsaldalar. Gecenin içinden dalgalarını kayalara vuran görkemli hışırtısı yükseliyor.
"Neden yazıyorsun?" diye soruyor kız. "Kendini onarmak için mi?"
" Kimileyin boğulur gibi oluyorum. Soluklanmak, öte yandan yaşadığıma, her şeye karşın hâlâ sevebileceğime inanabilmek için yazıyorum." Kadının sesi dalgaların hışırtısına karışıyor. Kız ağlıyor. "Denize gir," diyor kadın, "sana iyi gelir."

"Kız, artık ona hiçbir şeyin iyi gelmediğini söylüyor.
"Onun kokusu, gücü, tutkusu, her şeyi benimle birlikte, içimde en derinlerde..."
Kadın, suya giriyor. Arınmak için soyunuyor denizde. Belki de, geceye, kıza, adama teslim olmamak için. Karanlık su onu usulca içine, çekiyor, gecenin çektiği gibi...
Onları görüyor. Kıyıdalar. Kızla adam. Yine birlikteler. Kız, adama dokunmak istiyor. Her yanına. Adam da kıza. Birbirlerine karşı koyamıyorlar. Bunca acı, bunca nefret, bunca şiddetten sonra... Denize giriyorlar. Su bellerine dek geliyor.
Adam suyun içinde istekten titriyor. İrkilten bir yabanıllıkla sahip oluyor kıza. Kız başını arkaya atmış, gözleri açık, geceye bakıyor. Küçük çığlıklar atıyor adamı içine alırken.
"Sen yalnızca benimsin, beni bırakırsan seni öldürürüm."
Kadın, adamın tehditlerini duyuyor, sonra inlemelerini ve kızın kuş cıvıltısını andıran, baştan çıkaran küçük, kesik çığlıklarını... Onlardan kaçmak, uzaklaşmak istiyor.
Adamın aşk hastası olduğunu biliyor, kızı da hasta ettiğini... Kadın, adamın ona yaklaşamayacağını da biliyor...Ta en başından, yüzyıllar öncesinden biliyor... Öte yandan onu hem istiyor hem de istemiyor... o küçük kız gibi...
Uzaklaşıyor onlardan. Kız ağlıyor, bağırıyor ardından. "Gitme, onu seninle paylaşmak istiyorum. Biraz olsun yükümü al üzerimden. Götür onu, aşkına karşı koyan puslu yüreğiyle birlikte!" Kaçmaya çalışıyor adamdan.
"O, senin" diye sesleniyor kadın, "onu sana verdim!"
"Neden beni üzmeyen birini vermiyorsun bana?"
"O sana âşık," diye yanıtlıyor kadın. "Onun aşkı böyle!"
"Yetmiyor. Benim onunla yarınım yok."
"Kimsenin yarını yok", diye bağırıyor adam. Yakalıyor kızı. Onun ay ışığında fildişi gibi parlayan omuzlarından tutup kendine çekiyor. Dudaklarını, kızın soluk kesen yüzünde, gözlerinde, boynunda, göğüslerinde gezdiriyor.
"Seni artık istemiyorum," diyor kız. "öldürüyorsun beni." Adam kızın uzun saçlarından tutup çekiyor, çekerken aynı acımasızlıkla yeniden sahip oluyor ona, dalgaların arasında. Kızın başı dönüyor, kendini yitiriyor.
"Ona başka bir kahraman bulursan, ikinizi de yaşatmam," diyor adam kadına. Hâlâ kızın içinde. Çıkamıyor bir türlü. Deniz usulca açılıyor, ikiye bölünüyor, adamla kızı o durumda, birbirlerine kenetli çiftleşirken içine çekiyor. Kadın, gözlerinde yaşlarla uzaktan izliyor onları.
Denizden çıplak çıkıyor. Acılarla yoğrulan tenine yansıyor ay ışığı. Adamın sesini derinlerden duyar gibi oluyor:
"Beni istemiyorsan neden yarattın?"
''Seni değiştiremezdim. Böyle olduğunu bilmiyor değildim. Lanet olsun, ben de sana âşıktım!"
"Ama teslim olmadın?"
"Olmadım , senin gibi!"
Üşüyor kadın. Biri onun üzerine gece mavisi bir pelerin atıyor. Kadın, gecenin şairini tanıyor. Ansızın ortaya çıkar, yalnızca geceleri dolaşır. Yıldızlardan, ay ışığından süzdüğü dizelerle oynar...
Yalnızca, "Gel," diyor gecenin şairi, gizemli, baştan çıkaran sesiyle.
"Gel!"
Kadın, onun nereden, hangi koyu gölgeli yasaklı, yorgun kentlerden geldiğini biliyor... Üzerine atılan pelerine karşın,

hâlâ üşüyor...

Çok üşüyor...

Nevra Bucak

yazmak istemediğim hikayeler

En son o da yüzüne kapatıvermişti telefonu; hem de hiçbir şey söylemeden. Yıllar birçok şeyi unutturmuş olsa bile, sesi hep aynı kalmıştı. Sesinden tanımış olmalıydı onu. “Hiç değilse ötekiler gibi, kedilerim, para durumum ve hayatta artık ne yapmam gerektiği ile ilgili bir söyleve girişmedi” diye geçirdi içinden. “Borç isteyeceğimi hissetmiş olmalı. Ne olacak, erkek işte!” diye söylendi. Erkek kedilerin tek düşündüğü şey zaten hep o iş değil miydi? İşleri biter bitmez kaçıp yok olmazlar mıydı? Yıllar sonra da arada bir ortaya çıkar ve akıl vermekten başka hiçbir işe yaramazlardı. Hele o yeni doğan yavruları niçin korunmasız bulunca yerlerdi ki? Dişi onlara yine yüz versin, diye değil mi?

Erkeklerden uzak durmalı, yavruları da onlardan uzak tutmalıydı. Yeni doğmuşlar aklına gelince, birden yerinden fırladı. Yeni yavrular ile daha kısırlaştırtamadığı dişileri kapattığı o odanın kapısına koştu. Koşarken de göremediği bir kedi kakasının üstünde ayağı kaydı. Neredeyse boylu boyunca koridora uzanıverecekti; son anda kurtardı kendini. Neyse ki kapı kapalıydı, açık unutmamıştı. Dişiler güvendeydi. Geçen seferki unutkanlığının sonucu o sekiz yeni yavruydu çünkü. “Olsun! Onlara da bakar, büyütürüm!” demişti. “Kim bilir bazıları ile nasıl da sevişiriz biraz büyüyünce?” Eli sütyeninin yenik meme uçlarına gitti. Her iki sütyeninin de meme uçlarına gelen yerinde çevresi yenmiş, büyükçe birer delik vardı. Her iki meme ucu da oradan dışarı fırlamıştı; neredeyse her an emilmeye hazırdılar. O ilaçları almaya başladığından beri memeleri büyümüş, süt gelmeye başlamıştı. Yavru pisiler de onun çocukları sayılmaz mıydı? Dilini bile emdirmiyor muydu onlara?

Telefon defterini bir kenara fırlattı. “Hepsinin canı cehenneme!” dedi. Hayır, artık kesin olarak kararlıydı. Eski defterleri bir daha hiçbir zaman karıştırmayacaktı; yeniler ise zaten çoktan tükenmişti. Ne ki parası da tükenmişti. Erken emeklilik de bir yarar sağlamamıştı. Eline geçen paralar hep hızla tükeniyordu. İki üç ayda bir taşınmak zorundaydı. Bu ev sahibi de gelip kapısını yumruklaya yumruklaya “Herkesi kandırdın! Nedir bu pislik? Apartmanın içine kokudan girilmiyor!” diye bağırmış, ay sonuna kadar evi boşaltıp temizletip badana yaptırmadığı takdirde belediyeye gidip kedilerini zorla attırmakla tehdit etmişti. Bu ise yeni bir ev, yeni harcamalar anlamına geliyordu. Kedilerin vitaminleri, ilaçları ve kısırlaştırma ameliyatları da bayağı tutuyordu. Fazladan hiçbir harcama çıkmasa bile eskiden borç aldığı birisi gelip şimdi de her üç ayda bir neredeyse gırtlağına basıyor, elindeki bütün parayı alıveriyordu. “Sana borç veririm, ama kedilerine değil” deyivermişti bir zamanlar en yakını olan o arkadaşı bile.Bir panik kapladı içini. “Pisi pisilerim ve ben aç kaldık. Hem de günlerdir!” diye tırnağını kemirmeye başladı. Kendisi o kadar önemli değildi. Zaten son zamanlarda durmadan makarna yemekten iyice şişmanlamıştı. Sonunda biraz zayıflardı ve bu da iyi olurdu, ama ya pisiler? Ya yeni doğanlar? Birkaç gündür memelerinden süt de gelmiyordu. Kedileri ile birlikte o da giderek huzursuzlanıyordu. Evin her yerinden, yatak odasından, koridordan, kapısı kapalı o odanın içinden, mutfaktan kedilerin sesleri geliyordu. Birbirlerini tırmalıyor, zaman zaman da ikişer, üçer gruplar halinde birbirleri ile dalaşıyor ve avazları çıktığı kadar bağırıyorlardı. Havada kedi tüyleri uçuşuyordu. Bağırışlar şiddetlenince, apartmanı, mahalleyi ayağa kaldırmasınlar diye bir süre için pencereleri bile kapatmak zorunda kalıyordu o zaman. Gidip kavgaya tutuşanları yatıştırıyor, onlara yemeğin çok yakında hazır olacağını söylüyordu. Ne ki, kısa bir süre sonra günlerdir evin içinde birikmiş kedi idrarı ve kakasından oluşan o yakıcı havaya kendisi bile katlanamaz oluyor, gidip yine pencereleri açıyordu. En son gelen temizlikçi bile on dakika dayanamamış, yol parasını bile istemeden kaçıvermişti. Kediler üçüncü kattan aşağıya düşmesinler diye pencerelere tel bile taktırtmıştı. Tele kadar sıçrıyorlar, bazen tırnakları tele takılıyor, kurtuluncaya kadar da öyle asılı kalmış, bağırıp duruyorlardı. Bazıları da gelip hafifçe ayaklarını, ellerini tırmalıyor, ısıracaklarmış gibi yapıp kaçıveriyorlardı; onlar kendisine hep yakın olanlardı.

Bir tanesini daha küçücük bir yavru iken yolun kenarında buluvermişti. Açtı ve öylece bir kenara sinmiş ağlayıp duruyordu. Yavru pisi onu görür görmez kafasını ona doğru çevirmiş neredeyse yalvarmaya başlamıştı. O da “İşte koruyucu meleğin geldi!” demiş ve kaptığı gibi eve getirip ötekiler ile tanıştırmıştı. Sanki bunu anlamıştı pisi. Yanından hiç ayrılmamıştı o günden sonra. O da annelik yapmıştı yavrucuğa. Böyle birkaç tane daha vardı. Onun eline doğmuşlardı ki soyunup pisilerinin yanına uzandığı zaman onları başka bir odaya götürüp kapatırdı.

Yiyecek birşeyler istiyorlardı birkaç gündür. Geriye tek birşey mi kalıyordu? Biraz daha düşünmeliydi, ama düşünecek birşey mi kalmıştı ki? Belki o güne kadar hiç borç istemediği, aramadığı birisi kalmış mıdır, diye sordu kendi kendine.Uçan kuşa borcu vardı. Bunu herkes biliyordu. Yüzünü kızartıp kimden biraz birşeyler isteyebilirdi şu anda? “Hayır!” diye düşündü, artık kimseden birşey istemeyecekti. Böyle durumlarda içtiği haplardan birisine uzandı eli. Bunalıma karşı son umut... Hem kendi açlığına hem de pisilerinin açlığına karşı son çare... Pisi pisileri için en güzel ziyafet! Bütün dünyanın umudu bunlara kalmamış mıydı? Herkes leblebi gibi kullanıp duruyordu. Bir başka son umut da aslında en son tanıştığı, daha doğrusu yıllar önce tanışmış olup da yıllar sonra aradığı o müzisyen eskisi olmamış mıydı? Belki birşeyler de olurdu aralarında. Hem “Kedileri çok severim ben” dememiş miydi? Ne ki kapıdan içeri adımını atar atmaz, arkasını dönmüş, “Kusura bakma, sonra uğrarım ben!” diyerek öğürmeye başlamıştı. “Bunlar da senin için” dedi, “Mide bulantına iyi gelir. Kimbilir bana gelirken kafanda ne hayaller kurmuştun?” Evet, çözüm yolunu bulmuştu şimdi. Bütün hepsini bitirecekti. Eline ne geçerse!

Evin içini sıcak mı basıyordu, ne? “Belki de pencerelerden birisini açmalı. En iyisi yine soyunmak,” dedi kendi kendine, “Bak sana hayal ettiklerini de göstereyim.” Elbisesini, iç çamaşırlarını yavaş yavaş çıkarırken pisi pisilerini de yanına çağırıyordu. Çamaşırlarını sallayıp sallayıp oyunlar yapıyor, onları havalara zıplatıyordu. Yatağının üzerine çırılçıplak uzanıverdi. Birkaçı üzerine atladı hemen. Orasını burasını koklayarak gezinmeye başladılar her yerinde. Gıdıklanıyor, kedi pençelerini çıplak bedeni üzerinde hissetmekten tuhaf bir zevk alıyordu. “Birlikte müzik mi yapacağız sanıyordun? Gelin pisilerim, gelin!” diyerek ötekileri de yanına çağırıyordu. “İşte, ben de pisi pisili Madonna’yım. Sahneye de böyle çıkmalıydım. Çırılçıplak ve bütün bedenim pisi pisilerim ile kaplanmış!... Sahnenin orta yerine böyle uzanmalıydım. Kediciklerim de üzerimde oynaşıp dururlardı. Her yerimi onlara vereceğim işte. Size hiçbir şey kalmayacak. Bu haplar da o alkışlar için!...”

Ya o sarhoş herif? Ona ne demeli? Ne kadar da gençti o zamanlar! Koca bir şişeyi devirivermişti de sonra “İlk erkeğin ben olacağım” diye tutturmamış mıydı? Bıyıklarını orama, burama sürtüp beni uyarmak için nasıl da uğraşmıştı? “Hani boşanacaktın da evlenecektik? Bak, bunlar da nikah şekerlerimiz yerine... Pembe hapları bunun için ayırdım. Sen de al. İyi gelir! Pisi pisiciğim, fazla acıtma canımı ama öyle. Ne biçim ısırmak bu böyle?”
Hele herkesin en akıllısı geçinen ne demişti elini bacağında gezdirip okşarken? “İyisi mi sen sokak kedilerinin sayısını azalt. Birilerine filan ya da bir kedi çiftliğine ver onları. En iyisi şu iyi cins olanları çoğalt ki bize para da kazandırsınlar. Meraklılarına yüksek fiyattan satarsın! Yoksa birlikte hiçbir zaman yaşayamayız!” Peki sokak kedileri ne olacaktı o zaman? O zaman onlara kim bakacaktı? “Bu yeşil haplar da senin için!” dedi, “Sokak kedilerinden kurtulmak isteyen senin için!” Gitti, kasetçalara hareketli bir parça koydu, “Hem de biraz dans etmiş olursun” diye ekledi.

Kendini yavaş yavaş bırakmaya başladı. Bu kadar hızlı etki yapacaklarını tahmin etmemişti. “Pisi pisilerim için en güzel ziyafet ve yemek müziği!” dedi kendi kendine, “Onlar bunun ancak tadını alabilirler, ama niçin olduğunu bir tek ben biliyorum!”

O sıralarda hâlâ kendindeydi; birşey hissetmemeye başlamıştı, ama hâlâ geriye dönüşü vardı herşeyin. Gözlerini kapadı. Kedilerin biri gelip diğeri geçiyordu üzerinden. Hepsi de onu ne çok sevdiklerini gösteriyordu. Hepsi de ondan bir parça koparıp gidiyordu. Etinin yavaş yavaş bir tüy yumağına dönüştüğünü ve kendisinin de bir pisi pisi olmaya başladığını hayal ediyordu. Onlarca kediye bölünmek nasıl bir mutluluktu ki? Birden aklına o çocukluk aşkı geldi. Gülümseyen yüzü ile ona bakıyordu. Bir tek o mu sevmişti onu da şimdi böyle hâlâ kapıda elinde bir demet çiçek ile bekliyordu? “Pisi pisilerimin yalnız prensi... O bembeyaz yavrucukları da nereden bulmuş öyle? Beni o zaman gerçekten sevdiyse, şimdi de tabii ki gelecekti” diye geçirdi içinden, “Pisi pisilere birşeyler versin, bari!”

Refik Algan
İşleyebileceginiz en büyük günah, başkasından nefret etmek değil, ona kayıtsız kalmaktır.

George Bernard Shaw



unutuşun melankolik çiçekleri büyüyor


17 Ocak 2009 Cumartesi

İsrailli Savaş Karşıtı Gençler 7 Aydır Hapiste



Filistin'in işgaline karşı çıkarak İsrail ordusunda görev almayı reddeden 'shiministim' adlı 17-19 yaşlarındaki vicdani retçiler aylardır cezaevlerinde tutuklu.

İsrail'in Filistin'e yönelik operasyonu tüm dünyada tepki toplarken anti-semitik söylemler de artış göstermeye başladı. Ancak İsrail'deki savaş karşıtları bu durumu tekzip eder nitelikte. Özellikle İsrail ordusunun Filistin'i işgalinde görev almayı reddettikleri için tutuklu bulunan 18-19 yaşlarındaki 7 üniversite öğrencisine dünyanın desteği de çığ gibi büyüyor. Akşam gazetesinden Süleyman Arıoğlu'nun haberine göre Filistin'in işgaline karşı çıkarak İsrail ordusunda görev almayı reddeden 'shiministim' adlı 17-19 yaşlarındaki vicdani retçiler aylardır cezaevlerinde tutuklu. İsrail'de kadınların da askere alınıyor olması nedeniyle 'shiministler' arasında kadınlar da bulunuyor. İsrail'in Gazze'ye yönelik son saldırısının ardından da dünyada İsrail'e yönelen tepki bu gençlere desteği çığ gibi artırdı.
http://www.december18th.org adresli bir web sitesi açarak İsrail Savunma Bakanlığı'na vermek üzere imza kampanyası başlatan 'shiministlere' tüm dünyadan destek 25 bin imzayı aştı.

BARIŞ İÇİN YAHUDİ SESİ

Kurdukları web sitesinde 'Barış için Yahudi sesi' sloganını kullanan gençler, 'İsrail'i Shiministler'i serbest bırakmaya çağır' diye çağrıda bulunuyor. Sitede öykülerine de yer verilen gençler, 'Başkasını işgal eden bir asker olmak için doğmadım' diyerek, İsrail politikalarına karşı çıkıyor.

Raz Bar-David Varon (18): Bu toplumda bir sorumluluğum var. Sorumluluğum reddetmektir.

Tamar Katz (19): Başka toprakları işgal eden, ırkçı bir rejimi daimileştiren, bir tiranlık kurarak milyonları zor koşullar altında yaşatan işgalci bir ordunun parçası olmak istemiyorum.

Yuval Ophir Auron (19): Hiç kimse beni kılıçla yaşamak bizim kaderimizdir sözüne inandıramaz. Savaşın dışında bir başka yol var.

Omer Goldman (19): Ülkem adına işlenen savaş suçlarının parçası olmayı reddediyorum.

Mia Tamarin (19): Daima şiddetin dışında bir yol vardır ve ben de bunu seçiyorum.

Sahar Vardi (18): Filistinli sivillere yönelik zalimce uygulamadan askerler sorumlu.

Udi Nir (19): En temel değerlerimle çelişen işgal için ellerimi ödünç vermeyeceğim.

Alıntıdır.

savaşa hayır!


15 Ocak 2009 Perşembe

UNDEFINED FUCKING OBJECTS

Bu yazıda U.F.O fenomeninin ne olduğunu incelemeye çalışacağız. Önce U.F.O. ne demektir ona bakalım. U.F.O. gavurca '' Undefined Fucking Objects'' kelimelerinin baş harflerinden meydana gelmiştir. Türkçe anlamı ise '' Koduğumun Uçan Şeyleri''. Türkçesini kısaltırsak '' K.U.Ş''. Ama Türkçe'de K.U.Ş. bildiğimiz kuş anlamına geldiğinden ve moda olmadığından biz gavurcasını yani U.F.O. yu kullanacağız. U.F.O. adından da anlaşıldığı gibi ne idüğü belirsiz şeyler demektir. Yani bir şeyin U.F.O. olabilmesi için önce uçması ve ne idüğü belirsiz olması şarttır. Mesela uçaklar U.F.O. değildir, çünkü ne oldukları bellidir. Bülent Ersoy da U.F.O. değildir. Ne idüğü belirsiz olmasına rağmen uçamadığından U.F.O. olamaz. Yani illaki uçacak ve ne olduğu belli olmayacak! Dünyada yapılan U.F.O. ihbarlarının % 95 'i kuş sürüsü, balon, uçak, bulut, vb. normal şeylerdir. % 5 'lik kısım ise muammalarla doludur. Bizi ilgilendiren işte bu % 5'lik kısımdır.

14 Ocak 2009 Çarşamba

bu senin kitabında yok



13 Ocak 2009 Salı

Bu gözlere yalan söylenemezdi, bu gözlerden, çok masum ve olabilir sanılan en küçük bir hile bile saklanamazdı...
Eğer kedi ondan nefret etmek istiyorsa o da karşılığında iki katı nefret ederdi..

12 Ocak 2009 Pazartesi

rezervuar köpekleri


proust


Bir Sineast'ın Portresi: Tarkovsky ile filmleri üzerine

IVAN'IN ÇOCUKLUĞU, 1962

- Nereden aklınıza geldi ilk filminiz "İvan'ın Çocukluğu" nun konusu?

- Tarkovski: Biraz tuhaf bir hikayesi var bu filmin. Mosfilm stüdyoları filmin yapımına başka bir ekiple başlamıştı. Filmin yarısından fazlası bu ekiple çekildi, paranın yarısı harcandı ama sonuç öylesine kötüydü ki, yapımcı firma filmin çekimini durdurmak zorunda kaldı ve yeni bir yönetmen aramaya başladı. Önce isim yapmış yönetmenlere başvuruldu, sonra daha az tanınmışlara. Hepsi de bu yarım filmi devralmayı reddetti. Bana gelince VGIK Sinema Okulu'ndan yeni mezun olmuş, diploma filmim " Le Rouleau Compresseur et le Violon" u bitirmeye çalışıyordum. Öneriyi kabul etmeden önce bir çok şart ileri sürdüm. Senaryoyu yeniden yazmak, bunun için de senaryonun esinlendiği Vladimir Bogolomov'un hikayesini yeniden okumak istiyordum. Daha önce çekilen ve hepsi bir metreyi geçmeyen kısmın hiç çekilmemiş gibi kabul edilmesini ve her şeye sıfırdan başlamak için tüm oyuncularla, teknik ekibin degiştirilmesini istedim. Bana " Tamam ama paranın da yarısını alacaksınız " denildi. Ben de "Eğer bana beyaz kart verirseniz yarım bütçeyle de çalışırım" diye cevap verdim ve film böylece çekildi.

- O halde konu seçimini bir yana bırakırsak "İvan'ın Çocukluğu" tamamıyla Andrei Tarkovski'den doğdu.

- Tarkovski: Evet

- Ama bu konu aynı zaman da size de çok yakın. Genç İvan savaş yıllarında sizinle aynı yaşta. - Tarkovski: Benim çocukluğum savaşı bir yetişkin ve bir savaşçı olarak yaşayan İvan'ınkinden çok farklı. Buna rağmen benim yaşıtlarımda oldukça güç bir dönem yaşadılar. Andrei Tarkovski ile İvan'ı birbirine bağlayan şey yalnızca İvan'la bu kuşağın tüm genç Rusları arasındaki yaşanmış acıyı anımsatmaktan ibaret. - Film, 1962 yılında Venedik'te gösterildiği zaman, savaş üzerine derin bir refleksiyon olarak algılandı.

- Tarkovski: Film iyi karşılandı ama eleştiri düzeyinde tamamen anlaşılmaz olarak kaldı. Herkes, tarihi, hikayeyi filmin karekterlerini yorumladı. Oysa ki söz konusu olan, daha çok, genç bir yönetmenin ilk yapıtıydı. Yani tarih görüşümün değil, dünya görüşümün anlaşılabileceği şiirsel bir eserdi söz konusu olan. Mesela Sartre, filmi İtalyan solundan gelen eleştirilere karşı coşkuyla savundu, ama tamamen felsefi bir açıdan. Bu benim için geçerli bir savunma değildi. İdeolojik değil sanatsal bir savunma arıyordum. Bir filozof değil sanatçıyım. Ayrıca bu savunma tamamen gereksizdi. Filmi kendi öz felsefi değerleri ile yorumlamaya girişiyordu ve ben, sanatçı Andrei Tarkovski, bir kenara konmuştum. Sanki yalnızca Sartre'dan konuşuluyordu, sanatçıdan değil.

- Sartre'ın film üzerine yaptığı yorum - Savaşın, canavarlar, sonunda yiyip bitireceği kahramanlar ürettiği - sizin yorumunuzla aynı değil mi?

- Tarkovski: Karşı çıktığım yorum değil. Bu görüşe tamamen katılıyorum. Savaş kurban kahramanlar üretir. Savaşın kazananı olmaz. Bir savaşı kazandığımız anda onu aynı zamanda kaybederiz. Karşı çıktığım yorum değil, polemiğin çerçevesi. Düşünceler ve değerler öne çıkarılmış, sanatçı ve sanatı unutulmuş.

ANDREİ RUBLEV, 1966

- Nasıl doğdu "Andrei Rublev"?

- Tarkovski: Bir alşam Konçalovski ve diğer bir dostumla masa başında tartışıyorduk. Bu dostumuz "Niçin Rublev üzerine bir film yapmıyoruz? Ben oyuncuyum, Roublev rolunu de pekala oynayabilirim. Eski Rusya, ikonlar çok güzel bir konu olur" diye önerdi. İşin başında, bu fikir bana gerçekleştirilemez, hatta berbat, benim dünyamdan çok uzak gibi göründü. Bununla birlikte ertesi gün filmi yapmaya karar vermiştim. Andrei Konçalovski ile çalışmaya başladık. Ne mutlu ki, Roublev'in yaşamı üzerine çok az şey biliyorduk. Bu bize büyük bir eylem özgürlüğü tanıdı.

- Vladimir'in çantasından, Çan'ın yapımına kadar bütün epizodlar sizin tarafınızdan mı seçilip tasarlandı?

- Tarkovski: Bütün bunlar uyduruldu. Ama bu yeniden yaratımdan önce varolan tüm belgeler tarandı. Bir anlamda Andrei Rublev'in yaşamını elimizdeki tarihi belgelerin ışığında yeniden keşfettik.

- Böylece son derece kişisel bir film oldu...

- Tarkovski: Kişisel olmayan bir film yapılabileceğine inanmıyorum.

- Filmin ana sorunu, hastalanan sanatçının yaratımdan vazgeçmesi, bir Tarkovski düşüncesi mi?

- Tarkovski: Elbette, aslında bir kaç ikon dışında Roublev üzerine hiç bir belgemiz yoktu. Ama Roublev'in kariyerinde bir boşluk, yaratımsız geçen önemli bir dönem olduğu biliniyor. Bu dönemi bir reddiye olarak yorumladım. Ama mesela, Roublev'in bu dönemde Venedik'te olduğunu ispatlayan bir başka yorum çıkarsa ne şaşırırım ne de şok olurum. Belki de Vladimir Katedral'inin yıkılması onu hiç sarsmadı. Ben bir Roublev yarattım ama başka yorumları da kabul ederim.

- Andrei Roublev kötülüğe maruz kalan bir dünyada sanatın meşruiyeti üzerine bir film. Kötülük sürekli iş başındayken güzeli yaratma tutkusu niye?

- Tarkovski: Kötülük ne kadar artarsa güzeli yaratma nedenide bir o kadar artacak. Şüphesiz daha güç olacak, ama daha da gerekli.

- Tabi bunun alelade bir sanat olmaması koşuluyla.

- Tarkovski: Ne demek alelade bir sanat olmaması?

- Tanrının dünya projesi ile uygun düşen sanat.

- Tarkovski: İnsan varolduğu sürece yaratma eğilimi de var olacaktır. İnsan kendini insan olarak hissettiği sürece bir şeyler yaratmaya girişecektir. İşte onu yaratıcısına bağlayan şey burada. Nedir yaratım? Neye yarar sanat? Bu sorgulamanın cevabı şu formülde yatıyor: Sanat bir yakarıştır. Bu her şeyi anlatıyor. İnsan sanat aracılığı ile umudunu dile getirir. Bu umudu dile getirmeyen, manevi temeli olmayan hiçbir şeyin sanatla ilgisi yoktur, bunlar ancak parlak birer entellektüel analiz olabilirler. Picassonun tüm eserleri bu entellektüel analiz üzerine kurulmuştur. Picasso dünyayı kendi analizi, kendi entellektüel yeniden yapılanması adına boyar. Adının tüm prestijine rağmen itiraf etmeliyim ki sanata hiçbir zaman ulaşamadığını düşünüyorum.

- Dünyanın bir anlamı olduğunu öne süren sanattan başka sanat yok mu sizce?

- Tarkovski: Tekrarlıyorum, sanat bir yakarma, bir dua biçimidir ve insan yalnızca duasıyla yaşar.

- Birçok insan "Andrei Roublev"de bugünün Sovyetler Birliği'ne, Rusya'nın geçmişte ki manevi yaratıcılığını yeniden bulabilmesi için gönderilen mesajlar olduğunu düşünüyor.

- Tarkovski: Bu mümkün ama benim problemim değil. Bugünün Rusya'sına mesaj göndermiyorum. Zaten hiçbir Rusa hiçbir şey söylemek istemiyorum artık. "Halkıma demek isterim ki... Bütün dünyaya derim ki..." türünden peygambervari erdemler artık beni ilgilendirmiyor. Ben bir peygamber değilim. Tanrının şair olma olanağını, bir katedraldeki inananlardan farklı bir biçimde, yakarma olanağını verdiği bir insanım. Bundan başka ne bir şey söyleyebilirim ne de söylemek istiyorum. Eğer Batı toplumu benim fimlerimde Rus halkına yönelik mesajlar buluyorsa, bu iki halk arasında halledilecek bir problemdir. Benim problemim değil. Benim bir tek kaygım var; Çalışmak, sadece çalışmak.

SOLARİS, 1972

- Solaris gezegeninde Kelvin otuz yıl önce ölmüş karısına kavuşuyor. Bu, gerçekleşmesi imkansız bir olay aracılığıyla Tarkovski tarafından anlatılan tek aşk hikayesi mi?

- Tarkovski: Aşk hikayesi filmin yalnızca bir yönü. Belki de Kelvin'in Solaris'te bir tek amacı var: Başkasına duyulan aşkın yaşamak için vazgeçilmez olduğunu göstermek. Aşksız bir insan, insan değildir.

- Ama başında bir bilim-kurgu hikayesine benzeyen bu macera aslında tinsel bir macera.

- Tarkovski: Daha çok bir insanın başına vicdanen gelmiş bir macera. Stanislav Lem'in romanından esinlenerek bu filmi yapmak istedim. Gerçek bir uzay yolculuğu yapmadan... Şüphesiz gerçek bir uzay yolculuğu yapmak daha ilginç olacaktı, Ama Lem aynı fikirde değildi.

- Bu evren, daha sonra Stalker Zonu, bir çile metaforu değil mi? Yani yalnızca tek bir arzuya sahip olduğumuz bir yer: Kendini değiştirmek.

- Tarkovski: Hayatın çilesiz olsa bile bu tanımı ortaya çıkardığını düşünüyorum; Değişmek. İnsan hayatı yalnızca bu değişimi hedefliyor. Çile bize daha çok, sakin olmak, acılarımızı dindirmek için gerekli.

AYNA (ZERKALO), 1974

- Fransızlar için "Ayna" Proust'un, belleğin dünyasını çağrıştırıyor.

- Tarkovski: Proust için zaman zamandan öte bir şey. Bir Rus içinse bu bir problem değil. Proust için daha çok yayılmak, açılmak sözkonusu. Biz Ruslarsa kendimizi korumak zorundayız. Rusya'da çocukluk anıları, geçmişle hesaplaşmak, pişmanlık üzerine yoğunlaşmış çok güçlü bir edebiyat geleneği vardır.

- "Ayna"da bu gelenekten mi?

- Tarkovski: Evet, zaten bu film Rus seyircisi arasında birçok tartışmaya yol açtı. Bir gün filmin gösteriminden sonra, halka açık olarak düzenlenen tartışma iyice uzamıştı. Gece yarısından sonra salonu temizlemekle görevli temizlikçi kadın geldi ve artık salonu boşaltmamızı istedi. Filmi daha önce görmüştü ve tartışmanın niye bu kadar uzun sürdüğünü anlamıyordu. Bize, " Aslında herşey çok basit: Birisi hasta düşer ve ölümden korkmaya başlar. Birden başkalarına yaptığı kötülükleri hatırlar. Özür dilemek, kendini afettirmek ister" dedi. Bu basit kadınn herşeyi anlamış, filmdeki pişmanlığı kavramıştı. Ruslar içinde bulundukları zamanı yaşarlar. Edebiyat da yalnızca bu zamanla yapılır ve basit insanlar bunu çok iyi anlar. "Ayna" bu anlamda biraz da Rusların öyküsüdür. Pişmanlıklarının öyküsü. Salondaki eleştirmenler filmden hiçbirşey anlamadıkları halde, ilköğrenimini bile bitirmemiş bu kadın bize kendi gerçeğini, Rus halkının pişmanlığı gerçeğini söylüyordu.

STALKER, 1979

- Kimdir Stalker, bu gizemli karakter?

- Tarkovski: Film, manevi değerleri için bir şövalye gibi savaşan bir insanı anlatıyor. Filmin kahramanı Stalker, edebiyatın "idealist" tipleri olarak bildiğimiz Don Kişot ya da Prens Mişkin ile aynı yörüngeye oturur. Ve idealist oldukları için gerçek hayattaki tüm savaşları kaybederler.

- İsa türünden karakterlerden bahsedilebilir mi?

- Tarkovski: Benim için zayıfın gücünü dile getiren karakterler. Film bu sayede insanın kendi yarattığı güce bağımlılığını da anlatıyor. Güç sonunda insanı yok ediyor ve zayıflık tek güç olarak kalıyor.

- Zayıfın bu gücünü duyması için insanın ne yapması gerekiyor?

- Tarkovski: Önemli olan bu değil. Bir inanç adamının eylemleri düşünülmüş ve akıllıca olmak bir yana son derece absürd olabilir. "Gülünç", "Yersiz" eylemler maneviyatın yüksek bir şeklidir.

- Karşılıksız, nedensiz yapılan eylemler bir anlamda.

- Tarkovski: Evet ama bununla beraber bu eylemler nedensizlik adına değil, kurulu haliyle varolan ve hiçbir şekilde manevi insanı üretemeyecek dünyayı aşmak için gerçekleştirilir. Önemli olan ve Stalker'in bütün seyrini yöneten, onu bayağılığa düşmeden gülünç, hatta aptal kılan ama kendi öz tekilliğini, öz maneviyatını ortaya çıkaran, bu güçtür.

- Stalker Zonu, bu inanışın mekanı mı?

- Tarkovski: Bana sıklıkla sorulan sorulardan biri de bu zonun neyi anlattığı. Buna verecek tek bir cevap var; Böyle bir zon yok. Stalker'in kendisi yaratıyor bu zonu. Mutsuz insanları oraya götürmek ve onlara umut düşüncesi aşılamak için yaratıyor. Dilek odaları da aynı şekilde Stalker'in yaratımları.

NOSTALGHIA, 1983

- Neden söz ediyor "Nostalghia"?

- Tarkovski: Yaşamanın imkansızlığından, özgürlüğün olmadığından. Eğer aşka sınır koyarsak insan tamamen şekilsiz bir hale gelir; aynı şekilde eğer manevi yaşama sınır koyarsak insan büyük bir sarsıntı geçirir. Bazıları bunu diğerlerinden daha güçlü hisseder; dünyayı aşk eksikliğinden kurtarmak için kendilerini tamamen bir başkasına adarlar. Bir kurban gibi. Bu aşka, içinde yaşadığımız dünya tarafından sınırlar konulduğunu gördüğü zaman insan acı çekmeye başlar. "Nosthalgia" nın kahramanı, dost olmanın imkansızlığından, dünyayla dostluk içinde olamamanın olanaksızlığından acı çeker. Bununla birlikte kendisi kadar acı çeken bir dost bulur: Deli Domenico.

- Bu acı mı Nostalji?

- Tarkovski: Nostalji bütün bir duygudur. Diğer bir değişle, kendi ülkemizde, yakınlarımızın yanında, mutlu bir aileye rağmen nostalji duyabiliriz. Çünkü ruhumuzun kısıtlandığını hisseder, onu istediğimiz gibi geliştiremeyeceğimizi anlarız. Nostalji, dünya önündeki bu güçsüzlüktür. Maneviyatını başkalarına iletememenin acısıdır. "Nostalghia" nın kahramanını hasta düşüren illet, dost edinememenin, insanlarla iletişim kuramamanın acısıdır. Bu karakter, maneviyatın özgürce yaşanabilmesi için "sınırların kaldırılması gerektiğini" söyler. Daha genel olarak modern yaşama uyum sağlayamamış karakteri yüzünden acı çeker. Dünyanın sefaleti karşısında mutlu olamaz. Bu toplumsal sefaleti üzerine alır, ama aynı zamanda dünya ile arasına bir mesafe koyarak yaşamak ister. Onun sorunu tamamen merhametinden gelir. Bu merhamet duygusunun canlı örneği olmayı başaramaz. Diğer insanlarla birlikte acı çekmek ister, ama bunu da tam anlamıyla başaramaz. - Kahramanınıza acıların üstesinden gelebilmesi için verebileceğiniz bir reçeteniz var mı?

- Tarkovski: Köklerine, kaynaklarına inanması gerek. Nereden geldiğini, nereye gittiğini, ne için yaşadığını bilmesi, yani sürekli olarak yaratıcısına bağımlılığını hissetmesi gerekir. Aksi takdirde, eğer Tanrı düşüncesi aşılırsa, insan hayvana döner. İnsanı hayvandan ayıran özellik, bağımlılık duygusu, kendini bağımlı hissetme özgürlüğüdür. Bu duygu maneviyat yoludur. İnsanın talihi, maneviyata giden bu yolu durmaksızın geliştirmesindedir. Bağımlılık insanın tek şansıdır. Zira yaratandaki bu niyet, bu mütevazi bilinç, bir üstün yaratığın yaratıcısı olmaktan başka bir şey değildir. Bu inanç, dünyayı kurtarabilme gücüne sahiptir. Köle yaşamını yerine getirmek gerekir. Bu ilişki son derece basittir. Anne-baba-çocuk ilişkisine benzer. Bir başkasının otoritesini tanımak gerekir. Bu saygı, bu kölelik, insana kendini tanıma, kendi içini görme gücünü verir. Bu, ortodoks rituellere göre yakarma diye adlandırdığımız, ama aynı zamanda benim sinema eserimin de aldığı biçimdir. Bununla birlikte, kendimi henüz bu yakarma idealini gerçekleştirmekten uzakta sayıyorum.

- Tanrı'ya inancınızla sanata inancınız böyle mi birleşiyor?

- Tarkovski: Sanat yaratma kapasitesidir. Yaratıcının aynadaki yansısıdır. Biz sanatçılar bu jesti tekrarlamaktan, taklit etmekten başka bir şey yapmıyoruz. Sanat, yaradana benzediğimiz belirli bir andır. Bu yüzden yaradandan bağımsız bir sanata asla inanmadım. Tanrı'sız bir sanata inanmıyorum. Sanatın anlamı yakarmadır. Bu benim yakarışım. Eğer bu dua, bu yakarış, benim filmlerim insanları Tanrı'ya yöneltebilirse ne mutlu bana. Yaşamım esas anlamını bulacak: Hizmet etmek. Ama bunu asla başkalarına empoze etmeye kalkışmayacağım. Hizmet etmek fethetmek demek değildir.

- Sanatın amacı nasıl yalnızca hizmet etmek olabilir?

- Tarkovski: İşte gizem burada. Yaratılışın gizemi gibi. Bir ikonun önünde çöktüğünüz zaman Tanrı'ya aşkınızı söylemek için tam yerinde kelimeler bulursunuz, ama bu kelimeler gizli, gizemli kalır. Aynı şekilde bir sanatçı, öyküsünü, karakterlerini bulduğu zaman dua-eserini yapar, yaratımında Tanrı'yla hem fikir olur ve tam yerinde sözcükleri bulur. İşte burada sanat bir hediye şeklini alır. Sanat yalnızca bir hediye olduğu zaman "hizmet edebilir".

- Filmleriniz böylece Tanrı için aşk eylemleri oluyor.

- Tarkovski: Buna gerçekten inanmak isterim. Bunu yapmaya çalıştım. Benim için ideal, bu "hediye" yi sürekli vermek olacak. Bu anlamda Bach, Tanrı'ya gerçekten sunulabilecek tek hediye.
----------------------------------------------------------------
"Les mardis du cinema", France Culture,
Röportajı Yapan: Laurence Cosse, 7 Ocak 1986
Fransızca'dan Çeviren: Güven Güner, Eylül 1993, İstanbul
İlkelerine bir kez olsun ihanet eden insan,
hayat ile olan saf ilişkisini yitirir.
Bir insanın kendine karşı hile yapması,
onun, filminden, hayatından, her şeyinden vazgeçmesi demektir.

Andrei Tarkovski

Andrei Tarkovsky 'nin ''Nostalghia'' filminin son sahnesi

İnsanoğlu dinle!

Domenico burada, Bagno Vignoni'nin delisi.
Hayır, onun deli olmadığını biliyorum.
Öyleydi, bunu anlayacaksın.
O burada Roma'da, bir gösteri için.
Üç gündür konuşmalar yapıyor.
...
Nasıl gidiyor?
Kalbin nasıl?
Bilmiyorum, sınıra dayandım.
İçimde hangi adam konuşuyor?
Hem aklımda hem de bedenimde...
Aynı anda ayrılamam.
Bu yüzden tek kişi olamıyorum.
Kendimi aynı anda sayısız şey olarak hissedebiliyorum.
Fazla büyük usta kalmadı.
Zamanımızın gerçek kötülüğü budur.
Kalbin yolları gölgelerle kaplanmış.
Yararsız görünen seslere kulak vermeliyiz.
Okul duvarları, asfalt ve refah reklâmlarının
Uzun kanalizasyon boruları ile dolu beyinlere...
Böceklerin vızıltıları girmeli.

Her birimizin gözlerini ve kulaklarını...
Büyük bir rüyanın başlangıcı olan şeylerle doldurmalıyız.
Birisi piramitleri yapacağımızı haykırmalı.
Yapmamamızın bir önemi yok!
O isteği beslemeliyiz...
Ve ruhun köşelerini esnetmeliyiz...
Sınırsız bir çarşaf gibi.
Dünyanın ilerlemesini istiyorsanız...
El ele vermeliyiz.Sözüm ona sağlıklıları...
Sözüm ona hastalarla karıştırmalıyız.

Siz sağlıklı olanlar!
Sağlığınız ne anlama gelir?
İnsanoğlunun bütün gözleri, içine...
Daldığımız çukura bakıyor.
Özgürlük faydasızdır...
Eğer gözlerimizin içine bakmaya...
Yemeye, içmeye ve...
Bizimle yatmaya cesaretiniz yoksa!
Dünyayı yıkıntının eşiğine getirenler...
Sözüm ona sağlıklı olanlardır.

İnsanoğlu dinle!
Senin içinde su, ateş...
Ve sonra kül...
Ve külün içindeki kemikler.
Kemikler ve küller!
Gerçekliğin içinde veya...
Hayalimde değilken, ben neredeyim?
İşte yeni anlaşmam:
Geceleri güneşli olmalı...
Ve Ağustos da karlı.
Büyük şeyler sona erer...
Küçük şeyler baki kalır.
Toplum böylesine parçalanmaktansa...
Yeniden bir araya gelmeli.
Sadece doğaya bak
Hayatın ne kadar basit olduğunu göreceksin.
Bir zamanlar olduğumuz yere dönmeliyiz...
Yanlış tarafa döndüğümüz noktaya.
Hayatın ana temellerine geri dönmeliyiz...
Suları kirletmeden…

Deli bir adam size...
Kendinizden utanmanızı söylüyorsa...
Ne biçim bir dünyadır burası!

Şimdi müzik
Müzik!

Ah… Anne!
Başının etrafında dolaşan...
Ve sen güldükçe berraklaşan...
O hafif şey havaymış.

Kan İçme Ayini

'' Et yiyin ve kan için. Yiğitlerin etlerini yiyeceksiniz ve dünya beylerinin kanını içeceksiniz. Sarhoş oluncaya kadar kan içeceksiniz. '' ( Tevrat ' Herzekiel Bölümü 39/18-20)

''Onları kasaplık koyun gibi ayır ve öldürme günü için onları hazırla.'' ( Tevrat ' Yeremya Bölümü) (12-3)

Bu sapık adet asırlardır bir kısım fanatik Yahudi tarafından uygulanmaktadır. Bazı bağnaz Yahudi kolları Tevrat'ın insan kanı içme ve insan boğazlama konusundaki emirleri doğrultusunda sayısız insanı kanlarını almak için öldürmüşlerdir. Özellikle küçük erkek çocuklarını kaçırırlar. Ve iki türlü olayda kullanırlar; büyü ayininde ve Pesah ( Mayasız) bayramında.

Tarım ve Dünya

İŞ DÜNYASINI NELER BEKLİYOR?

Dünya’dan
Ekonomist Roubini’ye göre Çin’in büyüme hızı 2009’da %7’ye gerileyecek. Bu durum Asya, Afrika ve Latin Amerika ülkelerini ciddi şekilde etkileyecek.

Birleşmiş Milletler tarafından hazırlanan “İklim değişiklikleri ve Su” konulu rapora göre, 2025 yılında 50 ülke su sıkıntısı yaşayacak; 2050 yılında dünyada 2 milyar insan sudan yoksun kalacak; 30 yıl sonra da 3 milyar insan kullanılabilir su kaynaklarını kaybedecek. Su kaybının durdurulması için yılda 50 milyar dolarlık bir kaynak gerekiyor.

Otomotiv sektörü Avrupa’yı terkederek, yatırımlarını Doğru Avrupa ve Asya’ya kaydırıyor. Rusya’nın enerjiden sağlanan kaynağı, altyapıya aktardığı ölçüde otomotive talebinin süreceği düşünülüyor.

Kapalı alanlarda (sera) yapılan tarım faaliyetleri yerini inşası ucuz ve işleyiş biçimi güvenli, şehit içinde bulunan ve yukarıya doğru onlarca kattan oluşan dikey tarım alanlarına bırakabilir. Böylece 50 000 kişiyi besleyecek bir çiftlik, bir apartman binasına sıkıştırılabilecek. Yedinci katta pirinç, onikinci katta buğday yetiştirilebilecek.

İngiltere’deki Kimya Endüstrisi Derneği’nin dergisinde organik ürünlerin daha sağlıklı olduğuna dair kanıt bulunamadığı yazıldı. İngiltere’de tüketiciler organik ürünlere yüksek meblağlar ödemekten vazgeçebilirler.

İngiliz basınına göre Petrol zengini Arap ülkeleri, kendi gıda güvenliklerini sağlamak üzere, Pakistan ve Sudan gibi yoksul ama tarımsal potansiyeli yüksek ülkelerin topraklarını satın alma ya da kontrat yoluyla kiralıyorlar.

Küresel ısınma balıkçılık sektörünü vuruyor. Sıcak su türleri artıyor, soğuk su türleri sabit kalıyor. El Nino gibi olağanüstü hava olaylarının sayısı artıyor. Okyanuslardaki tuzluluk oranı artıyor.

Dünyanın değişik ekonomi dergilerinin hazırladığı servet listelerine bakılırsa lüks yatları alabilecek 90.000 kişi (300 milyar dolar) bulunuyor. Ancak bu 90.000 kişinin sadece 3500’ünde süper lüks yat var. Bu durum pazarın büyüklüğünü gösteriyor.

Amerika’da arıların azalmasıyla birlikte gıda fiyatlarının yükselmesi bekleniyor. Arı besicileri kolonilerini kaybetmeye devam ediyorlar.

Gıda fiyatlarındaki artışlar, tarıma elverişli alanların azalması, toprağın kendisinden beklentileri artırıyor. 15 cm’lik bir toprağın yeniden oluşması için onbinlerce yıl gerekiyor. Bilimadamları toprağın kendisini yenilemesi için gerekli bu süreyi hızlandırmak ve bazı endüstriyel atıkları pozitif yönde kullanmak suretiyle toprağın yapısını daha verimli hale getirmeye çalışıyorlar.
Ekolojik ambalaj, geleceğin ürünü. Normal plastik ambalajların doğada çözünme süresi 400 yıl sürerken, ekolojik ambalajlar 14-18 ay gibi kısa bir süre içinde kontrollu olarak bio bozunup doğaya karışabiliyor.

Birleşmiş Milletlerin yayınlamış olduğu rapora göre bundan on yıl önce istihdam şampiyonu tarım sektörü idi. 2007 yılında ilk kez servis ektörü oldu. Tarım sektöründeki azalışın servis sektörüne kaydığı düşünülüyor.

Gıda’da gelecek olan krizin 13 ana sebebi olarak 1-enerji açığı ve fiyatlar, 2-biyoyakıtlar, 3-küresel ısınma, 4-tatlı su kıtlığı, 5-ekonomik kaos, 6-yükselen nüfus seviyesi, 7-kötü tarım politikaları, 8-toprağın bozulması, 9-bal arısı sorunu ve doğal polinatör kaybı, 10-tahıl çeşitlerinin azalması ve genetik kirlenme, 11-çiftçi kıtlığı, 12-balıktaki düşüş, 13-gıdaya yönelik genel bilgisizlik gösteriliyor.
Dünyada doğal kaynakların giderek azalması sonucu doğala özdeş aroma pazarının gelişmesi bekleniyor.

Toplum içinde yaşlı nüfus artmasıyla kalp damar hastalıkları ve sinir sistemi şikayetlerinin, stresin artmasıyla diyabet ilaçları ve antidepresanların artması bekleniyor. Elbette bu segmentlerdeki yükseliş sağlık hizmet kalitelerinin ve hasta farkındalıklarının artması ile doğru orantılı olacak.

Şu an için AB ülkelerinin toplam 56 milyon göçmen iş gücüne ihtiyaç duyduğu, bu ihtiyacı karşılamak için Afrikalı göçmen işçilerin AB'ye transferine ilişkin gizli bir proje yürütüldüğü, proje çerçevesinde Afrika ve Kuzey Afrika ülkelerine kayıt bürolarının açıldığı, bu “iş merkezleri”nden ilkinin Mali'de faaliyete başladığı, 2050 yılına kadar 50 milyon işçinin bu merkezler tarafından organize edilip Avrupa'ya transfer edileceği belirtiliyor.

Avrupa Birliği tarıma desteği azaltıyor. Avrupa Birliği (AB), milyarlarca euro tutarındaki tarım sübvansiyonlarının azaltılması konusunda bir reforma imza attı. 2003 yılından bu yana gerçekleştirilen en önemli ilerleme olduğu belirtilen reform kapsamında çiftçilere yapılan doğrudan yardımlar, 2012 yılına dek yüzde beş daha azaltılarak, toplam yüzde 10 oranında kesilmiş olacak.

Tarım ürünlerinde piyasaları takip etmek ve bu tahminlere göre pozisyon almak eskiye oranla daha zorlaşacak. Mevcut 2 ya da 3 bilinmeyenli denklemin yerini onlarca bilinmeyen alacak. Fiyatlara rekolte, iklim şartları, tüketim, enflasyon, arz ve talep, dövizdeki parite, spekülatörlerin yatırım eğilimleri vb. etki yapacak.

Norveç bilim ve teknoloji üniversitesi iktisat bölümünün (Hildegunn Ekroll Stokke) yaptığı bir araştırmaya göre çiftçilerin tarımsal ürünlerini alarak piyasaya süren süpermarketler, 2015’ten sonra yerel çiftçilerin haklarını daha çok koruyan hukuki sınırlamalarla karşılaşacaklar ve çiftçilerin karşısındaki güçlü pozisyonlarını yitirecekler.

Tarım, ormancılık ve balıkçılığın yönetiminde bugüne kadar uygulanan metodların dünyadaki biyolojik çeşitliliğin kaybolmasının esas nedeni olduğu düşünülüyor.

FAO’nun yayınladığı bir rapora göre 2030 yılında dünya nüfusu 9,3 trilyon olacak. Bu artış daha çok gelişmemiş ülkelerden kaynaklanacak. Ancak dünya açlığındaki azalma, az gelişmiş ülkelerdeki gıda tüketimindeki artıştan değil, bu ülkelerin tarımsal üretimlerindeki büyük artıştan kaynaklanacaktır. Açlık ve yoksulluk problemini çözecek gerçek anahtar, gelişmiş ülkelerdeki tarımın kararlı gelişimidir.

Amerikan Ulusal İstihbarat Konseyi'nin dünyamızın 2025 yılına dek olan geleceğini kapsayan bir öngörü raporu yayınlandı. Buna göre ABD dünyayı etkileyecek kararları artık tek başına alabilecek hegemonik güç olmaktan çıkacak. Çin ve Hindistan'ın rolü ise artacak. Dünya çok parçalı hale gelecek. Dünyadaki kıt kaynaklar üzerinde bu kaynakları kendisi için kullanma amaçlı çıkar kavgası artacak. Bu çıkar kavgasını denetlemekte, varolan uluslar arası kuruluşlar etkisiz kalacaklar.

IBM, gelecek 5 yılda insan hayatına girecek 5 yeniliği öngörüyor: 1- Herkesin gen haritası çıkarılmış olacak ve böylece kişiye özel beslenme, kişiye özel ilaçlar mümkün olacak. 2-Bilgisayarlarda, sesle tanıma-arama sistemleri başlayacak. 3- Herkesin dijital asistanı olacak. 4- Evinizin her odasındaki ekranlar, sürekli bizi tarayacak ve size yardımcı olacak. 5- Kaldırımlarda, evlerde kullanılan asfalt, boya ve diğer yalıtım malzemeleri güneş enerjisini hapsedip, elektrik üretebilecek.

Almanya uzun süre uzak kaldığı aktif dünya siyasetinde, varlığını tekrardan göstermek için adımlar atmaya başlıyor.

Türkiye’den
Türkiye Avrupa’nın en yaşlı traktörlerini kullanıyor. Türkiye’de 20 yaşın üzerinde 700 bin traktörün hurdaya çıkacak olması, uluslar arası traktör firmalarının rekabetini artırdı.

TUSIAD tarafından hazırlanan “Türkiye’de su yönetimi” başlıklı rapora göre ülkemiz 2030 yılında su fakiri olacak. Yılda kişi başına 1000 metre küpün altında su kullanan ülkeler su fakiri olarak adlandırılıyorlar.

Türkiye’deki zengin floristik özellikler (3500 endemik bitki), doğal kaynaklarını zamanla kaybetme aşamasına gelmiş gelişmiş ülkelerdeki ilaç sanayinin, koleksiyoncuların, kaçakçıların ve kozmetikçilerin ilgisini çekiyor. Bitkilerin kaçırılıp genleriyle oynanarak (tohumlarından yararlanma şansı da olmadan) tekrar bize satılması da tartışılması gereken başka bir konu.

Yeni bir sektör doğuyor: Anayurt güvenliği sektörü. ABD’de ortaya çıkmış olan ve ülke güvenliğine yönelik çözümler sektörleşme yolunda ilerliyor. Anayurt güvenliği sektörünün yakın zamanda 5 milyar dolarlık pasta yaratması bekleniyor, Türkiye’de halen 20 firma bu sektörde faaliyet gösteriyor. Savunma sanayi imalatçıları derneği sektörün STK’sı durumunda.

İnşaat sektörünün gelişimine paralel olarak geleceği parlak görünen yeni bir sektör var: Tesis ve Mülk Yönetimi. Middle East Strategy Advisor kuruluşunun araştırmasına göre Körfez bölgesinde 892 milyar dolarlık ve Türkiye’de 8 milyar dolarlık bir potansiyel var. Kanadalı uzman firmalar Türkiye’ye geldiler bile.

Dünyada enerjiyi en verimli kullanan ülkeler Japonya, Almanya ve Danimarka. Türkiye enerjiyi OECD ülkelerine göre 2 kat, Japonya’ya göre 4 kat daha verimsiz tüketerek, kriz senaryolarına her gün biraz daha yaklaşıyor. Enerji verimliliği ile binalarda % 20, ulaşımda % 15 tasarruf sağlanarak, yılda 6 milyar dolarlık petrol ve doğalgaz ithalatı engellenebilir. Alınacak önlemler olarak yalıtımlı binalar, son teknoloji ampuller ve gereksiz trafik yoğunluğunun azaltılması, kayıp kaçakların azaltılması öneriliyor.

İlaç sektöründe en hızlı büyüyen segment dünyada tüketimi her yıl % 11, Avrupa’da % 15 ve Türkiye de % 12 artan kanser ilaçları. 2008 yılı sonunda Türkiye’de kullanılan kanser ilaçları tutarının 1 milyar dolara çıkması bekleniyor.

Gemi inşa sektöründe konteynır gemileri, kuru yük gemileri, kargo gemileri, çok maksatlı gemiler, teknolojisi yüksek gemiler gelecek vaadediyor.

Derleyen: Memet Özkan - www.danismend. com