14 Aralık 2009 Pazartesi

Bir kadın, bir erkek...

Nice aşk yitirdim ben.

Kışkırtıcı bir bakışıyla çılgına döndüğüm, bir dudak büküşüyle agulu acılar çektiğim, kahkahalarıyla şenlenip, gözyaşlarıyla kederlendiğim, bir tanrıça katına çıkarıp tapındığım, kutsal mabetlerinin sunaklarına hayatımı bir adak gibi bırakmayı arzuladığım, memelerinde, kasıklarında, kalçalarında, bacaklarında, boyunlarında, adanmış topraklarda dolaşan sofu gibi vecd içinde kendimden geçerek dolaştığım, ayaklarına kapandığım, göğüslerinde ağladığım, saçının bir teline halel gelmesin diye fütursuzca ölüme yürüyeceğimi hissettiğim, bazen öldürmeyi şiddetle istediğim, onla yok olup onla var olduğum, bana her defasında aşkı, acıyı, sevinci, hayatı ve ölümü yeniden öğreten kadınlar yitirdim ben.

Kızıl bir kor gibi örslerine bıraktığım ruhumu bazen sert darbelerle, bazen yumuşak dokunuşlarla şekillendiren, benden bir başka ben yaratan, onun herşeyi, babası, oğlu, kardeşi, kocası, sevgilisi olduğum, onu herşeyim yaptığım, varlığıyla herşeyin tadını, kokusunu, görüntüsünü değiştiren, sıradan bir çok davranışı, olağanüstü maceralara dönüştürüp, olağanüstü maceraları olağanlaştıran kadınlar.

Yitirmenin ne olduğunu biliyorum.

Kendi hayatını hayatından çıkartmayı, kendi tanrıçanın mabedinden uzaklaşmayı, bir kadını öldürüp kendi cinayetinle ölmeyi biliyorum.

Niye öldürdüm onları?

Onlar beni niye öldürdüler?

Neden hayatlarımıza, içlerinde yaralı bir ölü taşıyan yabancılar olarak devam etmek zorunda kaldık?

Onları benden, beni onlardan alan neydi?

İki yabancıdan, hengisinin nerede bitip hangisinin nerede başladığı anlaşılamayan tek bir varlık yaratıp, tek bir varlığı parçalayıp ondan iki kederli yabancı çıkartan korkunç büyünün büyücüsü kimdi?

ahmet altan - içimizde bir yer

Hiç yorum yok: