31 Temmuz 2008 Perşembe

the our father


çanlar çalmaya başlarken soğuk hücremde bekliyorum,
pek fazla vakti kalmamış olan geçmişimi derin derin düşünüyorum,
çünkü saat 5'te beni darağacına götürecekler,
benim için zamanın kumları azalıyor, azalıyor..

papaz son duaları okumaya geldiğinde,
parmaklıkların ardından son manzaralara bakıyorum,
hayat benim için çok ters gitti.

bir hata olamaz mı?
benliğime hükmeden korkuyu durdurmak zor,
çılgın bir rüya değil de hakikî bir son mu bu?

birisi lütfen rüyada olduğumu söylesin,
içimde kopan çığlığı durdurmak hiç kolay değil,
ama konuşmayı denediğimde de kelimeler kaçıyor benden..

gözyaşlarım dökülüyor,
ama neden ağlıyorum ki?
ne olursa olsun ölümden korkmuyorum,
asla bir son olduğuna inanmıyorum.

gardiyanlar beni avluya çıkardıklarında,
birisi hücresinden tanrı seninle olsun diye sesleniyor.
eğer bir tanrı varsa niçin benim ölmeme göz yumuyor?

yürüdükçe tüm hayatım ardımdan sürükleniyor
ve sonum yaklaştığı hâlde ben üzgün değilim.
ama ruhumu yakalayın, çünkü o özgürce uçmak istiyor.

lütfen ruhumun bakî kalacağına inanarak dinleyin sözlerimi,
lütfen şimdi gidiyor olduğum için üzülmeyin,
görmeye gidiyorum görünenin ötesini.

sizin de gitme zamanınız yaklaşınca,
belki de o zaman başlayacaksınız anlamaya..
oradaki hayat yalnızca garip bir yanılsama!

ismin kutsansın!
ismin kutsansın!


Iron Maiden ~ Hallowed Be Thy Name

Jeffrey Lionel Dahmer


Milwaukee Canavarı 1960-1994

"Onlari yediğimde içimde tekrar dirileceklerini umut ediyordum"
"Bu yaptıklarımı bir insanın yapabileceğine inanmam çok zor"

21 Mayis 1960'de doğdu. Babası Kimya Mühendisi, annesi psikolojik problemleri olan isterik bir kadındır. Annesi bütün gün yatakta, babası laboratuarda olduğu için Jeffrey kendi kendine büyümüştür denilebilir. Sık sık tasinirmis Dahmer ailesi, Ohio'ya geldiklerinde 8 yaşındayken yaşlı bir komşuları tarafından tecavüze uğramıştı ve bunun intikamını tüm insanlıktan almaya çalıstı. Aşırı sorunlu ve kendini ifade etme yetersizliğiyle dolu bir ergenlik döneminden sonra sonunda kendini en iyi ifade edebileceği yöntemi keşfetti.

Sanıldığının aksine hiçbir davranışında cinsel güdüleri onu yönlendirmedi. Homoseksualiteye karşı olan tepkisini zorla homoseksüel ilişkiye girmek ve öldürmek gibi davranış bozukluklarıyla gösterdi ve bu sekilde kendini ifade etti. O bir homoseksüel degildi.

18 yaşında başladı cinayetlerine. Ilk kurbanı bir otostopçu gençtir. Zaten bu ilk cinayette olayı aşmıştır Jeffrey, otostopçu çocuk ilişki teklifini reddedince demirle kafasına vurup öldürmüs, sonra ilişkiye girmiş, ardından mutfak bıçağıyla parçalamış ve bu parçaları asit dolu bir fıçıda eritmiştir. Kemiklerini ise çekiçle ezip bahçeye gömmüştür. Arada bir polisin dikkatini çekmiştir. 1986’da ortalık yerde masturbasyon yaptığından dolayı bir ceza almıştır.

En acı vakalarından birisi* şudur: 1988’de 13 yasındaki bir çocuğa tacizden iki seneye mahkum oluyor, ama sonra "iyi halden" bırakılıyor. Bundan 3 sene sonra o 13 yaşındaki kurbanın küçük kardeşini buluyor ve evine getirip öldürüyor.

Yakalanana kadar 13 sene geçmisti ve 1978-1991 yılları arasında çoğu zenci çocuklardan oluşan toplam 17 kişiyi öldürdü. Öldürdüğü insan sayısı Henry Lee Lucas ile kıyaslandığında düşük olsa da akıl hastalığı ve kurbanları üzerinde uyguladığı tekniklerden ötürü hayat hikayesi diğer seri katillere oranla bir çok filme konu olmuştur. Kurbanları genelde siyah homoseksüel erkeklerdir. Cinsel arzuları üzerinde deney yapmak için Dahmer kurbanlarına lobotomy uygulamış, yani beyinlerinin bir kısmını kesip çıkarmıştır. Aynen Ed Gein gibi Cannibalism ve Nekrofili hastalığından muzdarip olduğundan kurbanları da bu uygulamalardan nasiplerini almıştır. Bunlardan kimisiyle öldürmeden önce, kimisiyle de sonra ilişkiye girmiştir, kimisinin ise pazılarını ve poposunu yemiştir.

Son kurbanının bir şekilde kaçmaya çalışması ile yakalanmıştır. 14 yaşındaki Asyalı kurbanı yarı sarhoş ve çırılçıplak şekilde sokağa kaçmayı başarmıştır. Peşinden giden Jeffrey Dahmer, sokakta çocukla ilgilenen insanları onun gay olduğuna ve aralarında tartışma çıkığına inandırmayı başarmış, çocuğu eve geri götürüp öldürmüştür. Durumdan şüphelenen sokak sakinleri polisi aramış, Pedofili -subyancı diyim- şüphesi ile eve giden polis ağır kokular karşısında arama yapınca foyası ortaya çıkmıştır. Yakalandığında "Bu yaptıklarımı bir insanın yapabileceğine inanmam çok zor" demesi dikkat çekicidir.

Wisconsin'de 28 Kasım 1994'te hapishanenin çamaşırhanesinde bir zenci tarafından arkadan kafasına -tesadüfe bakın ki- indirilen bir demir çubuk darbesiyle öldürülmüştür. Öldüren kişi ifadesinde "Tanrıdan onu öldürmem için emir geldi" demiştir. Jeffrey Dahmer'ı diğer seri katillerden ayıran en önemli özelliği, genel olarak cinayet işleyen kişilerin kurbanlarını öldürmeden önce onlara işkence etmek suretiyle kendilerini tatmin etmeleri ve yeterince doyuma ulaştıktan sonra öldürme eylemine geçmeleridir. Dahmer içinse tam tersi geçerlidir, önce öldürüp ardından eğlenmeye başlar. Normal bir ailesi, üstün sayılabilecek bir zekası, iyi bir eğitimi ve gözle görülür problemleri olmadığı için yaptıklarına bir sebep bulunamamış ve Dahmer psikologların ilgisini çeken bir vaka olarak kalmıştır.

Hakkinda Film:Secret Life: The Jeffrey Dahmer, 1993, David Bowen tarafindan çekilmistir.
Hakkinda Kitap:The Men Who Could Not Kill Enough, 1972, Anne E. Scwartz


Annabel Lee


senelerce senelerce evveldi;
bir deniz ülkesinde
yaşayan bir kız vardı,
bileceksiniz ismi annabel lee;
hiç bir şey düşünmezdi sevilmekten
sevmekten başka beni.

o çocuk ben çocuk memleketimiz
o deniz ülkesiydi,
sevdalı değil kara sevdalıydık
ben ve annabel lee;
göklerde uçan melekler bile
kıskanırlardı bizi.

bir gün işte bu yüzden göze geldi
o deniz ülkesinde,
üşüdü rüzgarından bir bulutun
güzelim annabel lee;
götürdüler el üstünde
koyup gittiler beni,
mezarı ordadır şimdi,
o deniz ülkesinde.

biz daha bahtiyardık meleklerden
onlar kıskandı bizi
-evet!-bu yüzden
(şahidimdir herkes ve o deniz ülkesi)
bir gece bulutunun rüzgarından
üşüdü gitti annabel lee.

sevdadan yana, kim olursa olsun,
yaşça başça ileri,
geçemezlerdi bizi;
ne yedi kat göklerdeki melekler,
ne deniz dibi cinleri,
hiçbiri ayıramaz beni senden
güzelim annabel lee:

ay gelir ışır, hayalin irişir
güzelim annabel lee;
bu yıldızlar gözlerin gibi parlar
güzelim annabel lee:
orda gecelerim, uzanır beklerim
sevgilim, sevgilim, hayatım, gelinim
o azgın sahildeki,
yattığın yerde seni.


~Edgar Allan Poe

30 Temmuz 2008 Çarşamba

hığğğğğ


uyuyorum, uyuyorum, yine uyuyorum.
saat üç olmuş, yine uyuyorum.
üç buçukta bi esneyip kaşınıyorum, tekrar uyuyorum..
uyuyorum.. sıcak bi esinti geliyor gözlerimi aralayıp bi ayağımı aşağı sarkıtıyorum
maceraya bayılıyorum
iki kaliptüs yaprağı indiriyorum mideye
hııııığğğ çok uykum var
karşı ağaçtan manita sesleniyor
duymazlıktan geliyorum
akşam olmak üzere
bugün çok yoruldum
göz kapaklarım gittikçe ağırlaşıyor
başımı bi dala yaslayıp kıvrılıyorum
tekrar uyuyorum.

Animizm



Animizm kısaca ölenlerin ebediyen dünyadan ayrılmadıkları, bunların ruhlarının cenazenin çevresinde, ağaçlarda, bitkilerde ve giderek tüm doğada dolaştığı ve böylece tüm doğanın canlı olarak algılanmasıdır. Örneğin, Çerkezler için armut ağacı sığırların koruyucusudur. Kırgızlar için elma ağacı kadınlara doğurganlık verebilecek güce sahiptir. Yakut kadını ise çocuk sahibi olabilmek için karaçam ağacına dua eder. Yukarıda da sözünü ettiğimiz gibi kaynağını atalarının ruhlarının buralarda eyleştiği düşüncesinden alan inançlar bulunmaktadır.

Animizmde, ruhlar insanlar arasına karışarak ya onlara şans verir ya da delirtir ve hasta eder. Bu yüzden ölü ruhlarını yatıştırmak için onlara adaklar adamak, kurbanlar kesmek, ölmüş atalarının mezarlarına sunularda bulunmak gerekir. Hinduizmde güzel amellerin beş maddesinin başında ölenler için kurban kesmek gelir; "çünkü ölenler kurbansız aç kalırlar."Ruhlar da insanlar gibi yaşamak için yemek yemek zorundadırlar. Onların dünyası bizim dünyamızın tam tersidir. Bizim kışımız, onların yazı, bizim gecemiz, onların gündüzüdür. Bu yüzden ruhlar bizim gecemizde ortaya çıkarlar. Geceleri mezarlık kenarlarından geçilmemesi yönündeki halk inancı da buradan kaynaklanmaktadır.

Animizme göre ruhlar, öbür dünyada da bu dünyanın benzeri bir hayat sürdüğünden "ölünün öbür dünyada fakir düşerek başkalarına muhtaç kalmamasını temin etmek lazımdır. O halde, ölen kimsenin eşyalarını, zengin ve kudretli ise, esir ve hizmetkarlarını da, ölüyle beraber göndermelidir. İlkeller eşyaları da insanlar gibi canlı addettiklerinden bunların ölmelerini temin etmek üzere mezara gömer, yakar veya kırarlar. Böylece ölü, öteki dünyaya birlikte götürdüğü eşyalar sayesinde rahatını temin eder."

Animizme göre kişinin vücudunun bir parçası da onun ruhundan bir parça taşır. Kişinin gölgesi, sudaki aksi, tasviri de onun ruhunun bir parçasını taşır; çünkü "tasvir ile gerçek aynıdır." Tek tanrılı dinlerin, özellikle İslamiyetin resim yapılmasını yasaklaması, bu eski inancı ortadan kaldırmaya yönelik bir harekettir. İnsan tarafından kullanılan eşyalar da yine onun ruhuyla özdeştir. Ölümden sonra bunlar yakılarak ya da fakirlere verilerek ruhun tekrar gelerek yaşayanları rahatsız etmesi önlenir. "Ölü gömülürken şahsi eşyası -bilhassa kendi yapmış oldukları ile daimi bir surette temas halinde bulundukları- beraberce mezara konur, yakılır, kırılır ve çok nadir olarak suya atılır veya yüksek bir yere asılır." "Ölü, yaşayanları büyük bir kıskançlıkla gözlemektedir. Eğer kendisine ait bir eşyanın başkası tarafından kulanıldığını görürse, derhal eşyasını kullananları öldürür." Bu yüzden "ölünün diriler üzerinde herhangi bir fena tesir yaratmaması ve dirilerin de ölüler üzerinde benzer bir sonuç meydana getirmemesi için ölen şahsın temas etmiş olduğu eşya ile katiyen temas edilmez. Bunun için de bunlar muhtelif şekillerde yok edilirler."

Animizme göre ölü kutsaldır. Bu yüzden, onun karşısında kutsal olmayan her türlü işi, çalışmayı durdurmak gerekir. (Bugün Anadolu'da cenaze haberi alındığında her türlü iş güç bırakılır.) Ölüm halinde kimi hareketler yapmak, ağlamak, sızlamak, kadınların saçlarını kesmesi, bedenlerine toprak sürmesi, bazen çok uzun süre konuşmayarak yas tutması gereklidir.

"Ölüm olayı neticesinde ölünün karısı, yakınları ve eşyası pislenir. Bu sebeple, bu gibi eşya ve canlılar tabudur. Onlarla her ne olursa olsun temas etmemek lazımdır. Çünkü bu eşya ve canlılardaki pislik derhal temas edene geçmektedir. Dul kadınlar kocalarının ruhlarına majik bağlarla bağlı olduklarından kimseyle evlenmelerine olanak yoktur. Her şeyden evvel bu bağın koparılması lazımdır. Bu sebeple dul kadınlar kendilerini bazı işlemlere tabi tutarlar. Çeşitli milletlerde görülen bugünkü matem elbiselerinin esasını, kocasının ruhunu aldatmak üzere boyalar sürünmek, deri ve kumaş parçaları örtünmek suretiyle kadınlar tarafından yapılan pratikler teşkil eylemiştir."

Çoğunlukla, öldükten sonra ruhun vücuttan genellikle bir hayvan, özellikle bir kuş şeklinde ayrıldığı tasvir edilir.

Ölülerin, salt çürüyen bir et ve kemik yığınından ibaret olmadığı, ölülerin gömüldüğü ve mistik bir alemde kendilerine barınak edindiği, ölüler dünyasına açılan kapı niteliğindeki mezarın ortaya çıkışı ise oldukça eski zamanlara kadar gitmektedir. Ölülerine dinsel ritüeller uygulayan ve onları gömen ilk canlı 250.000 ila 35.000 yıl önce yaşayan neandartal insanıydı.

Skopzen Tarikati



resim biraz absürt kaçıcak ama bilginin akılda kalması bakımından önemliydi : p

1772 yılında Tula'da A. Ivanova "Tanrının Anası" ve Blochin "1832 İsa" tarafından kurulan Rus tarikatı. Onların öğretisine göre Adem ve Havva cinsel organları olmadan yaratılmışlardır.İlk Günahın gerçekleşmesinden sonra, Adem elmanın iki yarısından kendi testislerini ve Havva da göğüslerini oluşturmuştur.Erkekler evlenip üç çocuk yaptıktan sonra günahlarının izlerini ortadan kaldırmak için hadım olmak zorundadırlar.Blochin daha sonraları kendisine Kondrati Selinov adını verip II. Katharina nın katillerinin elinden kurtulan, Çar II. Peter olduğunu ortaya atmıştır.Rusya ve Balkanların ücra köşelerinde,bugün dahi var olduğu söylenen skopzen'ler, Blochin'in tekrar doğacağına ve Hristiyan karşıtlarını öldüreceğine inanırlar.

Cthulhu Mitosu ve Cthulhu




Cthulhu H.P Lovercraft'ın yarattığı kötülük yayan canavarlardan biridir.

Necronomicon' da şöyle tanımlanır ;

"that is not dead which can eternal lie and with strange aeons even death may die"

"sonsuza dek yatabilen ölü değildir; ve tuhaf zamanlarda ölüm bile ölebilir"

Cuthulhu Mitosu

Cthulhu Mythos" yaşamış korku türünün önemli isimlerinden sayılan Howard Phillips Lovecraft 'ın yarattığı bir evrendir ve bu evrende geçen, başlıca Call of Cthulhu olmak üzere birçok hikâye yazmıştır.

Temel olarak, insanlık ve Dünya'nın evrende bir kumsaldaki kum tanesi kadar önemsiz olduğunu savunan karamsar bir görüşe sahiptir. Evrendeki diğer varlıklar, insanlardan tanrı sayılabilecek kadar üstündür ve evreni şekillendirirler. Bu varlıklardan Dünya'ya ilk ayak basmış olanları "Ulu Eskiler (Great Old Ones)" olarak adlandırılır. Cthulhu'nun soyu daha sonraları dünyaya gelip Ulu Eskileri yok etmiş veya dünyanın derinliklerine çekilmek zorunda bırakmıştır.

Ku Klux Klan



Ku Klux Klan, 1865 ABD'de Tennessee'de İskoç ritine bağlı bir grup mason tarafından kurulan siyahi karşıtı ırkçı gizli örgüt. Kuruculari Captain John C. Lester, Major James R. Crowe, John D. Kennedy, Calvin Jones, Richard R. Reed, Frank O. McCord'dır. "Birth of a Nation" filmi ile kendilerini deklare etmislerdir.

Örgüte katılanlar arasında da, iç savaş öncesi kurulmuş olan "Knights of the Golden Circle" (Altın Çember Şövalyeleri) adlı mason locasının üyelerinin çokluğu dikkat çeker. Hem Knights of the Golden Circle hem de Ku Klux Klan örgütlerinin en büyük finansal destekçileri ise B'nai B'rith üyesi ünlü Yahudi finansör Judah P. Benjamin'dir.

1870'lerde kurulan Ku Klux Klan, Amerika'da asıl olarak I. Dünya Savaşı'ndan sonra büyük bir güç kazandı. 1920'lerin ortalarına gelindiğinde üye sayısı üç ile dört milyon arasındaydı.

"Beyaz insanı korumak için mücadele başladığında, düşmanlarımızı katledeceğiz" sloganı ile yola çıkan Klu Klux öğretisinin ideolojik kökeni, diğer tüm ırkçı ideolojilerde olduğu gibi, beyaz ırkın evrim basamağında en üstte yer alan ırk olduğu, diğer ırkların ise aşağı basamaklarda yer aldığı, bu nedenle de her türlü kötü muameleyi hak ettiği görüşüne dayalıdır. Ve bu görüşün sahipleri Amerika'da oldukça fazla sayıdadır. National Alliance, World Church of The Creator, Arian Nation gibi farklı isimler altında örgütlenmiş bu grupların genel olarak Klu Klux Klan şemsiyesi altında olduklarını söylemek yanlış olmaz.

Ku Klux Klan örgütü Amerikan İç Savaşı sonrasında zencilerin kazanmaya başladığı haklara, özgürlüklere ve zenci-beyaz eşitliğine karşı çıkmıştır. Amaçlarına ulaşmak için şiddet ve teröre başvurmuşlardır. Örgüt iki defa dağılmasına rağmen 1950 ve 1960'larda tekrar canlanmıştır. Günümüzde bazı bölgelerde sadece yerel bazda faaliyet göstermektedir.

Klan Öğretileri

Aşağıdaki maddeler 14 Ocak 2001 tarihli bir Klan toplantısında, Matt Hale'in konuşmasından alınmıştır:

• Irkların eşit olduğunu söylemek kendi ırkımıza karşı suç işlemek anlamına gelir.

• Irkların kaynaşmasından, ırklar arası evliliklerden ve beyaz olmayanların ülkemize göz etmesinden nefret ediyoruz.

• Irklar arası evlilik yapmak ırkımıza ihanet etmektir.

• İnsan Hakları hareketleri bizim için yanlıştır. Menfaatlerimize aykırıdır.

• Beyaz ırk entelektüel olarak diğer ırklardan üstündür.

• Sıra bize geldiğinde, iktidar bizim elimizde olduğunda, dünyayı istediğimiz gibi şekillendirmeye başladığımızda, ırkımızın en iyisini yaratacağız. Gelecek sadece beyazlara ait toprağımızın olduğu bir dönem olacak ve diğer ırkları topraklarımızdan süreceğiz. Kanun sınırları dahilinde, zorla gemilere doldurulup topraklarımızdan çıkarılacaklar. Kanun bu olacak..

• Beyaz olmayanlar bizim için önemli değildir. Bir kan gölü içinde yatıyor olsalar bile bizim için önemi yoktur. Bizi tek ilgilendiren kendi ırkımızdır.

• Irkları farklı yapan beyinleridir. Her ırkın farklı kafatası tipi ve beyin hacmi vardır.

• Seri katillerin neden hep beyazların arasından çıktığı sorulursa... Beyaz insanlar bir şeyi yapmadan önce planlarlar. Beyazlar düşünürler. Siyahların işlediği cinayetlerin çoğu ilkeldir. Beyazlar işleyecekleri cinayeti önceden düşünürler. Beyazlar bu tarz cinayetler işlerler, çünkü bu tarz cinayetler, planlama kabiliyeti gerektirir.

bang bang



ben beş, o altı yaşındaydı.
sopadan yapılma atlara binerdik.
o siyah giyinirdi, ben beyaz...
dövüşü hep o kazanırdı.

mevsimler geldi, zaman değişti.
büyüdüğümde ona benimsin dedim
hep güler ve derdi ki,
beraber oynadığımız zamanları hatırla.

müzik çalar, insanlar şarkı söylerken,
kilisenin çanları benim için çaldı.
artık o yok, neden bilmem.
ve hâlâ arasıra ağlarım.
hoşçakal bile demedi,
yalan söylemeyecek vakti bile ayırmadı.

bang, bang. vurdu beni.
bang, bang. düştüm yere.
bang, bang. o korkunç ses.
bang, bang. bebeğim...
vurdu beni.

Savaşın Çocukları: Sierra Leone

Ivan, rahatsız edici bir soğukkanlılıkla ilk kez birini nasıl öldürdüğünü anlatıyor.

“Beş adam yakaladık. Komutan silahı çıkarıp bana verdi, ‘Ivan vur şunları’ dedi. ‘Ben de vurdum.’

Ivan'la Sierra Leone’nin başkenti Freetown’da, Lumley Beach’te bir barda oturuyoruz.

Gülümseyerek anlatmaya devam ediyor:

“O zaman 12 yaşındaydım”...



Şimdi 20’li yaşlarının başında. Uzun boylu ve yakışıklı. Amerika’da hukuk öğrenimi için üç yıl geçirdikten sonra Amerikalılar gibi konuşmaya başladığını söylüyor.

Başarılı olmaya kararlı olduğunu anlatıyor ve çocuk askerken yaşadıklarını anlatmaya devam ediyor.

Ona inanmamak için hiçbir nedenim yok.

Söylediği hiçbirşey yanlış görünmüyor.

Anlattıkları, Sierra Leone’de yaşanan iç savaşın vahşetiyle örtüşüyor.

Onu dinlerken cümlelerini biraz, hayırsever, paralı Batılıların kulağına hoş gelecek şekilde süslediğini düşünüyorsunuz.

“Bir kitap yazıyorum da” diyor Ivan. “İşmail gibi... Ama daha iyisi..."

İşmael Beah’nın adı herkesin dilinde. Sierra Leone’deki iç savaşta çocuk asker olarak yaşam öyküsününü anlattığı kitap, çok satanlar listesine girmişti.

“Kıdemli bir askeri istihbarat görevlisiydim” dedi. “Bir casus. Hoş olmayan şeyler yaptım. Gençtim, çocuktum. Bunun casusluk görevi olduğunu kavrayacak durumda değildim. Heyecan vericiydi o kadar. Ama iyi birşeydi. Bir asker olarak yetişkinlerin, komutanların saygısını kazandım. Hepsi beni biliyordu."

Onu anlıyorum. Her eski savaşçı gibi, cesaretinin başarılarının takdir edilmesini istiyor. Çocuk olduğu için mi buna hakkı yok.

Şimdi o günler geride kaldı ve onun bir umutsuzluk hali içinde olduğunu görüyorum. Artık hiçbir şey ona bu kadar iyi gelmeyecek. ‘ O zamanlar önemliydim” diyor.

Peki ya şimdi?Eski çocuk askerler için çok fazla seçenek yok şimdi. Çok azı eğitim için para yardımı veya burs alabilmeyi başardı. Çoğu, sokaklarda boş boş, eğitimsiz olarak – savaş sanatı dışında – dolaşıyor.

Kono, Kaballa, Freetown. Hepsi nerelerde savaştıklarını bir çırpıda sayacaklardır. Hepsi korkunç şeyler yaptıklarını ya da tanık olduklarını söyleyecektir. Birinin dişlerini sökme, kolunu, bacağını kesme, öldürme, tecavüz ve işkence... Ve hepsi, emirlerin böyle olduğunu söyleyecekler... Başka seçenekleri olmadığını...

Birçoğu, bugün Lahey’de yargılanan eski Liberya Cumhurbaşkanı Charles Taylor’la karşılaştığını da söyleyecektir. “Hepsinin “Patron” dedikleri Charles Taylor... Hepsi İşmail gibi kitap yazıyor.

Neden yazmasınlar ki?

Dünyanın en yoksul ülkelerinden birinde yaşayan bu insanlar, çocukken; daha ne yaptıklarının tam farkında bile değilken yaptıklarını paraya çevirmek istedikleri için neden suçlansınlar ki?

Bu genç insanların sivil hayata geçişlerine yardımcı olmaya çalışan İtalyan rahip Barton, “Bu teşvik edilmemeli” diyor:

“Sorun çocukların en iyi savaşçılar olmasında. Onları asker yapmak çok kolay. Cesur ve istekliler. Ramboculuk oynamayı seviyorlar. Kaybedecek hiçbirşeyleri yok. Öleceklerinin farkında değiller. Şimdi onların normal insanlar olarak büyümelerini, yaşadıklarını unutmalarını sağlamalıyız. Onları yazara ne bileyim başka şeylere dönüştürmek doğru değil.”

Ve rahip, Ivan’ın zeki bakışlarının gizleyemediği şeyi söylüyor:“Onlara inanamazsınız. Gözlerinizde okudukları, onların size söylemesini istediğiniz şeyleri anlatırlar. Gerçeği öğrenmeniz asla mümkün olmaz.”

Aslında, gerçek, onlardan gizlenen şeydi. Hollywood karakterleri Rambo, Rocky ve Superman gibi adları olan liderleri vardı.

Saçları örülüydü. Onlara asi oldukları söylenmişti. Onları yedirdiler, giydirdiler.. Silah ve uyuşturucu verdiler. Şiddet, ergenlik çağı kültürü ve tüm Afrika kıtasında duyulan devrim sloganlarıyla örülü kargaşa ortamında tecavüze, kol bacak kesmeye, kadın çocuk öldürmeye gönderildiler.

Başkaları Sierra Leone’nin elmaslarını yağmalayabilsin diye...

Birkaç gün sonra tekrar Ivan’ı aradım. Onunla biraz daha konuşmak istiyordum.

Onu bulamadım ama kardeşini buldum. Dolandırıcılıktan hapse girmiş.

Ve kardeşinin dediğine göre, Amerika’da hiç hukuk öğrenimi görmemiş. Amerika’dan döndükten sonra, şimdi barışın sağlandığı Sierra Leone’ye uyum sağlayamamış.


BBC Türkiye'den alıntı.
Olenka Frenkiel
BBC muhabiri / Freetown



''Kanlı Elmas'' filminde burada yaşanan olaylar çok iyi canlandırılmıştı.İnsanların para için,değerli kabul edilen -ama aslında çok değersiz olan elmas parçaları için- aileleri nasıl parçaladığının ,insanları nasıl korku içinde yaşamaya mahkum ettiğinin, çocukları nasıl suç makinalarına dönüştürdüğünün anlatıldığı kaliteli bir filmdi.İzlemenizi şiddetle öneriyorum.

insanlık







Bu şekerleri yer miydiniz?





gayet yaratıcı bir sunuş. :p başlık biraz mide bulandırıcı olmuş farkındayım.ama neden yemeyesiniz ben hiç acımam yerim bu şekerleri. . . belki de yiyemem yukarıdaki insanları gördükten sonra,nasıl yiyebilirim.keşke evrendeki herkesin hiç düşünmeden yiyebileceği kadar çok şekerimiz olsaydı,paylaşabilseydik,kimse -açlık- gibi saçma bi nedenden ölmeseydi.Dünyada bu kadar çok yemek varken nasıl insanların açlıktan ölmelerine izin verebiliyoruz?

29 Temmuz 2008 Salı

aydınlıkların türkiyesi


üzerinden sevişmek



herkes az buçuk sarhoş
herkes bir şeyler söylüyor

ama yalnız ikimizin sözcükleri
sarmaşdolaş



~Cemal Süreya

Ariadne'nin Yakınması

Kim ısıtır, kim sever beni daha?
Sıcak eller uzatın bana!
Yürek mangalları uzatın bana!
Vurulup düşürülmüş çırpına çırpına,
Can çekişenler gibi, ayakları ovuşturulan,
Sarsılmışım, ah! Bilinmeyen ateşlerle yana yana,
Sen peşimdesin, ey Düşünce!
Adlandırılamaz! Açıklanamaz! İğrenç!
Sen, ey bulutların ardındaki avcı!
Yerle bir olmuşum senin şimşeklerinle,
Sen alaycı göz, dikmişin gözünü bana karanlıklardan!
Yatıyorum öyle,
kıvrılarak, çırpınarak, işkencesiyle
bütün sonsuz ezaların,
vurdun beni
sen ey zalim avcı,
sen ey tanınmaz - T a n r ı...
Vur, daha derine vur!
Bir kez daha, haydi vur!
Kopar, parçala bu yüreği!
Niye bu işkence
körelmiş oklarla?
Neye göz koydun böyle,
usanmadın mı bu insan işkencesinden,
acı vermekten haz duyan Tanrı şimşeği gözlerle?
Öldürmek değil istediğin,
yalnızca eziyet, eziyet etmek mi?
Bana - niye eziyet ediyorsun,
sen, ey acı vermekten haz duyan tanınmaz Tanrı?

Ha ha!
Usul usul sokuluyorsun
böylesi gece yarısında? ...
Ne istiyorsun?
Konuş!
Üstüme geliyorsun, sıkıştırıyorsun beni,
Ha! Çok yaklaştın yanıma!
Soluğumu duyuyorsun,
yüreğimi dinliyorsun,
kıskanç seni!
- neden kıskanıyorsun beni?
Git! Defol!
O merdiven de niye?
İçeri mi girmek istiyorsun,
yüreğime tırmanmak,
en mahrem
düşüncelerime tırmanmak?
Utanmaz! Tanınmaz! Hırsız!
Ne çalmak istiyorsun?
Ne gözetlemek istiyorsun?
Ne işkencesi etmek istiyorsun?
Sen ey işkenceci!
sen - Cellat - Tanrı!
Yoksa köpek gibi, taklalar mı ataydım karşında?
teslim mi olaydım, kendimden geçerek
sevginle - sırnaşarak?

Boşuna!
Sürdür batırmanı!
Zalim diken!
köpek değilim - avınım yalnızca senin,
zalim avcı!
en gururlu esirinim, en ey bulutların ardındaki haydut...
Konuş artık!
Ey şimşeklerin ardına gizlenen! Tanınmaz! konuş!
Ne istiyorsun, ey Eşkiya... b e n d e n?
Nasıl?
Fidye mi?
Ne istiyorsun fidye diye?
Çok iste - böylesi yaraşır gururuma!
ve az konuş - böylesi yaraşır öteki gururuma!

Ha ha!
Beni - istiyorsun ha? beni?
herşeyimle beni? ...
Ha ha!
Ve işkence ediyorsun bana, delisin ya işte,
gururumu kırıyorsun işkencenle?

S e v g i ver bana - kim ısıtır ki beni daha?
kim sever ki beni daha? sıcak eller uzat bana,
yürek mangalları uzat bana,
bana, yalnızların en yalnızına,
buzunu ver ah! yedi kat donmuş buz,
düşmanları bile düşmanları özlemeyi öğreten,
ver, evet, teslim et,
ey zalim düşman
bana - k e n d i n i!

Kaçıyor!
Bu kez o kaçıyor,
tek yoldaşım,
en büyük düşmanım, tanınmazım benim,
Cellat-Tanrım benim! ...

Hayır!
gel geri!
bütün işkencelerinle birlikte geri gel!
Bütün gözyaşlarım
sana akıyor,

yüreğimin son alevi
seni aydınlatıyor.
Gel, geri gel,
tanınmaz Tanrım! A c ı m benim!

son mutluluğum benim! ... (***)


Nietzsche

Seni öylesine düşledim ki...





Seni öylesine düşledim ki yitirdin gerçekliğini.
Bu canlı bedene sahip olmanın ve benim taptığım sesin çıktığı bu ağzı öpmenin daha zamanı değil midir?
Seni öylesine düşledim ki senin gölgeni kucaklaya kucaklaya,
göğsümün üstünde kavuşmaya alışmış olan kollarım belki de senin belini saramayacak.
Beni günler boyu ve yıllar boyu yöneten ve kendine çeken gerçek görüntün karşısında bir gölge gibi kalacağım hiç kuşkusuz.
Ey duygusal dengeler.
Seni öylesine düşledim ki zaman yok artık uyanmama hiç kuşkusuz. Ayakta uyuyorum, yaşamın ve aşkın bütün görünümlerine sunulmuş beden ve sana, benim için bugün tek önemli şey olan sana, senin alnına ve dudaklarına belik de hiç dokunamam, ilk gördüğüm birinin dudaklarına ve alnına dokunduğum kadar.
Seni öylesine düşledim, görüntünle öylesine yürüdüm, konuştum,yattım ki görüntün bile silindi gözlerimin önünden ve yine de yaşamının güneş saati üstünde ağır ağır gezinen ve gezinecek olan gölgeden yüz kat daha gölge ve hayaletler arasında hayalet olmaktan başka bir şey kalmıyor bana yine de.

Robert Desnos ( Fransa, 1900-1945)

Theodore Robert Bundy


(1946-1989)

“Biz seri katiller, oğullarınızız, kocalarınızız, biz her yerdeyiz. Ve yarın çocuklarınızdan daha çoğu ölmüş olacak.”

"Bazen kendimi vampir gibi hissediyorum"

Ruhsuz ama zekiydi, güzel giyinen ve kadınların ilgisini kolayca çeken bir cazibe sahibiydi. Gayrı meşru olarak doğmuştu ve annesi bunu ondan gizledi. Çocukluğu döneminde hayvanlara işkence eder ve kız kardeşini röntgenlerdi. Kendisi 12 yaşındayken 9 yaşındaki kaybolan arkadaşını da öldürmüş olabileceği yıllar sonra gerçek yüzü ortaya çıktığında düşünülmeye başlandı.

Tecavüzcü ve seri katil olarak 36 kişiyi öldürdü. Belki de yüzlercesini. Yakalandı. 24 Ocak 1989'da Elektrikli Sandalyede İdam edildi. Hapishane duvarlarının dışında toplanan yüzlerce kişi onun idamını şampanya içerek kutladı.
Ted Bundy’nin hayvani süper egosu ilk olarak Washington Üniversitesinde öğrenciyken ortaya çıkmıştı.1974 yılı içerisinde 7 ayda 7 kadını öldürdü. Bir kadının da metal çubukla önce kafasını parçalamış ve çubuğu rahmine sokarak kalıcı beyin hasarlarına sebep olmuştu.
Buradan ayrılıp Utah Üniversitesi Hukuk Fakültesine kaydoldu. Salt Lake bölgesinde genç kadınlar kaybolmaya başladı. Bunların arasında polis şefinin genç kızı da vardı. Çıplak ve parçalanmış olarak bir kanyonda bulundu.

Bundy arada bir Colorado’ya yolculuklar yapıyordu. Bu sırada Colorado civarında en az 5 kadın kayboldu.1976’da yakalandı. Ancak iki defa kaçmayı başardı. Birinde Adliye binasında bir pencereye tırmanarak, diğerinde ise hücresinin tavanında bir delik açarak.

Ocak 1978’de Florida’da ortaya çıktı. Artık iyice azıtmıştı. Geceleri genç kadınların yatak odalarına gizlice giriyor ve ona işkencelerle tecavüz ediyordu. Bir kadının göğsünü koparacak kadar ve bir kadını kalçasını derince ısırdığında diş izlerinin kendisini ele vereceğini düşünmemişti bile. Florida polisi onu çalıntı bir arabada yakalayınca yapılan karşılaştırmada diş izlerinin faili olduğu anlaşıldı.

Cinayet islemeye başladığı 1973 yılından yakalandığı 1978 yılına kadar toplam 28 kişiyi öldürdüğünü itiraf etmiştir. Ancak FBI dedektiflerine göre bu sayı 30 ile 100 kurban arasında değişmektedir. Yakalanmasına rağmen Bundy iki kez kaçmayı başarmıştır. 1975 yılında yakalandığında adam kaçırmaktan 15 yıl ceza almıştır, 1978 yılında yakalandığında ise olum cezasına çarptırılmıştır.

İyi görünümlü bir hukuk öğrencisi olmasından dolayı birçok filme ve kitaba konu olmuştur. Örneğin Copycat filmindeki seri katil, hayranı olduğu Ted Bundy'nin cinayet sahnelerini tekrarlayarak cinayetler isler. Özellikle ilginç olan, cezaevinde kaldığı yıllarda Bundy'nin birçok kadından evlenme teklifi almış olmasıdır. Kurbanlarının bedenlerinde bıraktığı diş izlerinden yakalandığı söylenir. Kurnaz seri katilimiz yakalanmadan önce dişlerini kırmaya çalışmışsa da bu bir ise yaramamıştır.

Yale mezunu psikopat dahi. Yakalandıktan sonra seri katil profilleri üzerine FBI'la iş birliği yapmıştır. Şu yorumu ünlüdür: Seri katillerin yakalanmasının sebebi alışkanlık. Bir işi ilk kez yaptığınızda çok dikkat edersiniz. Her şeyin düzgün olmasını istersiniz. Ama 20. Kez yaparken o kadar da önemsemezsiniz.

Özellikle kurbanlarını güzel ve koyu renk saçlı kadınlar arasından seçmiştir. Kurbanlarını tecavüz ettikten sonra kör bıçakla öldürmüştür. Her öldürdüğü bayana tecavüz etmesiyle bilinen Bundy, tecavüz eylemini öldürdükten sonra gerçekleştirmeyi uygun gören bir ölü sevici niteliğindedir. Yaşayan bayanlarla ilişki kurup öldürmek maiyetinde bir eylemi olmamış, özellikle ölü sevici özelliğini uygulayabilmek amacıyla öldürmüştür, diyebilinir.

Bütün kurbanlarının ilk kız arkadaşına benzediği de söylenir. Bazı cesetleri evde pişirdiği, korkunç kokular yayılmasına rağmen komsularının polislere eğitimli yakışıklı çok efendi çocuk diye ifade verecek kadar güvenmeleri nedeniyle yakalanmadığı, ilk yakalanışında saldırdığı kızlardan birinin nasılsa aşık olduğu için polise bunu söylemeyip bile bile serbest kalmasını sağladığı söylenir.

Hakkında Film: Copycat
Hakkında Kitap:The Stranger Beside Me, 1988, Ann Rule

Dipnot: Ben bu adamı Prison Break filmindeki Theodore Bagwell nam-ı diğer T-bag e benzettim hatta Bundy de olmayan çok daha sapkın düşünceler t-bag de mevcuttu.

yanarak doğarken kör bakan gözlerimiz.. bir kere bile bu huyundan asla vazgeçmemiştir..



.... ve bu sert dinletide unutuyorum o kör o emilen ruhumla zamanın suratının tam orta yerine tükürerek, nasıl acizce elimde ateşimi tutmak zorunda olduğumu, soru soramayışımı, ölmek için konuşamayışımı, seçim denilen iplerin boğazımdan saydam olmadan geçmeyişini... yokki! ne fayda... yalan gözlerle asla doğrular bize görünmeyecekler!!!... yanarak ve kör doğduk hepimiz..

Sabah yıldızı-na borçlumuyuz? yüzüne bakmaya da mecbur muyuz?

Bu katalepside inkar yok.. Ruhumuzun çatlaklarına bazen "sabah yıldızının ışıkları" girmeli...

Hapishanedeki Havuz


Hapiste olduğunu fark etmeyen , hapisten çıkma arzusunu da hissedemez..

insanlar hızla akan yaşamın yanında küçük bir havuz kazarlar, işte o havuzda kokuşur , ölüp giderler..


Havuz kazarsın yada kazmazsın.. yada başka bişey kazarsın..

yada kazmalımısın?..

Blondie



30 yılı geride bırakan Blondie’nin sarışın efsanesi çocukluğumdan beri rüyalarımı süsleyen kadın. Debbie BBC’ye konuşmuş. 63 yaşındaki Harry, birçoğumuza göre bir ikon, kölesi olmak istediğimiz kraliçe..

30 yıl öncesine kıyasla, günümüzde konser vermek nasıl?

Hissiyat olarak hala aynı, belki şimdi bizim başladığımız zamana göre herşey daha kolay. Avrupa festivalleri çok eğlenceli ve katılanlar da müthiş.

Sahne kariyerinizde unutamadığınız zamanlar var mı?

Iggy Pop ve David Bowie turnesinin açılışını yapmak için yola koyulduğumuz an Blondie için çok önemliydi. (Iggy Pop ile oldukça samimi fotoları var kıskandım!)

Son zamanlarda dikkatinizi çeken yeni isimler var mı?

Oldukça fazla, seçmek zor ama M.I.A oldukça başarılı, Bat For Lashes’ı da çok seviyorum.

Müziği bırakmak gibi planınız var mı?

Şarkı yazmayı ve konser vermeyi seviyorum. Bu tamamen taleple ilgili ve hala Blondie dinleyicileri mevcut. Sanki şimdi, eskiye göre daha iyiyim gibi hissediyorum. pop star olmak ve müzisyen olmak arasında bir ikilik durumu var fakat hangisini daha iyi taşırsın, bu şüpheli.

Bence eski zamana ait olanlar da meydana çıkmak için birşeylere sahip. Büyüdüğün artistleri görmek de hayatına devamlılık hissiyatı veriyor. Ben Nina Simone’u ölmeden izleme şansına sahip oldum, konserine gittim

Sizin jenerasyonunuzdaki hangi müzisyenleri takip ediyorsunuz?

Siouxsie Sioux’yu izledim New York’ta ve olağanüstüydü. Her zamankinden daha iyi, müthiş. O gerçek bir freak. Şovunu çok sevdim.

Müzik piyasası içinde bu kadar uzun kalmanın bir sırrı var mıdır?

Sadece senin için değerli olan nedir., doğanda ne var, seni başarılı yapacak olan nedir? Bunlara karar vereceksin. Bunlar seni tutunmana yardımcı olur, diğer saçmalıklar işine son verir.



(Burada dayanamıyorum ve röportaja atlıyorum)

Peki Türkiyedeki hayranlarınıza bir şeyler söylemek ister misiniz?

Ohh çocuk çok tatlısın en kısa zamanda senin için oraya gelicem.

28 Temmuz 2008 Pazartesi

Sistem kendine uygun insanları-robotları- yaratmakta ustadır

Eğer sahip olmak, maddesel açıdan zenginleşmek mutlu kılsaydı, bütün Batı toplumlarının buna ulaşmış olmaları gerekirdi. Ama kazanmak, sahip olmak, daha fazla tüketmek, gerçekte kendisine ve çevresine yabancılaşmış insanların korkularını ve bunalımlarını gizlemekte kullandıkları bir araçtır. Sistemin (makinanın) işleyebilmesi için silik, kişiliksiz ve uyumlu klişe tipler gereklidir. Toplumsal yapı, bu ihtiyacını giderebilecek tipte insanlar üretir. Sonra da, onların bu kendilerine yabancılaşmış, korkak, bunaltılı hallerini yalancı bir tatmine yöneltir. Çok tüketmek ve tüketilen malların marka değişiklikleri ile kişilikleri farklılaştırmak, aldatıcı bir doyum ve mutluluk görüntüsü verir. Ama içten içe, herkes mutsuz, korkak ve acı içindedir.

Freud Düşüncesinin Büyüklüğü ve Sınırları- Erich Fromm kitabından alıntı.

The Last Shadow Puppets


Albüm kapağındaki hatunla beni benden alan grup, tabii bu hatunu görmeden önce müziklerine vurulduğumu söylemeliyim.
Arctic Monkeys’den Alex Turner ve The Rascals’dan Miles Kane’in projesi olarak ortaya çıkan bir grup ancak Arctic Monkeys' den çok daha iyi bi müzikaliteye sahip. İlk albümleri The Age Of The Understatement 21 Nisan 2008 tarihinde piyasaya çıktı ve çıktığı anda İngiltere albüm listelerinde 1. sıradaya yerleşti. Albümden çıkan ilk single albümle aynı adı taşıyan The Age Of The Understatement bi sonraki single Standig Next To Me oldu ve bu şarkıya kulak kesilmem ile grubun diğer şarkılarınıda dinleme zamanım gelmişti. Albümü dinlediğimde gerçektende 60-70 lerin etkisini üzerimde hissediyordum My Mistakes Were Made For You kesinlikle bu albümün en başarılı çalışması ama grup Mercury müzik ödüllerine 'The Age Of The Understatement' ile katıldı. Albümde bi türlü sevemediğim şarkı Only The Truth daha ilk dinleyişimde playlistten kaldırdım onu saymazsak baştan sonra doyurucu bi albüm her şarkısı ayrı ayrı güzel. Mutlaka dinleyin..

Nietzche'nin Deccal'inden...

-Kendimizi aldatmayalım. Hiperborlularız biz,-pekala biliriz ne denli kopuk yaşadığımızı. -Ne karadan ne de denizden bulabilirsin Hiperborlulara giden yolu- : Bunu daha Pindaros bilip söylemişti bizim için. Kuzeyin ötesinde, buzun, ölümün ötesinde - bizim yaşamımız,bizim mutluluğumuz...Mutluluğu keşfettik biz, yolu biliyoruz artık, binlerce yılın labirentinden çıkışı bulduk. Başka kim bulabilirdi ki bu çıkışı? -Modern insan mı? - ''Ne ettiğimi bilmiyorum; ne ettiğimi bilmeyen herşeyim ben''- diye iç geçirir modern insan... Bu modernlikti bizi hasta eden, - tembel barışlar, korkak tavizler, modern Evet ve Hayır'ın bütün erdemli kirliğiydi. Herşeyi -kavradığından- dolayı herşeyi -bağışlayan- bu hoşgörü, bu manda - yüreklilik, bizim için scirocco'dur. Çağdaş erdemler ile öteki güney yelleri arasında yaşamaktansa, buzlar içinde yaşamak yeğdir!... Yeterince yürekliydik, ne kendimizi ne de başkalarını esirgedik: ama, uzun süre, yürekliliğimizi nereye yönelteceğimizi bilemedik. Karamsarlaştık, durgunlaştık; bize yazgıcı dediler. Bizim yazgımız - doluluktu, gerilimdi, güçlerin birikimiydi. Şimşeğe, eyleme açtık, zayıfların mutluluğundan -boyuneğiş-'ten uzaktık... Göğümüzde sığınak vardı; doğa, bizim doğamız, bulutlanıyor, kararıyordu- Çünkü hiç yolumuz yoktu. Mutluluğumuzun formülü: Bir Evet, bir Hayır, düz bir çizgi, bir hedef...

John Dillinger!


1903 doğumlu en ünlü ABD'li banka soyguncusu.Her nitelikli ABD'li gibi bir süre deniz piyadesi olarak takıldı.Dört ayda beş banka soymak gibi iyi bir rekora sahiptir.Sürekli olarak yakalanıp firar etti.Son firarını ahşaptan oyduğu tabancayı ayakkabı boyasıyla boyayarak gerçekleştirdi; kaçarken ''son buluşmaya doğru yola çıkıyorum'' diye şarkı söylediği anlatılır.1934 yılında hep olduğu gibi FBI tarafından pusuya düşürülüp,öldürüldü. Tüm iyi Amerikan efsaneleri gibi öldürülenin aslında o olmadığı iddia edildi.Buradan da anlaşılabileceği gibi efsaneler ölmez ki yeniden doğsun. Dillinger adı İngiliz lisanına haydut anlamına gelen bir kelime olarak yerleşti.

Açlığın Gerçek Sorumlusu:Hatalı Politikalar



Dünya üzerinde hergün binlerce kişi açlık yüzünden hayatını kaybediyor. Oysa bu ölümler önlenebilir. Zira gıda krizinin gerçek sebepleri, hatalı siyasi, iktisadi ve sosyal politikalar olarak sıralanıyor.
Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü, Roma Konferansı'nda 37 ülkenin acil gıda yardımına ihtiyaç duyduğunu açıkladı. Bu ülkelerden 21 Afrika'da, 10'u Asya'da, 5'i de Orta ve Güney Amerika'da. Listede dünyanın en varsıl ülkelerin bulunduğu Avrupa'da da acil yardıma ihtiyaç duyan bir ülkenin bulunması dikkat çekti. Bu ülke Moldova.

"Gerçek neden yoksulluk"

Oysa dünyada, toplam nüfustan çok daha fazla kişinin beslenmesini sağlayacak yeterlilikte gıda mevcut. Doğanın kendisi, yetersiz beslenmeye ve açlıktan dolayı ölümlere yol açmıyor. Dünya Gıda ve Tarım Örgütü, yirmi yıl önce, sorunun daha çok siyasi iradeyle ilgili olduğunu tespit etmişti. Alman Açlıkla Mücadele Örgütü Genel Sekreteri Hans-Joachim Preuss'a göre açlığın temel nedeni yoksulluk. İnsanlığın neredeyse yarısı günde iki dolardan az, beşte biriyse bir dolardan az bir parayla hayatta kalmaya çalışıyor. Akşamları aç karınla uykuya dalmak zorunda kalan bu insanlar eksik beslenme nedeniyle ölüm tehlikesi altında.

Açlığın en büyük düşmanı istihdam

Hükümetlerin, işyerleri açarak istihdam olanaklarını başarılı bir şekilde arttırmayı başardığı ülkelerde açlık çekenlerin oranları azalıyor. Buna karşın keyfiyet ve diktatörlükle yönetilen ülkelerde açlık ve bundan kaynaklanan ölümler hakim oluyor. Bu ülkelerin büyük çoğunluğu Afrika'da. Bir dönem gıda ihraç eden ülkeler arasında yer alan Zimbabve, şimdi gıda yardımına muhtaç bir ülke konumunda ve kötü yönetim sonucunda neler yaşanabileceğine ilişkin önemli bir örnek.
Alman uzman Hans-Joachim Preuss açlıkla mücadelede olumlu adımlar atan iki ülkeye dikkat çekti. Preuss, "Açlıkla mücadele konusunda son yıllarda yaşanan en olumlu gelişmeler konusunda Hindistan ve Çin'e bakmak gerekir. Bu iki ülkede açlık çekenlerin oranında önemli düzeyde düşüş yaşandı" diye konuştu.

Gelişmekte olan ülkelerin sorumlulukları

Açlıkla mücadelenin en önemli halkası iş olanaklarının arttırılması ve bu yolla alım gücünün arttırılması. Burada sorumluluğu gelişmekte olan ülkelerin kendileri üstlenmeli. Tıpkı Çin ve Hindistan gibi, özel sektör güçlendirilmeli, devletin ekonomiye müdahalesi sınırlandırmalı ve yolsuzlukla mücadele edilmeli.

Sanayi ülkeleri fırsat vermeli

Alman Açlıkla Mücadele Örgütü'nden Hans-Joachim Preuss sanayi ülkelere de görev düştüğü görüşünde. Preuss şu noktalara dikkat çekti: "Bizler yoksul ülkelerin pazarlarımıza ulaşmaları için gümrükleri, vergileri ve harçları hafifletmeli ve bu yolla onlara bir şans tanımalıyız. Böylelikle sözkonusu ülkelerde talep artar ve daha fazla gıda üretilir. "

Karl Zawadzky

Albert Fish


Hamilton Fish, Hannibal Lector, Albert Fish

"Gerçek acının son aşaması olarak gördüğüm ölüm fikrini çok sevdim"

1870 Washington doğumlu seri katildir. Beş yaşındayken babası öldüğünde onu bir yetimhaneye yerleştirirler. Burada geçirdiği çok sıkıntılı iki yıl onun psikolojisini bozar. Yedi yaşına geldiğinde annesine teslim ederler. Ancak korkunç baş ağrıları çekmektedir. Liseyi bitirdikten sonra ülkede yolculuk yapmaya ve ufak tefek işlerde çalışmaya başlar. Bu durum ona suç işlemek için mükemmel bir fırsat sunuyordu.

1910 yılında işkenceler eşliğinde ilk cinayetini işledi. Kendisine kurban olarak kolay hedef olan çocukları seçmişti. 1920 yılına kadar yolculuklarına devam etti ve izini kaybettirdi. Yolculuk yapmaya devam ederken arkasında birçok kurban bırakmış olabilir miydi? Kurbanlarına acı çektirirken aynı zamanda kendisine de işkenceler yapıyordu. Kasıklarına toplu iğneler batırıyordu. 1910 da başlayıp yakalanıncaya kadar cinayet işlemeye devam etti. 1932-1934 arasında kurbanlarına ve kendisine işkenceler ve yamyamlık yaparak işlediği 4 cinayet ona Brooklyn Vampiri ünvanını getirdi. Onun cinayet sayısı kesin bilinmemekle beraber en az 15 olmasından şüphe duyuldu.

Albert Fish e "Amerika’nın Öcüsü" adı verilmiştir ve bununda iyi bir nedeni vardır. Sevimli bir ihtiyar görünümü altına gizlenmiş bu korkunç yamyam tüm ebeveynlerin karabasanıydı: çocukları hoşlarına gidecek bir vaatle kandırarak ortadan kaldıran bir iblis.

Halkın ilgisinin Fish’e dönmesine neden olan suç, 1928 de Grace Budd adında 12 yaşındaki sevimli bir kız çocuğunun kaçırılıp öldürülmesiydi. Ebeveynleri ile arkadaşlık kurmasının ardından Fish, şeytanca bir yalan uydurdu. Yeğeninin doğum günü partisi olduğunu söyledi ve Grace in gitmek isteyip istemediğini sordu. Bir büyükbaba gibi görünen bu ihtiyar adamın bir canavar olduğunu bilmelerine hiç bir imkan olmayan Bay ve Bayan Budd daveti kabul ettiler.En güzel kıyafetlerini giyen güven dolu küçük kız, Fish ile birlikte yola koyuldu. Fish, onu New York City’nin kuzey banliyölerinden birinde, yakınlarında hiçbir bina olmayan terk edilmiş bir eve götürdü. Burada onu boğdu, vücudunu parçalara ayırdı ve parçaların bir bölümünü kaldığı pansiyona getirdi. Burada kızın "etini" havucu, soğanı ve jambon dilimleriyle tam bir yamyam yahnisi şeklinde pişirdi. Bundan sonraki 9 günü odasından çıkmadan bu iğrenç yemeği yiyip devamlı mastürbasyon yaparak geçirdi. Sonraki 6 yıl botunca Fish serbest dolaştı, ancak Grace Budd olayını kendi kişisel haçlı seferine dönüştüren William King ismindeki bir New York City dedektifi onu inatla arıyordu. Buna rağmen Fish kaçmayı başarabilirdi; tabii kendi içindeki şeytanlarla başa çıkabilseydi. 1934’te Bayan Budd’a bugüne dek yazılmış en hastalıklı mektuplardan biri olan bir mektup göndermeye kendini mecbur hisseti.

Sonuçta King, Fish’i mektup kağıdındaki antetten bulup yakalayabildi. Fish tutuklandığında yetkililer elerinde tasavvur edilemez sapkınlıkla bir suçlu olduğunu hemen anladılar; bu adam bütün ömrünü acı vererek -- hem kendisine hem de başkalarına -- geçirmiştir. Diğer bir çok seri katil gibi, Fish de bir din manyağıydı ve günahlarının cezası olarak kendisine çok tuhaf işkenceler yapmıştı -- deri kayışlarla ve her yerinden çiviler fırlamış sopalarla kendisini dövmek, kendi dışkısını yemek, kasıklarına dikiş iğneleri sokmak gibi. Yaraladığı ve öldürdüğü çocuklar onun kaçık zihninde Tanrı ya verilen kurbanlardı. Savunma makamı tarafından Fish i muayene etmesi için çağırılan New Yorklu ünlü psikiyatr Dr. Fraderic Wertham, ihtiyar adamın "bilinen her türlü cinsel sapkınlığa" sahip olmasının yanında, bugüne değin kimsenin duymadığı anormallikler taşıdığını belirtmiştir (acayip zevklerinin arasında idrar yoluna gül sapı sokmak da vardı). Hapishanede çekilen leğen bölgesi röntgeninde, mesanesinin etrafındaki alana sokulmuş 29 iğne bulunmuştu.1935 teki duruşmasında jüri onun deli olduğuna karar vermiş olmasına rağmen yine de elektrikli sandalyede idam edilmesi gerektiğine inandı. İdam kararının açıklanmasından sonra, bu anormal ihtiyarın "Elektrikli sandalyede ölmek ne de büyük bir zevk olacak! Bu tadacağım en büyük zevk olacak -- şimdiye kadar tatmadığım tek zevk" dediği bildirilmiştir.
16 Ocak 1936 da 65 yaşındaki Fish elektrikli sandalyeye gitti -- Sing Sing de idam edilen en yaşlı insandı.

Hakkında Kitap:Black House, Stephen KingDeranged, 1990, Harold Schechter
Hakkında Film:Kuzuların Sessizliği, Filmdeki Hannibal Lektor tiplemesi ondan esinlenilerek yaratılmıştır.
Hakkında müzik: Macabre grubunun Sinister Slaughter -her biri seri cinayetleri konu alan- albümünden
Albert Was Worse Than Any Fish In The Sea / Albert Fish

çocuklar ağladığında


küçük çocuk, kuru, ağlayan gözlerin
içinde hissettiğin korkuyu nasıl anlatabilirim
insanın insanı öldürdüğü ve kimsenin nedeni bilmediği
bu kötü dünyaya doğduğun için

neye döndük, ne yaptığımıza bir bak
yok ettiğimiz herşeyi sen yeniden yapmak zorundasın
çocuklar ağladığında denediğimizi anlat
çocuklar şarkı söylediğinde yeni dünya başlayacak

küçük çocuk, yolu göstermelisin
bütün gençlere daha iyi bir gün için
bu dünyaya doğduğun için görmeye
aşk ve barış içinde yaşayabileceğini hepimizin

ne başkan kalacak, ne savaş
tanrının altında tek, birlik dünya

White lion ~ When the children cry

eşdeğeriyle yan



"hiçbir şeyim yok akıp giden sokaktan başka
keşke yalnız bunun için sevseydim seni"

bu yara hep kanayacak



penceremin yanında, köşede
yapayalniz bir fotoğraf asılı..
bir sebebi yok
asla farketmeyişimin
beni alıkoyabilecek bir anıyı..

bir yara var her daim kanayan
ve her zaman yürüdüğüm bir yol.
ve biliyorum,
buraya asla geri dönmeyeceksin..

birbiri ardına günler geçirdim hiç konuşmadan
sessizlikte bir rahatlık var..
böylece alıştım tüm hırsımı kaybetmeye
ve kalanları bir arada tutma mücadelesine..

bir defa parçalanınca, geriye kalan sadece duman
gözlerimi köreltircesine yakıp
gerçekte ne olduğunu gizleyerek
karanlığı zorla içime katan..



Opeth ~ Hope leaves




27 Temmuz 2008 Pazar

Su savaşları başlıyor


Suya cep telefonu kadar para harcarsak su sorunu çözülür mü? Bolivya’daki gibi yağmur suyu biriktirmek için hapse girmeyi göze alabilir misiniz? Akarsular özelleştirildiğinde hayvanlar suyu pet şişeden mi içecek?


İstanbul’da musluktan pis kokulu su aktı. Ankara’nın suyu pis, İzmir’inki arsenikli. Kuraklık ve susuzluk tarımı vurdu, açlık kapıda. Çiftçi borcunu kışı hapiste geçirerek ödemek için torpil arıyor. Buna karşı akarsuların özelleştirilmesi gündemde.
Birleşmiş Milletler “Su, insan hakkıdır” diyor ama, Türkiye’de suyun arsenikli ya da pis olması bir yana, musluktan akması bile mucize sayılıyor. Öte yandan “paketlenmiş su pazarı” hızla büyüyor. Devlet kamu hizmeti olarak vatandaşın musluğundan akıtacak su bulamazken, örneğin milyonlarca lira harcanarak İstanbul’a getirilmesi planlanan Melen suyunun “buharlaştığı” açıklanırken, özel şirketler kaynağı buluyor ve devletten kiralayıp, paketleyip satıyor. Enerji Bakanı Hilmi Güler akarsuların da özelleştirilmesinin gündemde olduğunu açıkladı. 2009 mart ayında İstanbul’da yapılacak Dünya Su Forumu’nun konusu “suyun özelleştirilmesi.” Bolivya ve Hindistan örneklerin suyun özelleştirilmesinin vahim sonuçlarını gösteriyor. Bolivya’da suyu özelleştiren devlet, halkın yağmur suyu biriktirmesini bile yasakladı. Hindistan’daki suyun sahibi de akarsuyu polis gücüyle koruyor, “su hırsızlarına” karşı. Bir yanda susuzluk, diğer yanda “özel su”...


Dünyada insanların yüzde 5’i paketlenmiş su kullanıyor. Türkiye’deki paketlenmiş su pazarının 2008 bütçesinin 10 milyar litreye ulaşacağı, mali boyutunun 1 milyar 300 milyon YTL olacağı belirtiliyor. Günde 400 bin damacana suyun tüketildiği İstanbul ise, su pazarının yüzde 80’ini oluşturuyor. Türkiye’de paketlenmiş su pazarı her yıl yüzde 10 büyüyor. 300’e yakın damacana, 100’den fazla pet şişe üreticisi var. Pazar payı Nestle’nin yüzde 29, Coca Cola’nın 18.4, Danone’nin 10.5, Yaşar Holding’in 13.7, Aytaç’ın 14.3. Piyasanın yüzde 70’i ise yabancı şirketlerin...

iki kalp





"kuşlar toplanmış göçüyorlar
keşke yalnız bunun için sevseydim seni"

THE DOORS


Yapım : 1991, ABD

Tür : Biyografi / Dram / Müzikal

Yönetmen : Oliver Stone

Senaryo : Oliver Stone, Randall Jahnson

Oyuncular : Michael Madsen, Val Kilmer, Kathleen Quinlan, Frank Whaley, Meg Ryan, Billy Idol, Michael Wincott, Kyle MacLachlan, Kevin Dillon

Görüntü Yönetmeni : Robert Richardson

Çağını Sallayan Bir Rock Grubu... Asi Bir Şair ve Solist... Ölümsüz Bir Efsane...

1971 yılında Paris'te yüksek dozdan uyuşturucu alarak ölen efsanevi The Doors grubunun solisti ve beyni Jim Morrison'un şarkılarını ilk kez Vietnam'da dinleyen ve grubun ateşli hayranı olan Oliver Stone 'un yönettiği The Doors, 1960'ların asi rock şarkıcısı, bestecisi ve şairi Jim Morrison 'un inişli çıkışlı yaşamını konu alıyor. Bu uslanmaz düzen karşıtı adam, 60'lı yıllarda gerçekleşen ve Amerikan toplumunu sonsuza dek değiştirecek devrimin en önemlilerinden biriydi.

buz gibi ayrılık, üzerine viski dök



tekdüzelik acı vermeye başlayınca
ve arzular azalınca
dargınlıklar çoğalıp
duygular yeşermez olunca
yönlerimizi değiştirecek ve farklı yollara gideceğiz
o zaman aşk,
aşk yine ayıracak bizi

neden bu kadar soğuk yatak odası?
sense dönmüşsün sırtını
zamanlamam mı yanlış
yoksa artık saygımız mı kalmamış?
yaşam boyu koruduğumuz
aramızdaki çekim hâlâ
öyle duruyor ama
aşk, aşk yine ayıracak bizi


uykunda mı döküyorsun içini
kusurlarımı ortaya çıkararak?
ağzımda bir tat
çaresizlik kaplarken her yeri
bu artık işe yaramayan
öylesine iyi bir şey mi?
aşk, aşk yine ayıracak bizi.


Joy Division - Love will tear us apart

aldanma çocukluğum hayat öyle değil




rüyamda çocukluğumu gördüm.. bir gece vakti odama geliyor.. $erefsiz, başlıyor sormaya..
çocukluğum - noooldu tiyatrocu olduk mu ?
zati alim - olamadık..

c : para kazanıyomuyuz?
z : ehh
c : kızlar kızlar nerde ?
z : ne biliyim mina koyim
c : sakallar çıkmadı mı ?
z : eğri büğrü çıktı.. kestim..
c : annem öldü mü?
z : yok içerde uyuyo..

c : bu kadarcık mı uzadık lan?nerde kaslar?hani üçgen vücut olacaktık?
z : eeh senin de i$in gücün karı kız boy posmu$ mina koyim
c : sefai ne oldu?
z : evlenmi$ oğlu olmu$ geçen ay

duruyor hicbirşey söylemiyor..
bakıyor bakıyor uzun uzun yüzüme odaya yatağa bakıyor
ba$lıyor ağlamaya..

allahım susmuyor

z : şşşş ağlama lan al.. bu ay ayın elemanı seçildik.. duruyorum hicbirşey söyleyemiyorum.. bakıyorum bakıyorum uzun uzun yüzüne odaya yatağa bakıyorum..
ayın elemanı değil yüz yılın elemanı olacaktık biz..
hatırlıyorum.. başlıyorum ağlamaya..
ama diyorum ağlarken yine de iyi insan olduk lan.. kimseye kötülüğümüz dokunmadı..
git sor bak istediğine..
biraz duruluyor..göz ya$larını ve burnunu siliyor..

c : kızların memelerini öptük mü hiç..
z : öptük diyorum hem de bisürü öptük diyorum en ince ayrıntısına kadar anlatıyorum sabaha kadar anlatıyorum..
çocuk işte hemen inanıyor..

montla sıç


ilk

bu günlükte yazılanlar tamamı ile keyf-i taşağımızdan uydurmadır, şu üç günlük dünyada birbirimizi kırmayalım.